--spoiler--
Film, Sovyet işgali'nden kaçıp iran'a göç eden bir kısım Afgan mültecinin yaşam mücadelesi üzerinden başlıyor kendini anlatmaya. Doğduğu toprakları göremeyen, anayurdunun havasını soluyamayan, o sentetik yabancılık duygusunu çehresinden atamayan zavallı Gregor Samsa'ların inşaatlarda çalışması ve burada gelişen hadiseler, kasavet dolu bir ruha bürüyor izleyiciyi. Muhabbetlerinden başka zenginliği olmayan bu garip insanların arasında toy bir iran delikanlısı vardır: Latif. Geçimsiz ve haylaz olan Latif'in, bir gün inşaata kendisinin yerine gelen ve işini elinden aldığı için kızgın olduğu Rahmet'in kız olduğunu farketmesiyle büyük kalp yolculuğu başlar. Rahmet, babası sakat olduğu için çalışamayan ve evinde çalışacak kimsenin olmamasından ötürü çalışmak zorunda olan, lakin Afgan mültecisi olduğu için inşaattan başka çalışacak yeri olmayan ve bu uğurda erkek kılığına girecek kadar çaresiz olan güzeller güzeli Baran'dır. Latif'i güzelleştirecek olan Baran.
Majidi, eşyayı kendisine köle yapması gerekirken, eşyanın kölesi olan modern bireyin tam karşısına oturturuyor bu noktada Latif'i. Parası yoktur, zenginliği yoktur ama kalbindeki o cevher, o dokunulmaz bölge hep korunaklı kalmıştır. Kekremsi bir sûrete, itici bir ahvale sahip olsa da; bir dolu çamurda dahi kirlenmeyecek kadar saf ve boştur gönlü Latif'in. Ana rahmi kadar temiz olan bu gönülden, çıkmayı bekleyen binlerce nağme vardır, binlerce yara, binlerce hüzün, binlerce coşku. Dünya kördür Latif'e, Latif'se dünyaya. Ama kalbine bakar hep, o keşfedilmemiş bölgeye. Sadece kalbine bakıp kör olanların, yeryüzünün cennetlerini görebileceğini haykırır Majidi. Ve cennet kapısının anahtarı, mavi bir peçenin altında güzellik ırmağı Baran'dan süzülerek teslim edilir Latif'e.
Uzaktan sevmenin, varlığıyla yetinebilmenin, aşkı haya ile sentezleyebilmenin fotoğrafıdır Latif. Gizli köşelerden, gizli kapılardan seyreder aşkını. Güzelliğini görüp dokunamanın hüznü değil, aşkına çamur bulaştırmamanın güvenidir Latif'in yüzüne yansıyan sonsuz ışıktaki sır. Sevdiğine farkettirmeden yardım etmek, sevdiği için akıl almaz fedakarlıklarda bulunmak, hiçbir çıkar gözetmemek, iyilikleri insana değil Allah'a duyurmakla yetinmek ne zor ve ne kutsal bir erdemdir. Latif'i o ham halden bu denli olgunluk derecesine çıkaran aşk, şüphesiz ki günümüz aşklarının plastikliğini anlamayanlara bir yol işaretidir. Sevda sözcüklerinin gırla edildiği, aşkın telefon tuşlarının soğukluğuna ve lunaparak köşelerinin anlamsızlığına kurban edildiği, kavuşamamanın intihara kavuşmanın iftihara müsebbib olduğu zamanlar, ne yalan zamanlardır!
Ve kavuşamaz aşıklar. Baran peçesini kaldırıp Latif'e bakar. O cennet gözleriyle dünyanın en masum tebessümünü armağan eder Latif'e ve hemen kapatır peçesini. Latif o sonsuz gülüşü kalbinde dondurur. Geriye kalan sonsuzluktur çünkü, ruhu tazeleyen o kutsal hüzündür. Ve Baran uzaklara doğru giderken ayakkabısının çamurda bıraktığı kalıbın içine dolar yağmur suları. Baran yağmur demektir çünkü. Baran'ı seven yağmuru sevmelidir. Ayağının izinden nasırlaşan toprağa dolan yağmurlar, Latif için gökyüzünden inen müjdedir. Çünkü Allah'ın müjdesi ancak aşkın hakkını verebilenedir. Latif aşkın olgunluğuna erer ve sevdiğinin ayak izlerine dolan yağmurdan alır cennet abdestini. Ve Baran'ı sonsuzluğa uğurlar, öbür dünyada birlikte almak için aşkın tekbirini.
--spoiler--
bir aşk filmi düşünün , ne öpüşme sahnesi var ne sevişme. yönetmen mecid mecidi adeta klişeleşmiş şeyleri yıkıyor bu filmde . hollwood ya da türk sinemasında aşk filmlerinden çok farklı.
Yeniden biriNe evlenme teklifi edebilecek misin? Ya da aynı heyecanla mı edeceksin? Yine sarı laleler çalmayacaktır herhalde . Onunki de aynı beş yıldızlı otelde mi olacak? diz çöküp teklifine evet cevabını alınca heyecandan yüzüğü yanlış parmağına takacak mısınonun da? Yapma baran , hiç bir önemi kaldı mı ? Davranışların beş yıldız olsaydı kimsenin senden başka bir beklentisi yoktu.