izlediğim en güzel filmler listesinde ilk 5'e oynayan film.
--spoiler--
mevzu bahis 'baran' karakterinin film boyunca hiç konuşmaması, latif'in de sevdiceğinin sesini bir kez duymadan arkasından bakakalması insanın içini acıtır. çamurdaki ayak izi hiç silinmesin istersiniz.
--spoiler--
bünyeye etkisi nedir diye sorarsanız: amerikan filmlerini izlerken artık zevk alamamaktır derim ben.
bir, iran sinaması ve majid majidi filmi. kendisi azeri bir gençle, afgan bir kız arasındaki aşkın anlatıldığı güzel bir filmdir.
ancak bu anlatım klasik aşk filmlerindekilerden farklıdır, hoştur.
iran sinemasindan hoslananlarin kacirmamasi gereken film.
--spoiler--
baran sesini bile duymadigi bir guzellige asik olur ve onun yerinde onun icinde onun icin yasamaya baslar. ve nihayetinde onun kurtulusu icin kimligini satar. mecazen anlatilan bu teslim olus, filmin de ana temasidir esasen.
--spoiler--
iran yapımı oldukça dokunaklı bir film...
filmde, hem mültecilerin trajik koşullarını, hem de alt sosyal tabakaya mensup iranlıların -farklı etnisitelere mensup iranlıların- zorlu yaşam koşullarını gözlemlemek mümkün.
film, adeta gri bir fon üzerinden akıp gidiyor. türkiyadeki inşaat işçilerinin koşullarını da çağrıştırmıyor değil. bir bakıma, ortadoğlu bütün toplumların ortak bir paydasına işaret ediyor. kimlikler, koşullar, umutlar, umutsuzluklar birbirine karışıyor. siyasi coğrafyalar anlamını yitiriyor. cereyan eden bir savaş söz konusu değilse bile, savaşın acı sonuçları daima kendi belli ediyor. kaderler akıp gidiyor, sessiz, dokunaklı...
film, bu temanın içine, mahçup bir aşkı, beklentileri budandıkça budanmış fedakarlık temelli bir aşkı yerleştiriyor. anlamsız, uyumsuz ve kavgacı bir kişiliğin, nasıl da aşkın peşisıra yürüyerek bambaşka bir kişiliğe dönüşebileceğini, kaderin cilvelerine nasıl da rıza gösterebilecek kadar dinginleşebileceğini anlatıyor.
Bu film, öyle "canım sıkıldı bir film izleyeyim bari" dediğinizde seyredilecek bir film değildir.can sıkıntısını başka bir filmle geçiştirmek iyi olur.eğer gerçekten kaliteli bir film seyretmek isterseniz, baran.
2001 yılında vizyona giren bir mecid mecidi filmi.
--spoiler--
filmden bir replik:
Yalnız yaşayan Allaha komşu olur.
A man alone is a neighbor of God.
filmden bir diyalog:
Latif:Sultanı tanır mısın?
Ayakkabı Tamircisi:Sultan adında bir sürü Afgan var.
Latif: Benim sorduğum inşaat işçisi.
Ayakkabı Tamircisi:Bütün Afganlar inşaatta çalışır. Hepsi şehre giderler.
Şafakta giderler, akşam olduğunda evlerine dönerler.
Latif:Burada yalnız mı yaşıyorsun?
Ayakkabı Tamircisi:Yalnız yaşayan Allaha komşu olur.
..Ayrılık öyle bir ateştir ki alevi yürek yakar
Latif:Amca, sende de güzel sözler varmış.
Ayakkabı Tamircisi:Bu yüreğimin dilidir.
--spoiler--
latif ve onun ayakkabıcısı arasındaki diyaloglar filmi tam anlamıyla tamamlıyor.
ayakkabıcı: yalnız olan allah'a komşu olur.
latif: amca sende de güzel sözler varmış.
ayakkabıcı: ayrılıktan.
aslında o kişi latif'in geleceğini temsilen yerleştirilmiş filme. latif'in gideceği yolun özeti o adam. üstelik latif gibi bencillikten uzak bir karakter. bunu da latif'in her gelişinde görüyoruz ''bir parça ekmeğim var kalıp benimle paylaşır mısın?'' dediği vakit aslında latif'in bir senelik emeğini nasıl düşünmeden verdiğini görüyoruz. ikisi birbirinin aynısı.
film başlangıçta rahmet olan sonrasında baran'a dönen afgan kızla latif'in ayrılığı ile değil latif ile onun mevla aşkına kavuşması ile mutlu ediyor aslında. kaldı ki latif'in bu durumun farkına varıp tebessüm etmesi ile hiç üzmeyip gülümsetiyor.
ayrılıktan önceki gece türbeyle başlayan o kavuşma dünyalık baran'dan ayrılırken yerde kalan ayak izinde görülüyor. geriye kalan o izi allah'ın rahmeti dolduruyor. aslında allah ona rahmet ve baran diye bilinen kızı sadece bir aracı tutuyor asıl rahmet kendisi oluyor ve ayak izini baran dolduruyor.
bir dünyalık baran gidiyor ve allah onun yerini kendi baranıyla doldurup asıl rahmeti, asıl baranı gösteriyor.
Sen geldin. Benim eziyetim dokundu sana. Ama bağışla, senin sen olduğunu bilmiyordum. Ne zaman ki öfkemin üzerine indi yağmur. O zaman duruldum.
Sen saçlarını tararsın. Ben seni, puslu aynanın içinde bir resim, ağır ağır uçuşan perdenin üzerinde bir gölge olarak fark ederim. Masal keser dört bir yan. Seni yeşiller içinde bir cennet çiçeği velvelesinde ilk kez gördüğümde, sen o musun, diye sormam bile. Bilirim ki rengini gizlesen kokunu saklayamazsın, perdeni çeksen ışığını boğamazsın. Benim gördüğüm benim rüyamda kalır. Senden şüphelenmek yerine çimento yanığı göz bebeklerimden şüphelenmeyi yeğlerim. Fark ederim aynanın sırtındaki sırrı. Eksiğim gibi durduğunu. Güvercinlerin kanat sesleri inşaat işçilerinin yanık türkülerine karışırken fıtratın dilinde işlemeye başlarım. Bir yanımdan sakinleşir ama bambaşka bir yanımdan taşarım.
Bir başka aynada tanırım kendimi. Bundan böyle hoş-halim. Latifim. Gördüm ya seni görülmek de isterim. Yağmurun rengini ateşte seçerken ne yana gitsen sana dönerim. Çıkarırım alnımdaki kara bağı. Bahtımı ekmeğine bağlarım. Anlamsız varlığım anlam bulur. Başkalaşırım. Mademki elinin dokunduğu her şey, bir bardak çay, iki parça şeker olsa bile. Harikulâde bir şey.
Çamura saplanmış kara lastik pabucun bütün masallardaki kristallerden daha varlıklıdır. Ama yokuşun dik senin, yükün ne kadar ağır. Senin taşıdığın benim belimi büküyor. Sen ezilme, bel verme diye her şeyden vazgeçebilirim. Sarı bir sayfanın resmiyeti üzerinden kazınan vesikalık bir fotoğraf gibi bir anda kimliksiz kalabilir, ismim gibi cismimden de geçebilirim.
Daha düne kadar yüzüm açıktı sana. Aramızda masumiyet ihlaline dair bir hece yoktu. Çünkü senin farkında olmadığım gibi benim farkımda olduğunun da farkında değildim. Ama şimdi bir bilmek halindeyim ki yüzüm, keskin inen bir satırın gürültüsünde, her şeyi karanlığa boğan bir perdenin düşüşü kadar ani ve kesin, senin yüzüne kapalı bundan böyle.
Çünkü beni fark ettiğin anda ve bunu benim de bildiğim anda ne senin senliğin ne de benim benliğim kalır. Geriye sadece içimizde taşıdığımız Âdem ve Havva ve aramızdaki ezel olasılığı kalır. Bu yüzden şimdi sadece yüzümü değil kalbimi de her an izleyen bir çift göze dair terbiyeyle, aramıza bir uçurum koyuyorum. Senden kaçıyor, kendimi senden gizliyorum.
Ama. Aşkın koşulanda değil kaçılanda, açılanda değil kapananda olduğunun da bilgisindeyim. Peçemi örterek açıyorum sana kapılarımı. Dahası ezeli bir bilginin ürpertisi yüzüme sinerken aramıza bir senlik ve benlik davası sokuyorum. Seni ben karşısında tanımlıyorum yani. Sana yer veriyor, baha biçiyorum. O dairede kendimi tamamlıyorum. Senden gizlenerek seni sen, beni ben yapıyorum. Böylece benim için taşıyabileceğin bütün anlamların farkında olduğumu da beyan ederek benim kadın senin erkek olduğumuzu yüzüme indirdiğim şu peçede aşikâr ediyorum. Bu halimle seni bir mümkün olarak gördüğümü itiraf ediyor, senle ben arasındaki bütün ihtimallere evet diyorum.