içinde franz kafka saklı jean luc godard filmi. sinemada sürükleyicilik ve action olarak tabir edilen karakteristik, böyle bir estetikle de sunulabiliyormuş demek ki.
müziklerini de michel legrand yapmıştır. zaten o dönem neredeyse bütün fransız filmlerinin müziklerini michel legrand yapmıştır, sorun yok.
odile, franz ve arthur isimli 3 şapşal masal kahramanının serserilik hikayesi. 1964 yapımı ve elbette jean luc godard imzalı bu nouvelle vague masal denemesi, a bout de souffle ve le petit soldat da olduğu gibi hayalperest ve beceriksiz kahramanların düşlerine erişmeye çalışmaları, gerçek dünya ve suç ile çarpışmaları, ve her şeyi eline yüzüne bulaştırmalarının yanında bir de üçlü aşk hikayesi. yani tam bir godard hikayesi
---olası spoiler ibaresi---
modern bir masal olarak kurgulanan bande a part, narrator un ağzından kahramanların duygularını açıklayarak ve kendisi de onları kahraman olarak niteleyerek ters bir masal oluşturuyor. her ne kadar bir şekilde mutlu sonla biteceğini bilsek de, godard ın daha önce de defalarca yaptığı masalı, ya da dramayı gerçekçi göstermeye çalışmama ve bilinçli groteskleştirme biçemi yine insanı sersemletip filmin bir düşün ürünü olduğunu ve akacağı yeri kestirmenin zorluğunu hatırlatıyor.
godard ın en büyük başarısı olan yapay estetik ile gerçekliği kırarken aynı zamanda bunun realize bir öykü olması ve izleyiciyi de bu grotesk ama gerçekçi öyküye dahil etmeyi bilmesi yine karşımızda. böylece izleyicinin gerçeklik algısı ile oynayan godard, perdedekine inanmak ile inanmamak arasında gidip gelen seyirciyi serpiştirdiği sorgulayan replikler ile görülenin arkasına, eserin esas dinamiğine yönlendiriyor. bu açıdan bande a part sadece 3 lü bir aşk ilişkisinin eşliğinde gelişen bir soygunu anlatan modern çağ masalı olmaktan öte; masumiyet, kibir ve merak ın sadece gizemli olana duydukları özlem, bilme isteği, korku ve heyecan arayışı ile aşk ı birbirine karıştıran 3 karakterin güdüsel yolculuğunu aktaran empresyonist bir film oluyor.
film masumiyet ve onun merak ile lekelenişi olan odile(climats daki şımarık güzel kadın ve siyah kuğu olur kendileri), kibir ve güç isteğini vücutlaştıran arthur ve bu iki zıt duygu arasındaki dengeyi sağlayan, bir ona bir ona meyleden kararsız yapısıyla nötr franz(kafka elbette) karakterlerinden kurgulanmış bir masal. masalını anlatırken b tipi film izleğini izleyen godard, anlatıyı bu şekilde plastikleştirip yaşanılanın kurgusal oluşunu imliyor. film noir da görülen ve günümüz aksiyon sahnelerindeki soğuk kayıtsız tavırlara kadar akıp gelen bu bilinçli yapay dramatizasyon (tarantino ve rodriguez türevi yönetmenlerin işleri gibi) filmi realiteden koparırken; godard klasik oyunu kameradan direkt seyirci ile göz teması kurarak izlenilen tiyatronun izleyen denli gerçek oluşu belirtiyor.(odile in şarkısında ben hayalinden fazlasıyım, ben de senin gibiyim sözleri geçiyor.) bu belirgin tezatlık filmdeki karakterlerin tezat yapısı ve filmdeki problematiğin çözümsüz doğası ile armonize olurken; oyunun doğası ile aklı bulanan izleyiciye estetik ile anlamsal arasındaki ilişkiyi sorgulatıyor. bu anlamda metrodaki mutsuz görünen adamın mutsuzluğunu açımlarken izlenen yol ile anlatıcı ya da göstericinin anlamlandırma açısından baş rolü oynadığını, görüntü ile anlamın her zaman aynı olamayacağını gösteriyor. elbette bu da filmdeki gerçek-sanal çarpışması ile koşut ilerliyor.
filmin sorgulayıcı yapısı ve alt metinleri çok yoğun olmasa da karışık bir şekilde izleyiciye sunuluyor. bu anlamda herkesin yalnız olduğu gerçeği 3 lü çetenin çocukça oyunlar oynamasına karşın veriliyor. sınıfta shakespeare den çeviri yapılırken üzerinde yapılan deformasyon (to be or not to be against your breast, it is the question), modern gerçeklik algısına zaman zaman uzak olan soneleri hayata adaptasyon ile mutasyona uğratıyor. bu da filmdeki gerçek-yapay dönüşümüne bir başka ontolojik zemin oluşturuyor.
anna karina nın oynadığı odile karakterinin özellikle masumiyet simgesi olarak küçük bir kız gibi çizilmesi filmin masalsı yanını kabartıyor. ki film boyunca yandan toplanmış saçlar ve okul üniformalarıyla dolaşan, öpüşmeyi biliyorum deyip dilini çocukça dışarı çıkaran, bir koca denildiğinde göğüslerini ve kalçalarını sunma aklına gelen çocuksu odile, finalde franz ile tropikal düşsel bir yolculuğa çıkarken, kötülüğe meyilli arthur(büyük rimbaud) ölüyor. tıpkı bir masaldaki gibi
godard basitleştirilmiş melodramında, soygun öncesinde beceriksiz karakterlerine tv den geldiğimizi söyleriz dedirterek, soygun sırasındaki dikkatsiz ve aptalca davranışlarını televizyondaki yapımların basitlik ve yapaylığı ile karşılaştırarak yeriyor.
filmin görsel açıdan 40 lı yılların melodramlarını hatırlatan harika 3 lü dans sahnesi ve adeta filmin kendisinden ünlü olan louvre müzesini 9.43 dk da koşarak geçtikleri sahneler ise (bertolucci nin dreamers ında bu rekoru kırmaya çalışırlar bilirsiniz) estetik olarak gerçekten mükemmel.
umursamazlık ve kibiri ile çizilen arthur karakterinin silahla atış yaptığı sahnede soyadının rimbaud olduğunu söylemesi ise karakterin çizilişi ve rimbaud nun gerçek yaşam öyküsü açısından (rimbaud silah kaçakçılığı yapmıştır) ilginç bir detay.
---olası spoiler ibaresi bitti---
özetle üçlü aşk ile oyunu algı farklılıklarına rağmen birlikte yaşamaya çalışan, aşkın büyüsü ile soygunun-oyunun heyecanını birbirine karıştıran, biraz gerçek biraz hayal, masumiyet, kibir gibi duyguları metalaştırarak tersten okunan bir masal sunan, nihayetinde masalsı bir sona sahip aptal çetenin güzel hikayesi. godard ın en iyi birkaç filminden biri ve tarantino gibi bir yancının ortaya çıkış sebebi.