duyduğunuz anda yaşamınızı altüst edebilecek bir söz.
o öyle bir anda karşınıza çıkar ve haberiniz olmaz ki... bu da benim başıma gelen:
yıl 2006, tgb'in ilk aylarında kurucu arkadaşlar istanbul üniversitesi iletişim fakültesi'nin en kıdemlisi olduğumdan öğrencilerle konuşmamı ve 10 kasım'da anıtkabir'e yapılacak geziyi anlatmamı istediler. ben de kıramadım, bülent ecevit'in ölümü nedeniyle birkaç gün ertelenmiş geziyi, konsa çıkmak gibi dolaşa dolaşa anlatıyorum. bir, iki...
kantinin kapısında çooooooooooooook güzel bir kız vardı. bir an öleceğim sandım, o derece! hem tanışmaya bahane hem gezi hem... gittim yanına gıkımı çıkarmamla yüzüme öyle bir baktı ki sanki anasının ırzına geçmeye çalışırken basılmışım gibi. and olsun aklım çıktı. arkama bile bakmadan uzadım.
aradan yıllar geçti facebook icad olundu. tüm türkiye'de herkesin birer ikişer profili oldu. okuldan bir arkadaşın duvarındaki paylaşımların altındaki yorumlarda söver gibi bakan bu hanım da vardı. ne yalan söyleyeyim ilk aklıma gelen yukarıda anlattığım olaydı. aklımdan çıkacak gibi de değildi. o yüzden ilişmedim. bir, iki derken baktım geyik var "n'olacak lan!" deyip, dilime kemik nakli yaptırıp ben de damladım. bir gün, iki gün böyle böyle arkadaşın duvarından atışır olduk. baktım facebook'ta söver gibi bakamıyor ekleyiverdim. uzun süre gene paylaşım altı sabun köpüğü muhabbetler sürdü. bir gün özel mesajlara girdik. mümkün mertebe kızdırmamaya çalışıyordum ama kızdırdım. ortam yatışsın diye bir süre ilişmedim. ve geldik geçtiğimiz salı gecesine...
ilk profilim kapadıktan sonra ikinciyi açmış ama hiçbir şeyle uğraşmamıştım. başka bir arkadaş aracılığıyla tanıştığım abd'de yaşayan bir arkadaş verdi gazı fotoğraf yükledim. bunlardan biri de zamanında ödev için çektiğim filmdeki bir kareydi. konumuz olan hanım geldi ve "saçların varmış..." diyerek kelliğimi yüzüme vurdu ve başladık gene geyiğe. "yakışıklıymışsın ama bu hâlin daha entel" falan diye makaraya devam. ben gazı alınca "dile benden ne dilersen" dedim ve ilk bomba orada patladı: bana böyle bak.
n'oluyoruz lan?! hani sizin de aşağıda okuyacağınız şeyler olmasa yelkenler çoktan sudaydı ama... iş karşılıklı övüşmeden flörte sarıyor ama konduramıyorum... lan dünya güzeli gibi kız?! inat ve ısrarla gaz verdiğini iddia ettim ve sonunda "gerçek" dedi. fotoğraf yorumu olduğundan başka arkadaşlar gördü. ortak arkadaşımıza bakmasını söyledim falan... benim de başıma iltifat ederken asılıyor muamelesi görmek pek çok kez geldiğinden... yaa aga ben mi kötüye çekiyorum? arkadaşlardan erkek olan "şakaysa çok gaddar" mealinde. baktım olacak gibi değil özel iletiye geçtik...
sevgiliden ötürü yazılmadığını ama beğendiğini söyledi. ben de yukarıda okuduğunuz, yıllar önceki "çoooooooook"u anlattım. niye haberi olmadığını sorunca da olayın kalanını anlattım. muhabbet o kadar doğal, şakalarla dolu ve karşılıklı kırılmalarla... ben bayağı grogi, suratta aptal bir sırıtış ve bunları da anlatıyorum ona. yattı uyudu. beni siz deyin şu muhabbetten, ben diyeyim gün içinde içtiğim 7 kupa kahveden uyku tutmadı. öğlen 11'de yatıp 2,5 saât sonra kalktım.
işi yokmuş, o da geldi feyse. başladık gene özelden yazışmaya. elden, ayaktan girdik ideal kadına geldik. şöyle şöyle olacak falan derken "ben miyim?" dedi.
el cevab: yok, bu benim kişisel beğenim. sen uyuyorsan ben ne yapayım? anana babana minnetlerimi sunarım ancak.
falan filan konu kişisel geçmişlere, beğenilere, görüşlere falan geldi. her ne kadar çok farklı yerlerde, durumlarda ve dönemlerde yetişmiş olsak da ne dese aynısını düşünüyor oluyordum. laf arasında bir bok yedim çocukluk travmaları dedim. sordu. ağzımızın tadı bozulmasın diye özetin özetinin özetini geçtim. yavaş gel dedi, en baştan dedi... işte film orada koptu.
en baştan, özetin özetini geçmeye başladım. bir, iki derken sonunda kızcağız ağlamaya başladı. yatmadan telefon alışverişi yaptığımızdan aradım. benim yüzümden, ortada hiç neden yokken ağlıyordu. bu kabûllenebileceğim bir şey değildi. birkaç dakika konuştuk, sesi titriyordu. ben sakinleştirmeye falan çalışıyorum ama nasıl içine oturduysa artık... ev telefonuna geçtik. yanlış olmasın, 3,5 saâti devirdik. ağlaması geçti. gülücükler saçmaya başladı. daldan dala atlaya atlaya aklımıza ne geldiyse konuştuk. iletilerdeki durum burada daha da gün yüzüne çıktı. bazısı hava-civa, bazısı ciddi konuştuğumuz onca konuda 1 konuda anlaşamadık: sarelle vs nutella. o nutella severmiş.
şunu anladım: ideal çift diye bir şey varsa kâğıt üstünde biz öyleyiz. belki yaşadıklarımdan ben daha sertim ama görüşler, düşünceler, zevkler... haaa, o erkek ve kadın konusunda zevksiz o ayrı. beni beğeniyor, kendini beğenmiyor. anlamadım wallaaa!
ilişkiler, evlilik, çocuk falan konularında son derece mantıklı.
gelelim işin bok üstüne bok durumuna:
1- bu kızın sevgilisi var. (benim umurumda değil, babamın oğlu değil ama doğal olarak o'nun umurunda ve ciddi bir ilişki olduğundan her an sevgililikten öteye geçebilirler)
2- peder memlekete gitmem için bastırıyor. (uzun uzadiye bir şey değil ama tanışma süreci soğuyacak)
3- nisan'ın 12'sinde askerim. (her şey iyi gitse bile daha iki aydır adam gibi tanıdığım kadına nasıl "beni bekle" diyebilirim ki?)
yaaa dört gündür darmadağınım sözlük. ne halt edeceğimi şaşırdım resmen. ağalar bir el atın, 30'uma aylar kala ben niye bu duruma geldim? neden bu kadar zamansız oluyor hep bunlar? ağustos'a kadar askerden kaçsam ne olur? para yok, askerden kaçsam anam-babam ağzıma sıçar!