sabah erkenden uyandı, perdenin arasından sızan güneş ışıkları havanın ne kadar güzel olduğunu anlatmaya yetti ona; gülümsedi. perdeyi araladı, işlerine giden insanları süzdü her zamanki gibi, sonra suratı düştü ve perdeyi tamamen açıp banyoya geçti. karyolasına döndüğünde biraz ferahlamıştı, kenarda duran karton kutudan çıkardığı balonları tek tek şişirmeye başladı; sırığına bağlayıp dışarı çıktı. omuzları artık yara içinde kalmıştı o sırık yüzünden, canı acıya acıya meydana doğru yürümeye başladı. son zamanlardaki tek dostu darıcı süleyman da meydandaydı, yanına doğru ilerlemeye başladı. selamlaştılar, geçti süleyman'ın her zaman yanında bulundurduğu boş taburesine. poşetinden çıkardığı ekmeğin ve domatesin yarısını arkadaşına verdi, afiyetle yediler hoş bir sohbet eşliğinde. hayatları benzer geçmişti aslında; ikisinin de çocukları okumuştu ve güzel bir hayat kurmuştu kendine. her ne kadar pek arayıp sormasalar da varlıklarını ve iyi bir hayat yaşadıklarını bilmek onları mutlu etmeye yetiyordu. zaten ikisi de yetmişli yaşlara merdiven dayamıştı, bu saatten sonra hayattan pek bir dilekleri kalmamıştı. günü kurtarsalar onlara yeterdi. hava yağmurlu değilse, karınları toksa, hele bir de dışarıda çocuklar o gün bolsa mutlu olmamak için hiçbir neden olamazdı; keyiflerinden geçilmezdi akşama kadar.
yine böyle güzel bir günde parkta sohbete dalmışken bir zabıta aracının park ettiğini gördüler ve gelen uyarı da onlaraydı; 'zabıta, kaçmayın!'. darıcı süleyman daha arabasının yanına yaklaşamadan aldılar arabasını, onunla birlikte. o ise zabıta aracını görür görmez arkadaşına da kaçmasını söyleyip koşmaya başlamıştı. koştu, koştu, koştu... öyle yorulmuştu ki, öyle gözleri kararmıştı ki sadece ayaklarının ucunu görebiliyordu adım attıkça. ve balonlar ağaçlara takıla takıla patlıyordu o koştukça; o koştu, balonlar patladı. balonlar patladıkça o koştu... meydana ulaşabilse oradan çok güzel karışık ve dar sokaklar biliyordu aslında, meydana kadar yakalanmasa gerisi çocuk oyuncağıydı. koştu, koştu, yavaşladı, artık meydanda olmalıydı. bir an durdu ve kafasını kaldırdı. kafasını kaldırdığında gördüğü son şeydi o minübüs, ve göz göze geldiği son insandı ön koltukta annesinin kucağında oturan o çocuk.