evet...
o gece balkonda ölü bir adam buldum... yaklaştım... soğumuştu bedeni...
üç kırık bira şişesi ve etrafa dağılmış sigara izmaritleri...
yağmur yağmadı gece... neydi bu ıslaklık yerdeki... eğildim... dokundum...
bildiğin su..
ama tuzlu... olamaz dedim... bu kadar ağlayamaz bir adam...
ama buydu cevap... adam ağlamış... ve ölmüş...
etrafa baktım balistik bir sonuç arayan dedektif edasıyla... ne duvarlarda kurşun izleri, ne de adamın bedeninde kan vardı...
hiçbir şey yoktu...
masadaki kağıt parçasını gördüm sonra...
intihar mektubu sandım ilk önce... aldım okudum... yanıldığımı anladım...
ateş böcekleri ve hayalet avcıları yazıyordu ilk satırda... el yazısı kötüydü...
zorlanıyordum okumakta...
adam çocukken olan bir anısı anlatmış... belediye ilaç sıkmış, tüm ateş böcekleri ölmüş, ama bir tanesi canlı kalmış, almış, saklamış, sonra sevgilisine göndermiş... falan filan...
güzel bir anı.. akıcı anlatmış... ama hayır.. bu bir intihar mektubu değil...
adama baktım tekrar... saçları kısacık... sağ elinde kalem... sol avucu kapalı...
zorladım, açtım sol avucunu... sol avucunda kanamayan ama kocaman bir kesik... saçlarını doldurmuş yaranın içine... bu yüzden ölmüş... anladım...
sonra ceplerine baktım belki bir kimlik vardır diye... arka cebinden cüzdanı çıktı...
kimlik yok... ehliyet yok.. para yok... fotoğraf yok... bomboş cüzdan...
diğer ceplerine de baktım... ön cebinde garip bir şey vardı.. elimi çıkartıp baktım bu ne diye...
sonra sanki gaipten bir ses duydum...
- anaaa.. necmi... bak lan bak... ateş böceği...
ölü bir ateş böceği vardı adamın cebinde...
ne tuhaf...
yağmur yağmamıştı... neydi yerdeki ıslaklık?
bu kadar ağlamış olabilir miydi bir adam...
bu kadar ağlamış ölebilir miydi bir adam...
ölüler siyah görmez...
ölüler bakmaz bizim gibi..
ölülerin göze ihtiyacı olmaz...
ölüler senden iyi görür... körler de öyle..
beyaz...
kırmızı...
sarı...
mavi...
ama en çok mavi...
içimde dans eden bıçak kanatlı bir karga var...
her anı bir takla daha attırıyor...
her takla bin kesik daha..
burnum kanıyor...
anladım...
çünkü zaman zaman ben de kanadım...
beyaz...
kırmızı...
sarı..
mavi...
saçlarımı kesip attım masaya...
bir de siyah...
ölmek için yeterince güzelim dedi..
hayır dedim.. daha değil...
otur... gitme.. ölme... biraz daha içelim..
içelim, güzelleşelim...
sonra ölürsün...
dinlemedi...
ben büyüyünce mutlu olacak adamdım... şair falan değil..
olamadım mutlu... başa sardım...
şimdi sekiz yaşındayım...
evet... büyüyünce mutlu olacağım...
geri gelmeni dilemedim..
ki zaten benim için gelmedin...
çünkü sence ben,
seni yeterince sevmedim...
düş işleri bakanlığının korumasında düşlerin...
yedi çocuk, yedi elçi...
onlar uyumamıştı hiç...
aşk gibi bir düş varken...
neyime düş gibi bir aşk...
sabah kahvelerimizi soğut sevgili...
menekşeleri kurut...
iki kişilik bir aşkı bitiremez tek kişi...
gün olur gelirim...
gün olur gelirsin...
soğuk kahveyle boyarız bir duvarımızı...
sonra bir çerçeve asarız duvara...
içinde kurutulmuş bir menekşe...
balkondaki su...
bu kadar ağlamış olabilir miydi bir adam?
adam gibi özleyişleri özledim..
özlemleri özledim...
beyaz..
kırmızı..
sarı..
mavi...
ama en çok mavi..
kar... ah kar... yağ üstüme...
sakla beni... masallardan... yalanlardan... aşktan...
- hakikaten o gece ölü bir adam vardı.. ozan değildi ama.. insandı
- o gece güzeldi doktor... ağız tadıyla öldüm ben.. ilk defa...
- balkonda bir adam varsa ölü.. içerde de bir adam vardı ağır yaralı.. bekle beni birlikte ölelim.. ha gayret..
o gece çok yürüdüm...
birinci köprünün altında yakmıştım ilk sigarayı...
börekçilerin önüne geldiğimde ikinciyi yaktım..
oturdum tüm pencerelere baktım...
kalbim karşı kıyıya, beykoza çarpacak sandım...
evet evet bendim o..
yazıyı yazan senin elin.. gören benim gözler..
uzaktan bakan o adama.. evet evet bendim o..
kırık bira şişeleri ve bir tutam sigara izmariti.. sonuna kadar içilmiş.. sonuna kadar sevilmiş bir kadın uzakta..
kurtarabilir miyim diye düşündüm önce karanlıktan bakarken.. sonra bir baktım..
o kadar mutlu ölüyor ki..
bu kadar mutlu ölene.. çok da yaşamak yakışmaz..
adam..
adam olana.. ölmek bile yakışır kırık bira şişeleri arasında..
yağmur değil.. kar değil.. buz gibi gözyaşı vardı balkonda..
hiç ağladığını söylemedim o adama.. hiç öldüğünü söylemedim..
gittim içeri.. başım önde..
tanımadığım bir kadına sırtımı döndüm.. ağladım..
ne ben ona ağladığını söyledim.. ne o benim ağladığımı bildi..
oysa.. biz.. ikimizde ölmüştük o gece..
şimdi o anlatılan balkonda.. sırtıma namussuz bir rüzgar esiyor..
duruyorum bir başıma..
kırık bira şişeleri.. sigara izmaritleri...
öldük tamam ama..
yaşasak mı bir daha?
bi daha yaşamak mı...
senin fikrin ne?
hazır mısın tanımadığın başka bir kadına sırtını dönüp ağlamaya?
beni sorma... ben yine ölürüm...
ikincisi kolay gelir bir kez öldükten sonra...
ölürken yaşamış numarası yapıyoruz..
yaşarken ölü numarası yaparız..
hiç sorun değil..
isterse o ışığı söndürebilirdi..
uyumadığını görmesini istiyordu adamın..
perdeyi de aralamıştı hatta...
ne o, ne de adam... uyuyamayacaktı o gece...
bir ölü nasıl uyanır?
nasıl uyursa bir yarı tanrı...
işte aynen öyle...
babaları tarafından çok sevilen kızların teni güzel kokarmış...
en güzel benim kızım kokacak öyleyse...
cesaretin varsa sen de öl benle bu gece...
dememiş miydik sen ölürsen ben de ölürüm diye..
ben bi defa öldüm..
eşlik et bana ikincisinde...
cesaretin varsa sen de öl benimle bu gece...
belki yeniden doğarız..
senli ya da sensiz..
benli ya da bensiz...
ölmek yakışır mı ki bize acaba..
öldüm ama bir şey anlamadım...
bir parça daha ölebilir miyim memur bey?
hadi gel..
balkondaki suyla yıka ellerini..
biraz tuzlu ama olsun.. siler parmak izlerini...
kimse bilmez boğazımı sıktığını...
yıka ellerini...
ve herşeyden öte...
ben yüzümü yırtıp içimdeki korkuyu gösterdim sana...
kötü bi bahane dedin... işte o zaman öldü balkondaki o adam...
ben elimi bile sürmedim...
son borcumu da ödedim...
artık tamamen ölebilirim...
çok kısa sürecek sorgu...