Kanuni Dönemi'nin zenginliği, hiç kuşkusuz sanatına da yansıyan Divan EDebiyatı'nın en önemli birkaç şairinden biri kabul edilen isim. ve bir beyitini inceleyelim:
"Dilâ câm-ı şarâb-ı aşk-ı yârı şöyle nûş et kim
Felekler güm güm ötsün başuna meyhaneler dönsün"
Günümüz Türkçesi: "Ey gönül! Sevgilinin aşk şarabının kadehini öylesine iç ki, gök kubbeleri güm güm ötsün; başında meyhaneler dönsün."
nûş: iç! Afiyet olsun! içme, tiryak, panzehir, bal. gibi anlamlara gelir.
nûş-bâd: Âfiyet olsun.
Beyitin açıklamasını yapacak olursak;
Felekler iç içe gök kubbeleridir. Çok içen kimsenin de başı döner. Gökkubbesi meyhane ve her şey dönen bir yapıya sahiptir. Hem çok içen kimsenin başı zonklayarak ağrıyacağı gibi, kubbeli binalarda da ses güm güm öter, yankı yapar.
Beyitte "başına" kelimesiyle sihr-i helâl sanatı yapıldığını görmekteyiz. Yani bu sözcük "başında felekler güm güm ötsün" anlamıyla 2. mısranın ilk cümlesine; "başında meyhaneler dönsün" anlamıyla da diğer cümleyi karşılar durumdadır.
Yine beyitte câm-şarâb-nûş-humhâne gibi kelimeler anlamca birbirleriyle ilintili olduklarından ve "içki" kavramı etrafında toplandıklarından tenâsüb sanatını oluşturmuşlardır.
Beyitte meyhÂne anlamında humhÂne denmesi, hem küpün yuvarlaklığını anlatmak, hem de küpler dolusu şarap içildiğini belirtmek içindir. Zira, eski meyhanelerde müşterilerin oturduğu yerde şarap küplerinin de bulunduğu söylenir. Ayrıca "hûm" sesi, beyitte "güm güm" sesi ile benzer bir ahenk yaratmaktadır.
Beyitte şarap içmek yerine mecâz-ı mürsel yoluyla "câm nûş etmek" kullanılmıştır. Yani gökkubbeleri ile bir ilişki kurulmuştur. Gökkubbeleri de hem kadeh gibi yuvarlak hem der cam gibi saydamdır.
Aslında baktığımız zaman, ilk beyitte zannettiğimiz gibi, bir meyhâne , çok içilen şaraplar, başı dönen ve ağrıdan zonklayan sarhoşlar yoktur. Bâkî'nin sözünü ettiği şarap aşk şarabıdır. Aşkın şaraba teşbihinin nedeni onun da âşığı sarhoş etmesi oalrak düşünülmelidir. Bu aşk şarabını içecek ve kendinden geçecek olan da insan değil, soyut bir kavram olan gönüldür.
Yukarıdaki açıklamada da gördüldüğü üzere, dilin en ince yanlarını, estetiğni, yalınlığını ve çeşitliliğini son derece kaliteli bir üslupla savunan bir şairdir Bâkî. Ki yaşadığı dönemde Azeri şairi Fuzuli'nin bile gölgeleyemediği bir üne kavuşmuştur. Türkçe konuşulan tüm çevrelerce tanınarak Rum Sultânü'ş- Şu'arâsı yani Rum Şairlerinin Sultanı olarak anılmıştır.
Günümüze baktığımızda saçmasapan gazete köşelerinde, televizyonlarda basma kalıp boş laflarla insanların dertlerine derman olduğunu iddia eden fırsatçıları gördükçe insanın gerçek anlamda ruhunun estetik hücrelerinin ta en derinlerine neyin işleyeceği sanırım âşikardır.
şiirlerinde güçlü, sanatlı bir sözyleşi olan, 16.yy. da yaşamış, şairler sultanı olarak da bilinen, şiirlerinde tasavvuf öğelerine yer vermemiş,maddi aşkı işlemiş olan, nazım türü bakımından kusursuz olarak değerlendirilen divan edebiyetı şairidir.
"baki'nin sanatı tek kelimeyle mükemmeldir" diyerek geçiştirebileceğiniz, yazılıda cevap olarak bunu yazmanız halinde babayı almanıza sebep olacak adam.
sultan'üş şuara (şairlerin sultanı) lakabını alan bir gazel ustasıdır. beşeri aşkı konu alır. aşkın verdiği acıdan çok onun zevkini işler gazellerinde.
"baki çemende hayli perişan imiş varak
benzer ki bir şikayeti var rüzgardan"
beyitini iki şekilde çevirebiliriz:
1)baki bahçede yaprak hayli perişan imiş
benzer ki bir şikayeti var rüzgardan
şimdi ikinci çeviride varak ve rüzgar kelimelerinin yan anlamlarını düşünelim ve öyle çevirelim. "
varak kelimesinin ilk anlamı yapraktır fakat ikinci anlamı "evrak" demektir. rüzgar kelimesinin ikinci anlamı da " zaman" demektir.
2)baki bahçede evrak bir hayli perişan imiş.
benzer ki bir şikayeti var zamandan
olarak çeviririz. işte baki'yi mükemmel ve benzersiz yapan kelimelere yüklediği mecazi ve ikincil manalardır.
baki üstü kapalı olarak sistem eleştirisi yapmış ve resmi belgelerin zamanaşımına uğramasını, devlet memurlarının keyfi davranışlarını eleştirmiştir.
Asıl adı Mahmut Abdülbaki olan divan şairi Baki, 1526 yılında istanbul'da doğdu. Babası Fatih Camii müezzinlerindendi. Çocukluğunda saraç çıraklığına devam ettiyse de okumak istediği için medreselere devam etmiş, eğitimini tamamladığında Müderris olmuştu. Kanuni Sultan Süleyman zamanında zekasıyla fark edilmiş ve saraya girmiştir. Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümünden sonra da, ikinci Selim ve Sultan Üçüncü Murat zamanlarında, Mekke ve istanbul kadılığı görevlerini yürütmüştür.
Kazaskerlik de yapan Baki, Sultan Üçüncü Murad zamanında sürgüne gönderildiyse de bir süre sonra affedilerek yine istanbul'da önemli makamlara getirilmiştir. Mevahibi Ledünniye, Fezaili Cihat gibi eserler vermiş ayrıca tercümeler yapmıştır.
Baki'nin gazellerinden; "Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş." sözü dilimize yerleşmiştir.
rind-meşreb, hayata sıkı sıkıya bağlı, dünyanın gelip geçici bir yer olduğunu farkında olan, bunun için günlerini en iyi şekilde geçirmeye çalışan, şiirleri zevk, eğlence, neşe ve coşku dolu olan 16.yy divan edebiyatı şairlerimizdendir.
şiirlerinde dış çevreye olan alakası sezilir. tabiatı mazmunlarla olsa dahi çok iyi tazvir etmiştir. bunun yanı sıra şiirlerinde kanunî döneminin ihtişamına da yer vermiştir.
şiirlerinde tasavvufa pek rastlanmaz. içe değil, dışa dönük bir şair olduğu için şiirlerindeki aşkları da ilahî değil, beşerî mahiyettedir.
bâkî 'nin şiirlerinde istanbul türkçesi 'nin en güzel örneklerini buluruz. dile çok hakimdir, türkçeyi aruz ölçüsüne uygulamakta hiçbir sıkıntı yaşamaz. şiirlerinde dikkat çeken bir diğer nokta ise zarif, nükteli söyleyişi ve ince hayalleridir.
Türk şair. Lirik bir şair olmakla birlikte, şiirlerinde derinlik ve içtenlikten çok biçim olgunluğuna, edebi sanatlara ve sözcük oyunlarına önem vermiştir. şiirlerinde yabancı sözcük ve dil kurallarına çok yer vermiş, özellikle kasidelerinde ve kanuni için yazdığı ünlü mersiyesinde dili yer yer ağırlaşmıştır.