küçüklüğümden beri, üniversite yıllarım dahil, kendisini ne zaman okusam hep fuzuli'nin hakkını çok yediğini düşünürüm bu adamın. klasik edebiyat içerisinde değerlendirildiğinde çok güzel beyitleri var fakat iktidar yalakası gibi bir şey olmalı o dönemde. fuzuli ile kıyaslanamaz.*
okuduğum kadarıyla yavşağın teki. her şairi tek tek sever sayarım bu adamı hiç sevmem. şehy ül islam olmak istemiş olamayınca hırs yapıp karılarını döverken kalpten gitmiş şerefsiz.
Tasavvuffa eserlerinde yer vermez. Şairler sultanı ünvanı vardır. Kanuni mersiyesi ve fazail-i mekke ile ünlendi. süzcük kuyumcusu olarak nitelendirilir. mesnevi hiç yazmamıştır.
--spoiler--
Osmanlı devrinde yaşamış arif ve meşhur şâir Yusuf Nâbî (rah.), 1678 yılında bir kafile ile hacc yolculuğuna çıkmıştı. Kafilede devletin ileri gelen paşaları da bulunuyordu. Kafile hicaz bölgesine girince Hz. Peygamber’i ziyaret aşkı Nâbî’yi iyice sardı. Öyle ki, vücudu bir hoş oldu, uykusu kaçtı, hiç uyumadı. Bir gece yarısı kafile Peygamber şehri Medine-i Münevvere’ye yaklaştı. Kafilede bulunan Eyüplu Râmi Mehmed Paşa o esnada kıble tarafına doğru ayaklarını uzatmış uyuyordu. Rasul-i Kibriya’nın beldesine girerken arkadaşlarında gördüğü bu manzara Nâbî’ye hiç de hoş gelmedi. Paşayı uyandıracak bir şekilde şu meşhur beyitleri söylemeye başladı:
Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-ı Hüdâdır bu!
Nazargah-i ilahîdir, Makam-ı Mustafadır bu.
Mürâât-ı edep şartıyla gir Nabî bu dergaha,
Metâf-ı kudsiyadır, bûsegâh-ı enbiyadır bu.
Açıklaması şöyledir: Edebi terketmekten sakın! Zira burası Allahu Teala’nın Habibinin beldesidir. Burası, Hak Teala’nın devamlı nazar kıldığı bir yerdir; Muhammed Mustafa’nın makamıdır. Ey Nâbî, bu dergaha edebin şartlarına dikkat ederek gir. Sakın edebi basite alma. Burası, büyük meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin eğilip eşiğini öptüğü bir yerdir.
Bu beyitleri işiten paşa, gözünü açtı, hemen kendine geldi, ikazın sebebini anladı, ayaklarını topladı, doğruldu. Nâbî’ye dönerek:
-Ne zaman yazdın bunları? Senden başka duyan oldu mu onları? diye sordu. Yusuf Nâbî:
-Bunları daha önce herhangi bir yerde söylemiş değilim. Şimdi, sizi bu halde görünce elimde olmadan yüksek sese söylemeye başladım. ikimizden başka bilen yok! dedi. Paşa:
-Öyleyse bu aramızda kalsın, diye ikaz etti. Nâbî sustu, yola devam ettiler. Kafile, sabah ezanına yakın Hz. Rasulullah’ın mescidine yaklaştı. Bir de baktılar ki, mescidin minârelerinden müezzinler, ezandan önce, Nâbî’nin: “Sakın terk-i edepden...” beytiyle başlayan nâtını okuyorlar. Nâbî ve paşa hayret ettiler. Mescide girdiler, namazı kıldıktan sonra, hemen müezzinin yanına koştular. Nâbî, heyacanla:
-Allah adına, peygamber aşkına söyle, sen ezandan önce okuduğun o beyitleri kimden, nereden ve nasıl öğrendin? diye sordu. Müezzin önce cevap vermek istemedi, Nâbî ısrar ve rica etti. Bunun üzerine müezzin:
-Resûl-i Kibriya (s.a.v) Efendimiz, bu gece bütün müezzinlerin rüyasını şereflendirerek: “Ümmetimden Nâbî isimli birisi beni ziyarete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üzerindedir. Kalkın, ezandan önce, onun benim için yazdığı beyitleri okuyarak kendisini karşılayın, mescidime girişini kutlayın!” buyurdu. Biz de Efendimizin emirlerini yerine getirdik, dedi. Nâbî, hepten şaşırdı ve heyecanlandı, dayanamayıp ağladı. Göz yaşları içinde müezzine tekrar:
-O iki cihanın Efendisi, gerçekten Nâbî mi dedi, o benim ümmetimdendir mi buyurdu? diye sordu. Müezzin :
-Evet, Nâbî dedi, o benim ümmetimdendir buyurdu, deyince, Nâbî bu iltifata daha fazla dayanamadı, sevincinden düşüp bayıldı. Bir zaman sonra ayıldığında paşayı ve müezzini yanında ağlarken buldu.
--spoiler--
böyle güzel bir olaya sebebiyet vermiş güzel şair.
çok usta bir şairdir. şairlerin sultanı ünvanını taşıyan birisidir. Baki'nin diğer şairlerden ayrılan yanı bence usta bir şair olmasından çok hırsıdır. şeyhül'islam makamı onun için ulaşılmaz bir makam olmuştur. bu makama ulaşmak için her şeyi yapmıştır. hatta bu makamda oturan kendi arkadaşını kötülemek de buna dahildir. ama sonuç hüsrandır. aşağıdaki vereceğim beyiti bu düşünceyle mi yazmıştır bilinmez; ama o makama gelememesini kendisinden değil kıymetinin bilinmemesinden olarak iddia etmiştir.
kadrini seng-i musallada bilüp ey Baki
durup el bağlayalar karşında yaran saf saf
kanuni' nin kankisi olması ve fizuliyle kıyasladığımda zevk-i sefa içinde bir hayat sürmesi nedeniyle çokta ayılıp bayılmadığım ama kanuniye yazdığı yalakalık olarak ta adlandırılan mersiyeyi beğendiğim şairdir. Bu mersiyeyi şimdikilere yazsalar egolar tavan yapardı rabbim korudu bizi çok şükür.
divan edebiyatının edebiyat okumuş okumamış herkesin ilk aklına gelen meşhur yazarlarından, adını günümüze duyurabilmiş üstat kişi.
ayrıca kendisiyle ilgili şöyle bir rivayet de mevcuttur;
kendisine bir insanın ne kadar zeki olduğunu nasıl anlarsınız diye sorulmuş vakti zamanında, ne kadar az konuşursa o kadar zekidir manasında bir cevap vermiş, bu cevabının akebinde eğer kişi hiç konuşmazsa zekasını nasıl tespit edersiniz diye sorulduğunda, hiç konuşmayacak kadar zeki insan yoktur diyerek cevapmış.
allah ın sıfatlarından biri olduğu için isim olması sakıncalı olan, yani bir yerde tasvib edilmeyen arapça kökenli kelime.
bâki yerine genellikle "abdülbaki" ismi tercih edilir.