selam sinema ile 90'ların ortalarında bir açılım yapan iran yeni dalga sinemasının en başarılı örneklerinden. film, iki kardeşin küçük fakat manidar sırlarını samimi ve duygusal boyutta büyüterek unutulmazlar listesine giriveriyor. tabi burda ince bir dantel gibi işlenmiş ve içselleştirilmiş yoksulluğun realitesi, günümüz dünyasının tam ve mutlak karşısında küçük görülen şeylere verilen önemliliğin yaşam koşullarının farklılığının yansımalarından kaynaklandığını düşündürüyor. bu düşündürüş yapmacıklıktan uzak olunca tadından yenmiyor kuşkusuz.
ali ve zehra'nın hikayesi ve içlerinde büyüttükleri sırları doğal ve gerçekçi bir tavır içeriyor. bu üslup kimi zaman yıllar önce de sica 'nın yönettiği bisiklet hırsızları 'na kadar götürdü beni büyük bir hazla. zehra'nın kanala düşürdüğü ayakkabısının arkasından koşuşu, derse geç kalmış ali'nin öğretmeni tarafından kovulurken ki ağlaması akıldan çıkmıyor doğal tarafından. içli içli düşüncelere dalar buluyorsun kendini.
kaliteli bir sinema filmi yapıvermenin büyük bütçelere, onlara, bunlara gereksiniminin olmadığını tekrardan gösteriyor cennetin çocukları! hatta şöyle akıla kazıyor falan. gerek yok, cidden yok!
can yakan ayakkabı değiş tokuşları, kiranın sürekli istenilip ödenemediğinin uyku esnasında duyuluşu peşisıra gözün kapanışı, ali'nin yarışmada 1. olduğu halde 3. olup olmadığını sorması ve en mühimi ali ve zehra'nın duygusal ve güçlü kardeşlik bağı filmin mühim halkaları. gene buna zehra'nın okuldaki kızın ayakkabısını eskidiği için atmasına gösterdiği tepki ve beden dersi sırasında gizlenen ayakkabının birden özgüven yaratması muhteşem güzellikte sahneler!
izlenmesi gereken iran sinemasını dünyaya açan bir başyapıt cennetin çocukları! de sica gerçekçi dışavurumunu iran'ın sosyal koşullarıyla özgün bir harmanlayış bu olsa gerek.
bir çift ayakkabının öyküsü. evet majid majidi'nin o sanat ve dram dolu filmi. iran sineması'ndaki şu küçük çocuklara hastayım. filmi az önce izledim ve bu gecenin sessizliğine karıştırıyor insanı.
ali ve zehra'nın kardeşlik duyguları muazzamdı, baya baya etkilendim. kardeşlerim olsa bağrıma basardım onları o derece. zehra'nın koşa koşa okuldan gelip gizlice ayakkabısını abisine verip, ali'nin onu giyip koşa koşa okula gitmesi sonra. ve zehra'nın kaybolan ayakkabısı için ali'nin kendini yiyip bitirmesi. her yerde bir hayat yatıyor aslında.
zehra babasına çay götürüyor, babası da cami için şekerleri kırıyor, önünde şeker yığını var. babası, zehra şeker niye getirmedin? diye soruyor. burada var ya şeker baba şeklinde cevaplıyor. olmaz kızım, bunlar caminin, oradan git şeker getir der babası.
ali'nin şehre ilk defa gitmesi ve zillere basıp çekinme, korku, utanma duygusunun yüze yansımış hali, çok ustalıkla işlenmiş. çok duru, film sizi kollardan tutuyor, boşluğa bırakıyor ve orada yol alıyorsunuz.
zehra'nın kanala düşürdüğü ayakkabısının peşinden koştuğunda dağıldım, ali'nin hocasına gelip nolur nolur katılmam dediği ve ağladığı sahnede bittim, 3. olmadım diye boynunu büktüğü sahnede sanki yok olup gittim.
ali'nin katıldığı yarışma sahnesi çok dokunaklıydı. 3. olana ayakkabı veriyorlar. ali de, ben 3. olup kardeşim zehra'ya hediye edeceğim onları diyor. (yarışmadan aldığı ayakkabıyı değiştirip) ama ali birinci olur.
babası da hem kızına hem ali'ye bir çift ayakkabı alır. sondaysa, şişmiş ve su toplamış bacaklar, ali ayaklarını sokuyor havuza. ve kaplumbağalar da uçar'daki kırmızı balıklar burada da var.
mümkünse tek başınıza izleyin, öyle kalabalık olup izlemeye kalkışmayın ve her 1 yılda bir aralıklarla izleyin, izlettirin...