film güzeldir hoştur, yaşamlar birbirlerine pek bağlanamadıysada, bağlamaya çalışırken eller yüzler birbirine bulaştırıldıysada özellikle fas'taki yaşam gerçekten mükemmel derece anlatılmış. fas'lı çocukların gerçekten uzak olmayan hareketleri, tavırları, yüz ifadeleri fevkaladeydi. fakat japon arkadaşıda aynı şekilde kötü canlandırmışlar. madem japon bir karakter canlandıracaksın neden ahraz o kişi. normal ama farklı bir sorunu olan bir japon olamaz mıydı.. çünkü filmin en önemli kısımları japoncanın tam çevirilmemesi nedeniyle anlaşılamadı. örneğin polis memurunun elindeki kağıda kız ne yazdıda adamın içi içini yedi.
neyse bir diğer anlayamadığım noktada gelen helikopterin fas ta köyün ortasına nasıl höt diye indi acaba. sorulabilecek bir çok soru var.5 üzerinden 4 ü zorlar derim.
"Yönetmen Alejandro González Iñárritu ve senarist Guillermo Arriaganın üçüncü çalışması olan Babel, bu üç hikâyeyi, günümüz dünyasının ileri teknolojisine rağmen; yüzyüze iletişimin gitgide yok olduğu ve paranoya dolu bir dünya düzleminde ele almış. Filmdeki farklı mozaiklerin düşünüldüğünde anlamı büyük. Yani Japonyada bir hikâye ya da Meksikalı bir kadını anlatması rasgele seçilmiş hikâyeler değil. Yılın en iyi filmini yapan ve her yaptığı film klasikleşen Iñárritu bir kez daha -bir olayla kesişen hayatların taraflarını- anlatmış fakat bu kez daha ölümcül sonuçlara gebe olan bir olayla ve bir kelebek etkisinin sonuçlarıyla yüzleştirmiş seyirciyi. Aynı zamanda Amerikan tutumuna getirdiği yoğun eleştirel yaklaşım düşünülünce neden Oscar alamadığını anlamak da zor değil."(bkz: http://www.sinematurk.com/kose.php?44)
genel kanaate göre sevilmiş, beğenilmiş bir film olmasına rağmen ben pek sevmedim. sıkıcı, fazlaca uzun, iç bayıltıcı buldum. ancak yiğidi öldürüp hakkını yemeye niyetim yok. oyunculuğa ve görsel kaliteye laf etmem. özellikle tüfeği oyuncak gibi kullanan ve bir insanın ölümüne sebep olan çocuklardan yusuf adlı olanı pek yetenekli bir kerata. ayrıca meksikalı kadının çölde çaresizce yardım istemesi, ayaklarımı uzatmış buz gibi limonata içerek filmi izleyen beni bile kasmıştır.
birbirinden farklı hayatların ince bir şekilde birbirine bağlanması üzerine kurulu bu filmin yegane merak unsuru kanaatimce japon kızdır. zaman zaman filmin sanki başrolüymüş gibi ağır bir rol üstlenen bu kızın filmle alakasını kurmaya çalışmak, az önce belirttiğim gibi sıkıcı bulduğum bu filmi izlenebilir kılan öğedir. ayrıca bu japon hanım kızımıza da kocaman bir alkış gönderiyorum. göz dolduran oyunculuklardan biri o yusuf adlı çocuğa, biri de bu kıza aittir.
brad pitt'e gelince. bildiğimiz brad pitt işte.yine başarılı, iyi bir performans sergilemiş. ama...işte buraya bir ama koyuyorum. illa da bu filmde olması gerekmezmiş gibime geliyor. o değil de başka biri de olsa giderdi bu film. yani brad pitt bu filmde olmazsa olmaz bir oyuncu değil.
bu filmi bir daha izler miyim? hayır.
ancak emeğe saygı diyerek, yayında ve yapımda emeği geçenleri kutluyorum.
evet, ilk söyleyeceğim şey budur, son zamanlarda da hep böyle olmuştur. çekilen 10 filmin neredeyse 9'u postmodern kalmaktadır. keza kitaplar da öyle..
canım arkadaşım,innaritum benim... bak o kadar bilgilisin, kültürlüsün, entelektüelsin, emek vermiş koca bir film çekmişsin, ama kendi fikrini belirtmemişsin be arkadaşım? tamam, anlatılan hikaye ve mesaj güzel, yanlış şeyler yapılıyor, biliyoruz da, yarım bırakmaya, sadece genel geçer bir bakış açısıyla film çekmeye ne gerek var allasen? kendi fikrin olmadıkça, "aslında şöyle olmalıdır, ya da aslında böyle olmaktayken olmamalıdır" diye elle tutulur bir fikir belirtmezsen bu ne kadar sanat sayılır? yapmayın böyle şeyler, yeter artık aaa.. ben sıkıldım siz sıkılmadınız be..
her neyse.. film güzel film. dediğim gibi, postmodern yaklaşmasa çok güzel film.. anlatılan konu öyle ahım şahım özgün değil ama özgün bir yerden yakaladığından özgün de sayılabilir. güzel film işte..
gelelim izleyenlerle sohbete...
--spoiler--
aslında bütün film, en sonda japonya'daki haber bültenini sunan spikerin söylediği şeyden ibarettir:
"ve amerikalılar mutlu sona ulaştı..."
fas... iki çocuk.. bir zamanlar hepimiz çocuktuk.. türlü denyoluklar, türlü fırlamalıklar yapmadık mı? yaptık.. ha onlar gibi de yapmadık elbet ama, diyorum ya, ikisi de çocuk.. çocuk işte, ne bilsin? aklı erer mi böyle şeylere sanki? bir de tabi dağda bayırda, keçi otlatarak büyütmüşsen, farklı dünyalar ve farklı yaşamlar görmemişsen malesef ki kendini de geliştiremezsin, daha da çocuk kalırsın.. demek ki neymiş? bu kurşunu atanlar, çocuk bile sayılmayacak yaşta iki küçükmüş..
bu kurşun atıldıktan sonra ne olmuş peki? abd hükümeti devreye girerek, ilan edilmesi gerekenleri terörist yahut şüpheli ilan etmiş. sonra da vatandaşını korumak için gereken her şeyi yapmış. terörist olduğu gerekçesiyle küçük bir çocuk öldürülmüş, -ki bizde de örneği vardır; (bkz: uğur kaymaz)- birkaç masum insan evire çevire dövülmüştür. bu masum insanların ne olup bittiğinden dahi haberi yoktur. devlet gelip dayak atmıştır, onlar da yemiştir.. olay budur..
bu saatlerde meksika'da bir düğün yapılmaktadır. bu düğüne fas'ta vurulan kadının çocuklarına bakan kadın da gidecektir, çünkü oğlunun düğünüdür. çocuklara bakacak kimseyi bulamadığından mecburen onları da yanına alarak meksika sınırını geçer. düğün yapılır, biter.. geri dönüş yolunda, sınıra vardıklarında anneleri "teröristler" tarafından vurulan iki çocuğu gören görevliler araba üzerinde sıkı bir arama yapar. bu esnada arabanın şoförü olan matrak ve fırlama gencimiz de polisle şaka maksatlı olarak hafifçe dalaşır. fakat işler ciddidir. polis kendisine ciddi anlamda kötü davranmakta, resmen bir kaçak yahut terörist muamelesi yapmaktadır.
tabi bunun sebebinin kendisinin şaka yollu dalaşmaları olduğunu düşünen, işin aslından haberi olmayan gencimiz de inada bindirir ve gazı kökleyerek kaçmaya başlar.. sonrası bellidir işte.. kadın yakalanır, sınırdışı edilir..
burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da, kadın yakalandıktan sonra karakolda polisin, çocukların babasının aranmasından sonra babanın çok kızdığı fakat "lütfederek" mahkemeye intikal ettirmeyeceği yönündeki bilgi aktarımıdır. kadın buna da elbette teşekkür etmiştir. oğlunun düğününde oğlunun yanında olmaması, bir amerikalının çocuklarına birilerinin bakmasından daha önemli değildir, hatta yanında lafı bile edilemez!
düğün iptal edilip tekrar yapılsın diye de bir teklif gelmişti, düğünde görülüyor ki 1000'e yakın insan var.. nasıl iptal edilebilir düğün?
her neyse, sonuç olarak hiçbir şeyden haberdar olmayan bir grup insan da meksikada terörist yahut suçlu konumuna gelmiştir.
tüm bunlar yaşanırken japonya'da bir kız da cinsel ilişkiye giremediği için hayata küsmüştür! o da o denli önemlidir elbet! (kızın sorunları olduğunu biliyorum, ama o denli büyük sorunlar mıdır? elbette hayır..)
sonuç olarak, spikerin de dediği gibi, amerikalılar mutlu sona ulaşmış, her şey çözülmüştür.. mesele aslında bu kadar basittir.
bir de meksikanın meksikalılarla dolu olmasından dolayı tehlikeli olması durumu vardı ki gerçekten güzel bir espri ve tespit idi.. o da aslında filmi özetleyebilecek bir cümle..
--spoiler--
eveeet, işte böyle.. bir film eleştirisini daha postmodern filmlere bir son verilmesini dileyerek bitiriyorum efendim, iyi seyirler..
bütün alt hikayesi ismine yüklenmiş fasarya film. bütün dillerin ve tek tanrılı dinlerin çıkış noktası olarak kabul ediliyormuş babil. konuşup anlaşamayan farklı uluslardan insanlarla böyle bir bağıntısı var sanırım isminin.
görünen hikaye 20 dakikalık bir montajla hiçbir kesintiye uğratılmadan aktarılabilir aslında (feci spoiler): "bir japon avcının, faslı bir rehbere hediye ettiği tüfekle, çocuklarını meksikalı bir bakıcıya bırakarak tatile çıkan amerikalı bir çiftin kadın olanın vurulması."
filmdeki uzuuuuuun sekanslarda o kadar çok vakit bırakmış ki yönetmen izleyicisine, o araya bir sürü hikaye doldurulabilir. kelebek etkisi mesela: attığınız her adım, dünyanın çok uzağında inanılmaz etkiler yaratabilir. o japon baba hediye ettiği tüfekle, bir dünya savaşına bile yol açabilirdi biraz daha zorlansaydı senaryo.
o sağır ve konuşamayan japon kızın varlığından yola çıkarak, filmin isminin göndermesini de teslim alarak asıl mesaj şöyledir de denebilir: "konuşabiliyorsunuz diye anlaşabildiğinizi mi sanıyorsunuz?" özellikle konuşanlar iki karşı cinsse mesela (amerikalı çift, japon kızla babası gibi) anlaşamadan içinize gömmeye alışın diyor.
kişisel çıkarımım en güzeli ama: hangi yola çıkarsanız çıkın, isteksiz birini almayın yanınıza, burnunuzdan getirir. yol, oyun, aşk... hepsi hayat bunların. "varmak" neredeyse imkansızken, hiç değilse yolda mutlu olmak için arkadaşınızı iyi seçin.
postwatchscript: x2 forwardla izleyin, hiçbir şey kaybetmezsiniz. (tembel yönetmenleri slowmotion kınıyorum)
sinema eleştirmeni gözü ne der bilinmez ama küresel dünyada medeniyetler arası farkları gözler önüne sermeye çalışmış ve bunu yaparkende her zamanki amerikalı zihniyetiyle diğer medeniyetlere üçüncü sınıf olduklarını hissettirmek için yapılmış bi film izlenimi veren film.
tempo denen şeyin sıfır olduğu paralel hayatları anlatan biraz düşünüp üç beş kelimeyi biraraya getirebilen herkesin yazabileceği bire senaryoya sahip olan flimdir. türkiyede böyle trajik flimlerden çok vardır. oturun neşeli günleri izleyin daha iyi.
üst düzey oyunculuklar barındıran bir film. ancak benim gibi filmde oyunculuktan çok senaryo (konu) arayanlardansanız muhtemelen beğenmeyeceksiniz. dört farklı yerde ilerleyen konu nasıl bir araya gelir lan bunlar diye düşündürüyor ancak gayet güzel biraraya getirilip öylece bırakılıyor.
açıkçası hep ''birazdan öyle şeyler olacak ki'' düşüncesiyle izledim ama bu 140 dakika kadar uzun bekleyiş sonunda gördüm ki film zaten beklerken geçenlerden ibaretmiş. yani bu yönetmeninkiler dahil bazı filmlerde görülen son sahne şoku diye bir şey yok bu filmde.
film çok kötü falan demiyorum ama iyi bir filmde değil. ''sanattan anlamayanlar zaten izlemesin'' denmiş de üzüldüm. demek ben odunmuşum.
ayrıca hastası olduğum Cate Blanchett altına işeyerek kendinden soğuttu beni. bu da mı sanat ha söyleyin hakim bey bu da mı sanat!
tam bir hayalkırıklığı olan film. iki sene evvel crash die bir film çekildi, soruyorum sana crash'ten ne farkın var? üstelik aynı sinema dilini, anlatım tekniğini kullanmana rağmen ondan kötüsün. yani kötü bi taklitten öteye gidememişsin. ayrıca filmin sonunda havada kalan bölümler var. mesela o gereksiz japon aile.. sinemada önümde oturan metin üstündağ'la bile çıkışta bunu konuştuk. sonunda japon kızın annesini öldürdüğüne kanaat getirdik. yine de tam anlamıyla emin değiliz.
herşeye rağmen, ben anlamam arkadaş cate blanchett'in duru güzelliği ,brad pitt'in hayvani cazibesi bana yeter diyosanız gidin, izleyin, izlettirin, ne diim.
gerim gerim gerildim bunu izlerken. bazı sahneler sanki gereğinden fazla uzatılmış. böyle hafif müzik eşliğinde manzara sahneleri falan var bunlardan hoşlanan bir yapınız varsa film sizi sıkmayacak aksine fevkalede bir haz verecektir.
birbirleriyle bağlantılı olayların dünyanın dört köşesinden simultane anlatıldığı güzel bir film.
en iyi film müziği dalında aldığı oscarı sonuna kadar hakettiğini düşündüğüm film. bir filmin müziği bir filmi en çok bu kadar etkileyebilirdi. filmin fas'ta geçen sahnelerinde duyulan müzik gerçekten insanda tuhaf bir hüzüne sürüklemektedir. bunun nedeni fas'ın o kurak toprakları ve insanlarının o kuraklıktan ve yoksulluktan dolayı kararmış yüzleri de olabilir.
huznun sembolize edildigi bir basyapittir.
icerisinde onlarca icice gecmis, metafor gizlidir ..
isminden baslayayim isterseniz..
yonetmen acaba neden babel (babil) ismini vermistir filme?
eger mitolojiye ilgi duyuyorsaniz , babil denildiginde iki sembol gelir akla, babil in asma bahcelerive babil kulesi , antik babil sehri, bagdatin 50 km guneyinde kalir, bu sehirde tarihcilerin soylemine gore kat kat yukselen binalarda her bir katta devasa cicekler ve bitkilerle bezeli bahceler mevcutmus(tarihci diodorus siculus)firat nehrinden su garip aletlerle
bu bahcelere tasinirmis..(strabo ve bizanslı philo adli tarihcilere gore ) "bahçe dörtgen biçimindeydi, iki uzun kenarı 400 metre uzunluğundaydı. kemerler ve küp biçiminde çeşmelerle süslüydü. alttan başlayan merdivenler dönerek yükseliyor ve en üst terasa kadar ulaşıyordu. asma bahçeleri, en alttan itibaren bitkilerle doluydu. dev ağaçlar topraktan en üst kata kadar ulaşıyordu. tüm yapı, taş sütunlarla destekliydi, su akımı eğimli kanallar aracılığıyla sağlanıyordu ve bir sistemle sular yukarı çıkıp yine aşağıya akarken, tüm bitkileri suluyordu. yapılanlar tam olarak bir krallık lüksünü yansıtıyordu..."
sorumuzun cevabi asil kule ile ilgili efsanede gizlidir . babilliler tanriya ulasmak amaciyla bir kule yapmaya karar verirler .kule giderek goge dogru yukselmeye baslar tanri bu arada yapimda calisan herkese farkli diller vererek iletisimlerini bozar ve kule bir turlu bitirilemez. tanri iletisimsizlik yaratarak insanlarin ona ulasmasini engeller . parcalari birlestirip filme donelim ve yorumlayalim..
film boyunca dort ayri dilde ve cografya icersinde gecen birbirinden bagimsiz iliskiler, iletisimsizlik ve bunun yarattigi aciyi izleriz. fas -meksika -japonya ve abd dort farkli kulturdeki karakterlerin, ordukleri duvarlar, kendileri disindaki farkli etnikteki insanlara bakis acilarini detaylandirir .yonetmen bir ironi ile dort hikayeyi (yonetmenin edebiyati kullanarak ordugu kurguya olan hayranligimi belirteyim yeri gelmisken) birlestirir.
bati kulturu -ki filmde amerikali cift ,diger otobus yolculari ve amerikan medyasi ,gorevlilerince sembolize edilir ve dogu kulturu fasli coban ailesi ve koyluler, meksikali bakici (bence meksika batida yer almasina rahmen amerikali olmamalari dolayisiyla ironik bir dogululuk tasir ),ve japon kiz...yani amerikali -batili olmayan oteki dunya. her bir kultur kendi sistematigi ve dogrulari ile verilmeye calisilmis digeri gozuyle degil .
bitmedi
diger metaforlari gormeye calisayim..
zengin -yoksul farklilastirmasi
ozurlulerin yasam zorluklari ve normal insanlarin onlara bakis acilari
dogunun kendine ozgu ataerkil aile iliskileri -batinin modern aile sembollerinin gosterimi
cocuk gozuyle hayat ve buyuklerin, onlari donusturme bicimleri ,
onlarca ayrinti ..
sonuc :
benim gibi ayrinti seven hayatin ayrintilarda gizli oldugunu dusunenler icin ;filmin sonunda isimler yazmaya basladiginda hatta cikip sinemadan etrafa bakildiginda ,ayni iletisimsizlik ve acilarla kusatildigimizi gorursunuz . insanlar hala sizi etnik kimliginize ve maddi yeterliliginize gore degerlendirir. hayat ayni bazi sinemacilarin size gostermeye calistigi gibi ,pembe cerceveli gozluklerle gozuken degil. yasanilan gibidir.
hazir yiyen sinema izleyicisi icinse; brad pitt'i gordunmu ay ne seker .bayiliyorum filmidir .