babel

    90.
  1. çok az filmde gördüğüm içerik ve ad uyuşmasına cuk örnek. bilindiği üzre babil, tanrıların öfkesiyle ilişkilendirerek farklı dillerin ortaya çıkmasını konu edinen bir efsanedir.

    --spoiler--
    filmin sahiciliği onu, benzer kurguyu paylaşan diğer filmlerden ayıran en önemli özelliği olsa gerek. cate blanchett'in otobüste vurulmasının akabinde, brad pitt'in yardım için çırpınışı, çoğunlukta bende olduğu gibi mide kasılmalarına yol açmış nitekim. çocuklar kaybolduktan sonra, bakıcı hanım teyzenin perperişan yürümesi de keza.

    yalnız japon kızımızın, polisin evine geldiği sahnede adamın karşısına cıbıl çıkmasıyla kahkahayı patlattım. vericem de vericem...ne azimmiş arkadaş ya.
    --spoiler--
    14 ...
  2. 15.
  3. sinemasal anlamda tam bir eleştirisinin yapılabilmesi için birden çok kereler izlenmesi gereken filmdir.

    öncelikle, belirtilmelidir ki, babel önceki inarritu-arriaga filmlerinden daha farklı ve ayrı bir yerde incelenmesi gereken bir filmdir. şöyle ki; üçlemenin tüm filmlerinde ortak özellikler gözlemlenmekle birlikte, inarritu babel'de en basitinden kurgusal düzenlemede farklılığa gitmiştir. amores perros ve 21 grams'ın aksine, babel'de kurgu çok daha doğrusaldır ve yönetmen esasen izleyicinin kurguyla aklının karışmamasını ve anlatılmak istenen duyguyu, mesajı doğrudan algılamasını amaçlamıştır. bu nedenle, üçlemenin diğer filmlerinde sıkça başvurulan flashback'leri bu filmde görememekteyiz. hikaye bu sefer, eş zamanlı bir şekilde ilerlemektedir.

    filmin esas temasına bakarsak, anlatılan temel kavramın iletişimsizlik olduğunu görürüz. gerçekten de, yönetmen filmin adına atıf da yaparak * insanlar arasında her geçen gün büyüyen uçurumları, iletişimsizlikleri, anlaşmazlıkları taşımak istemiştir beyazperdeye. ve bunda kısmen başarılı da olmuştur. öyle ki; sürekli gelişen, değişen dünya ve teknolojik sistem iletişim olgusunda ilerleme sağlarken, insanların birbirlerine yabancılaşmasını da beraberinde getirmektedir. başka bir deyişle, gelişen teknoloji insanları çok daha iletişimden yoksun, mutsuz ve en önemlisi yalnız hale getirmektedir. filmin temelinde anlatmak istediği budur. yönetmen bunun için de, teknolojinin hemen hemen hiç olmadığı tabir-i caizse gri renkteki fas'ı ve nerdeyse bir uzay şehrini andıracak derecede renkli ve teknoloji cenneti olan tokyo'yu mekan olarak bu nedenle seçmiştir. yine, karakterlerin farklı ırklardan ve farklı dillerden seçilmesi de elbette ki tesadüfi değildir. burada da amaç, aynı dili konuşmasalar aynı kültürel geçmişten gelmeseler dahi, günümüz insanının benzer iletişimsizlik sorunlarından muzdarip olduğunun vurgulanmasıdır.

    esas temanın dışında, filmin yan unsurlarla desteklediği başka göndermeleri de mevcuttur. nitekim; iletişimsizlik ve uzaklaşma, beraberinde ayrımcılığı, yabancılaşmayı ve yabancılaştırmayı da getirmektedir. meksika sınırında, sınır polisinin meksikalı aileye zorluk çıkarması ve sadece "yabancı" oldukları için onlardan şüphelenmesi de bu ayrımcılık sorununa bir vurgu niteliğindedir. yine, fas'taki adam yaralama olayının ilk etapta terörist bir saldırı zannedilmesi, diplomatik krize yol açması, turist kafilesindeki bazılarının fas'ta can güvenliklerinin tehlikede olduklarından dem vurmaları da hep 11 eylül sonrası oluşan toplumsal paranoyanın beyazperdedeki eleştirisidir. bu bakımdan, hikayenin başlangıcı olarak bir islam ülkesi olan fas'ın seçilmesi de tesadüf sayılmamalıdır.

    filmin tokyo ayağına baktığımızda da, esas temanın desteklendiği görülmektedir. değinildiği üzere, bir teknoloji cenneti sayılabilecek tokyo'nun cıvıltılı, rengarenk ve en önemlisi gürültülü dünyasındaki sağır ve dilsiz kız, bize teknolojinin getirdiği yabancılaşma duygusunu ve birbirinden soyutlanmaya yüz tutmuş hayatları anlatmaktadır. bu noktada, yine bir inarritu-arriaga klasiği olarak, ailevi sorunlar yaşayan sorunlu bir genç insan ve ebeveyni ile içinde bulunduğu uzaklık teması da karşımıza çıkmaktadır.

    filmin anlatmak istediklerinden sonra, eleştirilerin yoğun olarak toplandığı noktalara da değinmek gerekmektedir. filmle ilgili en temel eleştiri; inarritu-arriaga ikilisinin üçlemenin her üç filminde de ailevi sorunlar yaşayan gençler ve ebeveynleri ile olan bozuk ilişkilerini konu olarak ele almasıdır. bu biraz işin kolaycılığına kaçmak gibi gösterilmektedir ki son derece doğrudur. bu olay örgüsü, izleyicinin her üç filmde de karşısına çıkmıştır ve orjinalliğini yitirmiştir. bunun dışında, temel olarak senaryonun da diğer filmlere göre daha eksik ve yer yer "zorlama" olduğu da bir gerçektir. arriaga bu sefer, paralel hayatların öyküsünü anlatırken, sade tarzını bir kenara bırakmış ve olaylar arasında izleyicinin zaman zaman kurmakta zorlandığı bağlar yaratmıştır. nitekim; filmden çıkan her izleyicinin temel eleştirisi, olay örgüsünün japonya'ya bağlanışının oldukça yapay duruşudur ki bu da haklı bir eleştiridir * *.

    sonuç olarak; babel, alejandro gonzalez inarritu'nun diğer filmlerinden oldukça farklı bir film olmuştur. gerek oyuncu kadrosunun tanınımışlığı * gerekse senaryodaki eksiklikler ve yapaylıklar filmin, üçleme içinde ayrı bir yere konulmasını sağlamıştır. bunun yanında, diğer filmlerde müzik baskın bir öge değilken bu filmde oldukça ön plandadır. velhasıl, üçleme tamamlanmıştır ve nihai kararı her izleyici kendi yorumu ve düşünceleri dahilinde verecektir.

    *
    14 ...
  4. 11.
  5. babel, bir inarritu filmi olduğunu ilk sahneden kapanışına kadar belli eden bir film. aynı amores perros ve 21 grams'da olduğu gibi meksikalı yönetmen filme imzasını atmış yine. her ne kadar, üçlemenin en zayıf filmi gibi görünmesine karşın, yine de kesin bir karşılaştırma yapmaktan alıkoymaya çalışıyorum kendimi. çünkü; bir üçleme olsa da, inarritu'nun her filmi apayrı bir büyü taşıyor kendi içinde. apayrı öyküler anlatıyor.

    oyunculara bakarsak, gael garcia bernal bu sefer çok az bir süre karşımıza çıkıyor. keza, brad pitt ve cate blanchett da aynı şekilde çok kısıtlı sürelerle görünüyorlar ekranda. filmin asıl kahramanları ise, faslı çocuklar ve japon kız. tam anlamıyla muazzam birer oyunculuk örneği sergiliyorlar. inarritu yine isimsiz kahramanlar yaratıyor bu filmde de. filmin, anahtar noktalarında da hep bu isimler ön plana çıkıyor.

    üç farklı kıta, dünyanın üç uzak noktası..birbirlerinden habersiz, farklı dillerle iletişim kuran ve ancak ortak kaderleri yaşayan insanların inarritu'nun kamerasından yansıması..hayatı öğrenmeye çalışan çocuklar, yabancı bir ülkede 16 yıldır tutunmaya çalışan bir kadın ve önündeki duvarları aşamayan, iletişim kurmaya çalışan japon kız.

    babel..modern zamanların gerçeğe öykünen masallarını, paralel hayatlar kurgusuyla anlatıyor bizlere..
    10 ...
  6. 7.
  7. tek kelimeyle inarritu kokan,aynı anda dört faklı açıdan merak uyandırıp olayları süper bir biçimde birbirine bağlayıp bitiren,sanatsal filmlere yatkınlığı olmayıp film dağarcığı o şimdi asker,sınav ve hababam sınıfı üç buçuk gibi filmlerle sınırlı olanların tabii ki beğenmeyeceği güzel film.

    edit:brad pitt'i o kadar yaşlı Gael García Bernal'i ise film boyunca toplam 4 dakika kadar görmek biraz hayal kırıklığı yaratıyor.
    9 ...
  8. 30.
  9. Amores Perros ve 21 Grams gibi başarılı filmleri de yöneten Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzalez inarritu'ya Cannes Film Festivali'nde 'En iyi Yönetmen' ödülü kazandıran 2006 yapımı 'Babil' dünyanın dört bir yanına dağıtılmış bu insanların, son yıllarda adına "küreselleşme" denilen ortak değerler içinde yaşayışlarını izleyiciye anlatma çabasındadır.
    Aslında birbirleriyle hiç de alakası yokmuş gibi duran üç farklı kıtadaki(Asya, Afrika, Amerika) insanlar, görünüşte 'Amerikalı' bir kadını boynundan yaralayan bir tüfekle; daha derin manada ise, aynı iletişimsizlik ve anlayışsızlık çerçevesinde yer almalarıyla birleştiriliyorlar. Oysa kutsal kitapta yazılmış şu sözü Babil efsanesiyle temellendirdiğimizde durum şöyle özetlenebilir: "Tanrı değil bizi birbirimizden ayıran; kendi anlayışsızlığımız, duyarsızlığımız, sevgisizliğimiz..." Zaten filmin afişinde ve fragmanında da bize reçete sunulmuştur: "If you want to be Understood... Listen" yani, "eğer anlamak istiyorsanız dinlemelisiniz."
    filmin yönetmenin inarritu bu filmle ilgili olarak "önyargı dolu bir dünyada, önyargısız bir film yapmak istedim", der. Filme baktığımız zaman oryantalist bakış açısının 11 Eylül sonrası birleştiği 'islamofobi'ye rağmen, toplumsal eleştirilerini her millete yöneltmiş olması dolayısıyla klasik Amerikan filmlerine nazaran 'oldukça' önyargısız bir film olduğunu söylemek mümkündür.
    inarritu'nun üçlemesinin 3. filmi Babel'de kesişen üç farklı hayat benzer yönlerden karşılaştırılmıştır. Filmde çeşitli izleklerle yapılan bu takip ile izleyiciye dünyada aslında biz bize olunduğu, tüm karmaşıklığına rağmen dünyanın "küresel bir köy"den başka bir şey olmadığı hissettirilmiştir.
    Film, Fas'da yaşayan çoban ailenin bin dirhemlik bir tüfeği beş yüz dirhem ve bir keçiye almasıyla başlar. Sattığı silah ileride başına bela olacak adam, "bu tüfekle oğulların bir sürü çakal öldürecek" derken vurulacak 'çakal'ın 'Amerikalı' bir kadın olacağını elbette tahmin edemezdi. izleyici, daha filmin başında Babil'in sarı, çıplak dağlarında yankılanan tüfek sesleriyle irkilir. Aldıkları tüfekle kendi sonlarını hazırlayan Faslı ailenin dramı bireysel silahsızlanmanın önemine işaret emektedir. Kurşunu bir silaha değil, tüm ülkeye mal eden Amerikan yetkilileri, daha olayla ilgili araştırma bile yapılmadan olayı terörist saldırı olarak nitelendirmişlerdir. Ahmet ve Yussuf'un babası ile annesi arasında geçen bir diyalog 11 Eylülden sonra ortaya çıkan paranoyanın aslında çok da kabul edilir olmadığını destekler:

    B:teröristler Amerikalı turisti öldürmüş uzun yoldan geldim.
    A: burada terörist yok ki.

    Oysa tüm bunlar, silahın satıcının dediği gibi üç kilometredeki bir 'şey'i vurup vuramayacağını anlayabilmek gerçekleştirilen bir çocuk oyunuydu! "Çakal vurmaca" oyunu ailenin iki çocuğundan büyüğü olan Ahmet'in ölümüyle son bulmuştur.
    Vurulan Amerikalı kadın ise, dört koldan ilerleyen hikâyenin bir diğer kolundadır. Karısıyla bozuk olan arasını, belki de, egzotik bir tatille düzetmeye ya da kendi deyimiyle sadece "yalnız kalmaya" gelen Richard*karısı Susan'la aralarının düzelmesine vesile olacak olayın bu kadar acı verici bir seyir izleyebileceğini tahmin edemezdi. Karı koca arasındaki bu gerginliği izleyici ikilinin yediği yemekte fark eder; sipariş ettikleri 'kola' ile beraber gelen bardağın içindeki buzların ne tarz bir sudan yapıldığını bilediği için bir hışımla onları yere atan kadın bu "öteki" dünyada olmaktan mutlu görünmemektedir. Ancak ileride başına gelecek olayda iğrendiği insanların tutumlarının 'kendi insanları'ndan ne kadar farklı olduğunu görecektir.
    Fas’ın egzotik çöllerini dolaşmak için otobüsle yola çıkan Amerikalı ve Avrupalı bir grup turist Susan'ın vurulması üzerine, otobüsle beraber oraya en yakın köy olan turist rehberinin köyüne gitmek zorunda kalırlar. gustavo Santaolalla'nın etkileyici müzikleri eşliğinde köydeki "öteki" hayatla karşılaşmalarına tanık olduğumuz turist kafilesi aslında tam da görmek istediklerini görmektedir: çarşaflı kadınlar, belki de ilk kez gördükleri otobüsün arkasından koşan çocuklar, ki biz bu çocukları Türk filmlerinde Almanya'dan gelmiş mahalle zengininin Mercedes'inin arkasından koşarken görürüz, takkeli adamlar ve yokluk; Buna karşılık turist kafilesinin gözlerinde ilgiyle beraber ilgisizlik, acımayla beraber üstten bakma görürüz.
    Richard, karısı Susan'ı rehberin evine taşır ve hemen bir telefon bulmaya giderken kafileden "öteki" olmayan, kendinden olan insanlar tarafından yolu kesilir. Buradan gitmeleri gerektiği, buranın tekin bir yer olmadığı gibi tepkiler alır. Hatta turistlerden biri "neden burada kalmamız gerekiyor ki?" der. Amerikan bireyselciliğine gönderme yapan bu sahnelerde de inarritu!nun filmi üzerine inşa ettiği iletişimsizlik eleştirisi açık bir biçimde görülmektedir. Türklerde sıkça kullanılan ve sadece sözde kalmayıp uygulama sahası da bulan "halden anlama" deyimi Amerikalılarda olmadığından mıdır bilinmez, turist kafilesi yine bildiğini okuyarak iki eksikle köyden kaçarcasına ayrılır.
    Amerikan Konsolosluğu'nu arayan Richard, yerini tarif eder ve yörede zaten bir tane olan ambulansın geleceğinden ümidi kesip, Amerikalıların en yakın zamanda gönderileceğinden adeta emin olduğu helikopteri beklemeye koyulur. Ancak bürokrasi engeline takılan helikopter umdukları kadar erken gelmez.
    Bu bekleyişte karşılaştıkları kendilerinden çok farklı bu dünyanın içine girme şansı bulan Richard ve Susan aslında bu yardımsever insanların hayallerinden farklı olduğunu anlarlar. Helikopter geldikten sonra Richard'ın rehbere verdiği parayı adamın kabul etmemesiyle değişen suratından bunu anlayabiliriz. "Money talkes bullshit walkes" felsefesinin hükmünün bu gizemli(!) topraklarda geçerliliği yoktur.Derken beklenen yine gerçekleşir: 'Amerikan' helikopteri gelir, Susan'ı kurtarır!
    Beş günlük zorlu bekleyişin ardından gelen helikopterle anında bekleme sürecindeki ızdıraplar unutulur ve "Amerika'nın kurtarıcılığı" ön plana çıkıverir. Benzer bir sahneyi Hayat Güzeldir filminden de hatırlamamız mümkündür. Filmin sonunda Yahudi Caşua'yı da Amerikan tankı kurtarmıştır!
    Filmin Susan'ı vuran kurşunun çıktığı tüfeğin sahibinin Japon bir avcı olması nedeni ile Japonya da filme dâhil olur. iç içe geçmiş olaylarla kesişen hayatlar sayesinde film geniş coğrafyalara yayılmıştır: Japonya ve Fas'ın yanı sıra, bakıcı kadın Amelie'nin düğün için gittiği Meksika ve Susanla Richard'ın da memleketleri olan Amerika da filme dâhil olur.
    Filmin Japonya ayağı Yussuf'un ateş ettiği tüfeğin sahibi olan adamdan ziyade bu adamın sağır ve dilsiz kızı üzerine kurgulanmıştır. Film içinde sık sık Japonya'nın Fas'tan sonra verilmesi ile izleyiciye iki ülkeyi karşılaştırma ve yabancılaşmaya tanık olma imkânı veren sahnelerde yabancılaşan sadece ülkeler değil, aynı zamanda özrü dolayısıyla toplumda kendine yer bulamayan ve psikolojik sorunları olan Japon kızdır. Kızın yaşadığı gökdelenin balkonundan aşağı baktığı sahnede modernitenin yalnızlığını yükseklik korkusuyla vermeyi başarmış olan film, yokluğun sadece maddi olmayacağı manevi açlığın açtığı derin yaraların boyutlarının ne denli büyük olabileceğine işaret eder. Bir teknoloji cenneti japonya'nın hareketli, gürültülü, prıltılı dünyasındaki sağır ve dilsiz kız, izleyiciye teknolojiyle katlanarak artık kendine ve yaşadığı gerçeklere yabancılaşma olgusunu perçinler.
    Genç kızın gittiği diskoda çalan şarkıyı duymadan dans etmesi ve o kalabalığın içinde yönetmenin kızın gözlerinden sessiz dünyasına bakması ile yabancılaşma imgesi pekiştirilmektedir.
    Bu kaybolma teması, film içindeki diğer hikâyelerde de işlenmektedir: Amerikalı çiftin tanımadıkları ve tebeden baktıkları bir ülkede kaybolmaları ve Meksikalı bakıcı teyzenin çölde önce çocuklarla beraber kaybolması vb. filmde üst kültür timsali olan amerikalılar ve japon genç kız bir şekilde kendilerini bulurlarken, "öteki"leştirilen faslılar ve Meksikalılar paçayı o kadar kolay yırtamamışlardır. Zira çocukların bakıcılıklarını üstlenmiş olan ve filmde daha çok kırmızı elbisesiyle arz-ı endam eden Meksikalı teyze sınır dışı edilmiştir. Filmdeki bakıcı kadına sınır dışı etme olayında polislerin yaklaşımı da filmin genelinde hâkim olan iletişimsizlik fikrinin eseridir.
    Filmin hikâyelerindeki diğer bir ortaklaşma ise, çocuklarda yaşanır. Amerikalı çiftin çocukları dünyadaki tüm olumsuzluklardan izole edilmiş bir hayat yaşamaktadırlar, gerçek hayatı Meksikalı bakıcılarının oğlunun düğününe geldikleri zaman görürler ancak. Burada bakıcı kadının yeğeninin tavuğu gözlerinin önünde öldürmesiyle suni hayatlarından çıkarak gerçekle, ölümle tanışırlar. Fas'taki çocuklar ise, tam anlamıyla bir yaşam mücadelesi vermektedirler ve oynadıkları tek oyun kollarını açıp esen rüzgâra karşı direnmeleridir. Gerçek hayatta ise, Ahmet bu rüzgâra daha fazla direnememiş ve polislerle çıkan çatışmada öldürülmüştür.
    filmde, "Meksika tehlikeli bir yerdir bakışı" da tiye alınıyor. inarritu filmde Meksikalılara tabiri caizse öcü gözüyle bakılmasını bakıcının yeğeni ve çocuklar arasında geçen şu diyologla eleştirmiştir:

    Y: cennete hoş geldiniz!
    Ç: burası Meksika mı? Annem Meksika'nın çok tehlikeli olduğunu söylerdi.
    Y: evet burada çok Meksikalı var.
    Oysa filmdeki Meksika, yazarın Meksikalı olduğundan mıdır bilinmez, hep cancanlı, şirin hareketli ve 'müzikli'dir.
    Farklı kıtalardan farklı insanları ortak bir alın yazısında buluşturan film, Babil efsanesinde birlikleri bozmak için tüm dünyaya Babil'den dağıtılmış insanları adeta kendisine yeniden çağırmıştır. inurritu, filmin başında yere atıp paramparça ettiği vazonun parçalarını filmin sonunda yapıştırarak Babil Kulesi'ni yeniden inşa etmiştir.
    8 ...
  10. 21.
  11. evlenen meksikalı çiftin düğününden gözlemlediğim unsurlarla bi türk düğünü izliyormuş hissine kapılmamı sağlayan yapım..

    + damadın ceketine yapıştırılan para
    + plastik beyaz masa üzerine üzerine gelişi güzle bırakılmış kolalar ve plastik bardaklar
    + havaya ateş açılması
    + bıyıklı, esmer, parlak kıyafetler içindeki hafif tambul yapıdaki amcaların izleyicileri coşturma, düğünü hareketlendirme çabası
    + ortada koşuşturan kan ter içindeki sıpacıklar
    7 ...
  12. 10.
  13. üç farklı kıtada yaşayan insanların hayatlarını kesiştiren, hali hazırda gösterimde olan filmler içinde izlenebilitesi en yüksek film. yönetmenin zaman kavramıyla ileri geri oynaması, faslı çocuklar ve sağır dilsiz japon kızın oyunculukları şapka çıkartmıştır. yönetmen; alejandro gonzalez inarritu filmini şu şekilde özetliyor; " babel'de, üçüncü dünya ülkelerinde farklı pozisyonlardaki dil engel ve sınırlarını aşarak iletişim kurmaya çalışan insanların çabası anlatılır. beş yıldan beri kendi ülkemden uzakta sürgünde yaşayan bir yönetmen olmasaydım bu engeller konusunda herhangi bir kişisel fikrim olmayacaktı. bu filmde iletişim kurmanın ne kadar zor olduğu; fikirler ve önyargıların bizleri ülke sınırlarından daha fazla ayırıp böldüğü anlatılır. "
    6 ...
  14. 25.
  15. dikkat spoiler icerebilir!

    iletisim sorununu cok guzel yansitan ve kor goze parmak sokarcasina bagiran bir film. hayatin onemini bir amerikalinin bir de faslinin gozunden gostererek bize bir seyler anlatmaya calisiyor galiba(!) bu yonetmen. cunku, bir amerikali irak'taki bir askerinin hayatini bin iraklinin hayatindan evla gormesinin sebebi nedir diye dusunen arkadaslara da yardim etmistir. ben sahsen beyaz amerikali kadinin yasami icin endiselendim fakat yusuf'un abisi oldugunde cok da icim burkulmadi. veya fas polisi yasli amcayi sorgularken hissetigim caresizlik, cate blanchett'in vurulduktan sonraki caresizligine duydugum sempatiyi yakalayamadi. film sektoru diyelim, basin diyelim...
    herkes farkli bakis acilarindan bakiyor, kimse kimseyi dinlemek istemiyor filmde. meksikali teyzemin acisini biliyoruz, cunku onunla birlikte yasadik o ani. ama gumrukteki amcamin cok umrunda degil. meksikadan amerikaya gecen bir insana guvenmesi olanaksizdir. modern cag bizi buna itmistir. iletisim imkanlarimiz gelistikce iletisim zorlasmistir. japon kiz her ne kadar cabalasa da iletisim konusunda basarisizdir. digerleriyle ayni olmadigi icin, digerlerini dinleyemedigi icin farklidir ve herseyi farkli algilamaktadir. mutlulugu cinsellikle bagdastirmaktan baska secenegi yoktur.
    tamam, farkliyiz. 2 tur insan var karsimizda. kolanin icine konulan buzun hangi sudan geldiginden suphelenerek atan bir insan. digeri de yemegi eliyle yiyen bir insan. birisi tavugun bogazini eliyle koparirken digeri saskin saskin neden oyle yaptigina bakabilir. birisi ablasini soyunurken izlemesi karsisinda babasindan dayagi yerken digeri ciplak kizina cekincesiz sarilabilir. farkliliklar hakim dunyalarimiza... onemli olan ise bunlari anlayabilmek, dinleyebilmek.
    turist kafilesindeki bencil tipler onyargilariyla bulunduklari yerden kacmaya calisirken, yardim eden fasli elemana brad pitt'in uzattigi parayi almamasi ile cevap vermistir yonetmen. egri oturup dogru konusalim, hangi dogulu bir koylu oyle bir olay sonrasi yasadigi mahcubiyet sebebiyle o parayi alabilir... iste bununla birlikte onyargi ile ortak ozelliklerin farkini vermistir yonetmen. onyargi, medya yardimiyla gozumuze sokulan ve bilincaltimiza cikarlar dogrultusunda yerlestirilen bir metadir. gorulmek istenmeyen iyilikler ise gizlenir. cunku kimsenin bekleyip dinleyip anlayacak kadar zamani yoktur.

    kisacasi carpan, darmadagin eden ve kimsenin gormek istemediklerini gosteren bir film babel. insanin canini sikan, bogazinda yumru birakan ve yutkunmayi engelleyen bir yumru...
    izlenmeli.

    serbest cagrisim
    (bkz: zaman gazetesi reklami)
    5 ...
  16. 58.
  17. bütün alt hikayesi ismine yüklenmiş fasarya film. bütün dillerin ve tek tanrılı dinlerin çıkış noktası olarak kabul ediliyormuş babil. konuşup anlaşamayan farklı uluslardan insanlarla böyle bir bağıntısı var sanırım isminin.

    görünen hikaye 20 dakikalık bir montajla hiçbir kesintiye uğratılmadan aktarılabilir aslında (feci spoiler): "bir japon avcının, faslı bir rehbere hediye ettiği tüfekle, çocuklarını meksikalı bir bakıcıya bırakarak tatile çıkan amerikalı bir çiftin kadın olanın vurulması."

    filmdeki uzuuuuuun sekanslarda o kadar çok vakit bırakmış ki yönetmen izleyicisine, o araya bir sürü hikaye doldurulabilir. kelebek etkisi mesela: attığınız her adım, dünyanın çok uzağında inanılmaz etkiler yaratabilir. o japon baba hediye ettiği tüfekle, bir dünya savaşına bile yol açabilirdi biraz daha zorlansaydı senaryo.

    o sağır ve konuşamayan japon kızın varlığından yola çıkarak, filmin isminin göndermesini de teslim alarak asıl mesaj şöyledir de denebilir: "konuşabiliyorsunuz diye anlaşabildiğinizi mi sanıyorsunuz?" özellikle konuşanlar iki karşı cinsse mesela (amerikalı çift, japon kızla babası gibi) anlaşamadan içinize gömmeye alışın diyor.

    kişisel çıkarımım en güzeli ama: hangi yola çıkarsanız çıkın, isteksiz birini almayın yanınıza, burnunuzdan getirir. yol, oyun, aşk... hepsi hayat bunların. "varmak" neredeyse imkansızken, hiç değilse yolda mutlu olmak için arkadaşınızı iyi seçin.

    postwatchscript: x2 forwardla izleyin, hiçbir şey kaybetmezsiniz. (tembel yönetmenleri slowmotion kınıyorum)
    5 ...
  18. 6.
  19. insanı derinden etkileyen roman okumayı sevenler için ideal başrollerde sadece brad pitt ve cate blanchett olduğu ancak diğer oyuncularında ( özellikle faslı cocukların oyunculuğu)cok iyi performans gösterdiği bir başyapıt.
    yönetmenınde hakkını yememek lazım tabi girişten devamını bildiğiniz basit filmlerden hoşlanıyorsanız tavsiye etmeyecegim bir film.
    4 ...
© 2025 uludağ sözlük