çok üzücü bir durumdur. ne anne ne de baba, bir birinden ayırt edilemeyecek varlıklardır. sizi büyütüp bu günlere getiren bu varlıkların hastalığa yakalanması içinizi acıtır. babası ani kalp krizine yenik düşen biri olarak bu durumu çok iyi anlayabilecek hassasiyete sahibim.ama her şeye rağmen atlatılamayacak bir şey değildir bu. inancı korumak ve morali olabildiğince yüksek tutup hayata sım sıkı sarılmak çok önemlidir.
korkulmamalıdır arkadaş, öncelikle sakin olunmalıdır.nice insan vardır ki bu hastalığı yenebilmiştir.çok samimi arkadaşımda lenf kanseri hepatit b ve kalp delikliği vardı.allaha şükür hepsinden birşekilde yırttı şimdi yanımızda bizimle. güçlü olun ki kazanan siz olun.
yine de bir annenin kanser olduğunu öğrenmek değildir. çünkü yuvayı dişi kuş yapar. annesiz ev ev değildir. her şey eksiktir. o yoksa hiç bir şey yok gibidir. baba olmadığında anne varsa eğer hem anne hem baba olur, evi kollar. ama babalar anne olamaz.
son dönemde aşırı derecede kilo kaybetmesi üzerine uzun süren doktora götürmek için ikna çabaları ve hatta birkaç kez bir bahane bulup ertelemelerin sonunda 10 gün önce doktora gitmeye razı edebildik babamı. her zaman hastaneden çekinirdi belki de bu yüzden ablamın doktor olması için bu kadar çabaladı. bir kaç küçük testten ibaret olacaktı ve bir kaç ilaç verip gönderecekti bizi doktor. en azından biz böyle olmasını hayal ediyorduk. babam, iki gündür yemek yememesine ve test için yapılan hazırlıkların onu halsiz düşürmesine rağmen her zaman olduğu gibi yine dimdik durarak bir şeyinin olmadığını söylüyordu beni ve annemi üzmemek için. babamı test için içeri aldıklarında bende sigara içmek için dışarı çıktım aklımda en ufak kötü bir düşünce olmadan. yarım saat sonra annem aradı ve babamın bekleme odasına alındığını haber verdi. bende yanına gittim ve hala narkozun etkisinde uyuyordu başını okşadım saçlarını düzelttim saçlarının bozuk olmasından hiç hoşlanmazdı. güler yüzlü bir hemşire yanımıza gelerek doktorun bir sonraki operasyondan sonra bizimle konuşacağını bildirdi ancak bir tuhaflık vardı dudakları gülümsüyor ama gözleri onlara eşlik etmiyordu. ama bir şey olmayacaktı nasıl olsa kötüye yormaya da gerek yoktu, babamdı bu hasta olamazdı ki, dedemde zayıftı ayrıca amcalarım da zayıf insanlar bir kaç kilo kaybı kötüye yorulamazdı ki. kısa bir zaman sonra hemşire tekrar gözüktü ve doktorun müsait olduğunu söyledi. annem ağır adımlarla odadan çıktı babamı uyandırmamak için, döndüğünde yüzü beyazlamıştı ve donuk bir ifade vardı gözümün içine bakıyor ama çok uzaklardaydı beyni, sonradan anladım aklındakileri. babam uykusuna devam ediyordu annem bana sessizce ve ağzının içinde geveleyerek "kanser" kelimesini söylerken. ve bir anlık durgunluk, dünya durmuştu o anda, kafadan geçen binlerce düşünce, anı, özlem, üzüntü... ve en önemlisi annemde de yaşadığımız süreçler. işte annemin aklından geçenler bunlardı kendinin yaşadıklarını şimdi babamın da yaşayacak olması. benim gözümde ise tek kare annemin kemoterapiden sonra saçlarının dökülmüş hali, bunu babamla da yaşayacak olmam. saçlarının bozuk olmasından hoşlanmazdı ya artık saçlarının olmadığı sahne gözümün önündeydi. yavaş yavaş gözlerini açtı narkozun ve halsizliğin etkisiyle, ilk sorusu "bir şeyim yokmuş değil mi?" oldu her zamanki olumlu düşüncesiyle. niye bu kadar iyi bir insan olmak zorundaydın ki demek geldi içimden defalarca kez ama sözcükler boğazıma düğümlendi. "iyiymişsin babacım" diyebildim sadece kısık bir sesle. biraz kendine geldikten sonra tekerlekli sandalyeyle gitmeye dirense de zorla taksiye kadar gitmeye ikna edebildim. her zamanki gibi inatçıydı. taksi gelene kadar dışarı çıktım ve bir sigara yaktım, gözümden düşen tek damla yaşı görmemesi için bir duvarın arkasına saklandım sanki sigara içtiğimi görmemesi için yapıyormuş gibi. nihayet evimizdeydik babam her zamanki gibi koltuğuna uzandı ve televizyonu açtı. annem ben bir ekmek alayım deyip kendini evden dışarı attı. ben, içimde kopan fırtınaları dindirmeye çalışarak babamla muhabbet etmeye çalıştım ama ne dediğimden haberim bile yoktu. Annem hafif kızarmış gözlerle geri geldi odaya girdi ve babama "senden bunu saklamak istemiyorum, kansermiş, hayırlısıyla bunu da atlatıcaz" dedi. neleri atlatmamışlardı ki. o an babam sadece dönüp gözlerimin içine baktı ve söylediği ilk cümle "allah'ın dediği olur" oldu -duvarlarda sıkça gördüğümüzden anlamını yitiren cümle bir anda ne kadar anlam kazanmıştı- sonra da bir şey söylemedi zaten. her zamanki gibi az konuşmayı tercih etmişti yine. ben tekrar tekrar aynı soruyu sordum kendime "bu kadar iyi bir insan olmak zorunda mıydın baba?", biraz isyan etsene televizyona boş boş bakmak yerine. ben daha fazla dayanamadım evde kendimi dışarı attım çünkü babamın etmediği isyana benim ihtiyacım vardı -çünkü ben onun kadar iyi bir insan değildim- ve gözümde akmayı bekleyen yaşlar git gide ağırlaşıyordu. yolun bir kıyısına oturdum, sigara yaktım ve sadece sessiz sessiz ağlayabildim etraftan geçen meraklı insanların gölgesinde. Şimdi bu düşünceye alışmaya çalışıyorum kanseri daha önce yendiğimizi hatırlayarak ve tekrar yeneceğimizi düşünerek, en azından ümit ederek.
dünyanın başına yıkıldığı ağlamaktan başka elinden başka birşey gelmeyen gündür. Dünyanın en kötü insanının bile yakalanmasını istemeyeceğiniz lanettir. Her gün çöküştür , ölüştür, tükeniştir, geberiştir yavaşça.
daha 15 yaşında başıma gelen olaydır. okula erken başladığım için 15 yaşında lise sonda üniversite sınavlarına hazırlanıyordum. çalışkan sayılabilecek bir öğrenciydim ders konusunda hiç ailemin canını sıkmazdım. babamda beni bu huyumla çok severdi benim ondan gurur duyduğum kadar o da benden gurur duyardı. sadece ciğerleri ağrıdığı için hastaneye gitmişti kanser olduğunu öğrendiğimizde. sadece sırtı ağrıyordu bu kadardı. bu kadarla kalmadı işte akciğer kanseri teşhisi konulmuştu. ben ne diyeceğini bilemez üzülmek istese de üzülemez halde kalmıştım bir başıma. ciğerleri için hastaneye gittiğinden beri dönmemişti babam. annem de onun yanındaydı. evimiz belediye de olduğundan babamı bursa uludağ üniversitesi hastanesine almışlardı ve ben yanına gidemiyordum. mesafa uzaktı okulum vardı. annemle babamla kalıyordu sürekli bense yakın akrabalarda kalıyor ders çalışmaya çalışıyordum artık sınavı kazanma olayı benim için değil babam için olmuştu. nitekim çok zor olsa da kazanmıştım sınavı ne kadar istediğim yer olmasa da sırf gittiğimi görmesi için tercih yaptım. hastalığında yanında olamadığım gibi öldüğünde de yanında olmadım. beni son bir kez göremeden yummuştu gözlerini hayata. çok istedim yanında olmak, kalmak ama o beni hiç istemedi hep okulumda olmamı istedi. ben geldikçe gönderdi. onu son bir kez göremeden ölmesinin acısını daha önce hiç bir şeyde yaşamadım.
her sigara içen babaya sahip evladın bir gün yüzleşeceğini bildiği ve bu yüzden olmaması için değilde olabildiğince geç olması için dua ettiği hastalıkla tanıştığı andır.
iyileşmeyen bir soğuk algınlığı bahane oldu bu laneti öğrenmeye. hastalık için üzülmek, erken teşhis için sevinmek. ne kadar arada bırakıyor insanı.
üstün körü muayeneler, ilaçlarla geçti 1 hafta. kimin aklına gelirdi ki böyle bir şey, nasıl kondurabilirsin. işe de gitmiyordu, basit bir soğuk algınlığı işte, geçer biter ama değilmiş işte. bir gün öksürürken ağzından kan gelince anladık durumun ciddiyetini ama yine de aklımızda o lanet kelime yok. ertesi gün daha kapsamlı bir hastanede daha kapsamlı bir muayene. yatışa aldılar hemen ama hala hastalığın adı yok. 1 hafta sonra yanında refakatçi kaldığım gün, ilk ben öğrendim. nasıl kötü bir durum. hani zaten söylenmiş olsa, herkes bilse tamam ama ilk bilen olmak, herkese söyleyecek olmak nasıl ağır gelmişti. doktoru çağırdı odasına, sen güçlüsün dedi, o yüzden ilk sana söylüyorum dedi. akciğer kanseri dedi. dondum kaldım. tepkisiz, kıpırtısız. sonra farkettim ağladığımı, daha doğrusu ağlamaya çalıştığımı. insan inanamadığı bir şeye nasıl ağlar ki. ağır bir yüktü doktorun verdiği.
ameliyat olması, kemoterapi gerekiyordu ama hastanın kanser olduğunu bilmemesi gerekiyordu. doktor öyle demişti. en azından şimdilik. ne diyecektik, kemoterapi der demez anlardı, anladı da. yalan söyledik. iltihap varmış, onu kurutmak için kemoterapi gerekiyormuş dedik. kanser mi dedi. hayır dedik, sadece genel adı kemoterapi. apseli dişi nasıl çekemezlerse iltihabı kurutmadan da tedavi olmazmış dedik, inandı ya da inanır gibi göründü.
3 hafta boyunca yattığı hastanede bizi istemedi. gelmeyin dedi, görmeyin beni böyle.
hastane çıkışı başka yere götürüldü. istanbul'un havasında duramazdı ve 1 yıllık ayrılık. bomboş ev. kemoterapi, ağrılar, kusmalar, geceleri uyuyamamalar, saç dökülmeleri. hiçbirinde yanında yoktuk ama hepsini biliyorduk. ara sıra yanına giderdik, her zamanki gibi soğuk kanlı davranırdı, sanki hiçbir şey yokmuş gibi. biz de öyle yaptık, hasta değilmiş gibi.
sigarayı anında bıraktı. canı bazen içki çekerdi. çok nadir gizli gizli bir tane içip sonra itiraf ederdi. kendine çok iyi baktı. herkesi herşeyi boşverdi ve kendine odaklandı. doktorlar sonraki muaneyenelerde tanıyamadı. şimdi çok şükür iyi ve hala kendine çok iyi bakıyor.
allah kimsenin başına vermesin. hayatımı çok derinden etkileyen şubat ayında başıma gelen hadisedir. beni benden almıştır. önce akciğer kanseri sonra metastaz ve sonra toprak. babam rahat uyu ağlattın be sözlük akşam akşam...
sizin hiç babanız öldü mü?
benim bir kere öldü kör oldum
yıkadılar aldılar götürdüler
babamdan ummazdım bunu kör oldum
siz hiç hamama gittiniz mi?
ben gittim lambanın biri söndü
gözümün biri söndü kör oldum
tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
söylelemesine maviydi kör oldum
taşlara gelince hamam taşlarına
taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
taşlarda yüzümün yarısını gördüm
bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
yüzümden ummazdım bunu kör oldum
siz hiç sabunluyken ağladınız mı?
Hiç bir zaman anne kadar ağıza alınmaz , ağlarken bile anne deriz ve bir gün o hiç bizi bırakmayacakmış gibi gördüğümüz , o yuvanın direği artık yoktur. işte o an hatırlanır , göz pınarları kurumuş , bir an da ömründen on yıl geçmiş gibi duran bünyenin o titreyen dudaklarından dökülen o dolu dolu iki hecedir. Baba dersin , hayatın gözlerinin önüne gelir , bir kartal gibi yuvasını nasıl koruduğunu yavrularını nasıl büyütüp yuvadan uçurmaya çalıştığını anlarsın. hani hiç bırakmayacak diye düşünürsün ya işte o an anlarsın , destek alman gereken durumlar gelir aklına sana uzanan o güçlü eller yoktur artık. Savunmasız , kimsesiz güçsüz kaldığını hissedersin. işin en kötü yanı nedir bilir misiniz ? Tüm bunları babanızı kaybettiğinizde anlar , hissedersiniz oysa babası kanser olan bir evlat her gün yaşar bunları. Bir kaç ay sonra doğacak torununu göremeyeceğini bilir ve gözlerinize bakar i kaçırırsınız o an gözlerinizi yüreğiniz dağlanır. Ve artık kanser o dağ gibi babayı sizden aldığında anlarsınız babalığı acıdır.( Acı kelimesi yetersiz kalır. )
baba, anne yada kardeş... bu ktsal varlıkların isimlerinin geçtiği cümleye kanser bulaşmışsa sizi acı dolu günler bekliyor demektir. hastalık sorun değildir adeta, ama o tedavi denilen yıkım hastayı da çevresindekileri de ayrıca kahreder. hep yanınızda duran, her an yardımınıza koşan, sevgisinden hiç şüpheniz olmadığı anneniz dudakları susuzluktan çatlamışken bir yudum su bile içemez. işte o an ölmeyi yada hiç olmamayı istersiniz.
O zaman anlar insan ne kadar büyümüş olduğunu.O zaman anlar babadan ne kadar bilmiş olduğunu.insanın yaşamak istemediği 2-3 saniyelik olay ve karşısında duran kanserli babası.*
baba gibi bir çocuğun hayatındaki en önemli ve her an en güçlü adam olarak saydığı kişinin kanser olduğunu öğrenmek, çocuğu da kanser yapacaktır. zira her zaman arkadaşlarıyla, (bkz: benim babam senin babanı döver) diye tartıştığı arkadaşlarına artık bu iddia da bulunamayacaktır..