yıl, bundan 10 yıl öncesi, yer, yozgat merkeze bağlı bir köy, mevsim, yaz. babam ankara'da çalışıyor o dönem. bizse köyümüzde 4 kardeş, bir de anam, her yaz olduğu gibi sıcaktan bunalıp bahçeye çadırımızı kurmuşuz. çadırın önünde küçük tüp falan, 3 metrekare çadırda göt göte güya doğal serinliği getiriyoruz ayağımıza.
şimdi biraz da fiziksel ve karakteristik özelliklerimizden bahsedeyim: ablam o dönem 20 yaşında liseyi bitirdikten sonra okumadı daha, aslında güzel kızdı, ama yüzü sivilceler ve aknelerle doluydu, bunda mütevellit kendini modaya adamıştı, çok çirkin hissediyordu kendini en büyük hayali gelin olmaktı.
abim tam bir disiplin abidesi, haşin babamın en çok sevdiği, ama en çok da dayak attığı oğluydu. kendisi sülaleye pek uymayan biçimde sarışındı, boynunda sürekli bir dürbün asılıydı, tavşan ve güvercin beslemeyi çok severdi.
ve küçük kız kardeşim, sülalemizin ortak özelliği çirkinlikten fazlasıyla nasibini almış, gerçekten çok sevimsiz bir bebekti, burnunda sümüğü, ağzında salyası eksik olmazdı.
ve gelelim bana, ben belki de içlerinde en çirkiniydim, bir kere bir zenciye yakın derecede koyu tenliydim, yazları ise kavurucu bozkır sıcağının etkisiyle stephen appiah kıvamına geliyordum. üzerimde giyecek namına genelde atlet kullanmayı tercih ederdim bu atlette, yoğun kullanımdan olsa gerek, genelde koyu renkliydi. aile fotoğrafı çekildiğimizde, genelde ağzımı sonuna kadar açıp poz vermekten keyif alırdım, hoş bu diğer aile fertlerinin pozlarının yanında pek göze çarpmazdı ya neyse.
ve anacığım, garip, çilekeş, fedakar anacığım, kısacık saçları vardı, malum o bir orta anadolu kadınıydı ve bozkır ikliminin sertliği mimiklerine, mizacına da yansımıştı. o da karaydı, kalın ve gür kaşları vardı, -epilasyondan o dönede haberi olduğunu sanmıyorum- dudağıyla burnu arasında yer yer asi tüyler de güneşde yaldır yaldır parlamaktaydı.
neyse efendim, o günlerin birinde babamın geleceğini haber almıştık, hepimiz sevinçten uçuyorduk, abimle ben sevinçten danslar ediyor, şarkılar söylüyor, ve babamın bize getireceği hediyelerin hayalini kuruyorduk. ve çok geçmemişti ki babam geldi, aman yarabbi yanında hiç tanımadığımız, mini etekli, bakımlı, siyah uzun saçları ve bembeyaz teni olan bir kadınla bize doğru yaklaşmaktaydı. bu tarz bir kadın görmeye pek alışkın olmadığımızdan, hele bunu bizim etrafımızda görmeye hiç alışkın olmadığımızdan, kadından annem de dahil gözlerimizi alamıyorduk.
ve babam bizi görür görmez ailemizi oluştuğran kalabılığa, öpün lan ananızın elini diye bağırmıştı, ben ve abim bu şehirli, modern giyinimli kadın karşısında oracıkta anamızı satıp, bu mini etekli kadının elini öpmüştük, ablamsa tavırlıydı, bunu annemin çirkinliğine bağlıyor, bundan da kendine ders çıkarıp büsbütün bunalıma giriyordu. ve anam ahhh anam, çilekeş anam, babamın korkusuna, yeni kadına ve babama kahve pişirmeye koyuluyor, ve gıkını çıkaramıyordu, abimle ben de olayları anlamaya çalışıyorduk, lakin derken tekrar bir kadına baktım; güzel giyimli, makyajlı, mini etekli, bir de anama baktım, afrika geleneklerini yozgatta bir çadırda sürdürmeye çalışan, bıyıklı yer yer de sakallı bir orta anadolu kadını, ve içimde haklısın baba dedim haklısın.