bir oğulun yüzleşmesi en zor anı. hele ki ağlayan babanın sebebi çaresizlikse.
kendi adıma annemin ağlaması artık kanıksanmış bir durumdur. mutlu olur ağlar, üzülür ağlar, gurbete yollanan oğlunun arkasından ağlar, türkü dinler ağlar, çocuklarına, kocasına kızar ağlar, çiçeklerini sever ağlar, çocuğu mutludur ağlar, zeki müren dinler ağlar...
güneşin doğudan doğması gibi.
baba ise herdaim güçlü olmalıdır. çünkü ona böyle olması öğretilmiştir.
hatta bu topraklarda erkeğin ağlaması kadınsıdır, ayıplanacak birşeydir.
ama birgün birşey olur. aslında doğduğu andan beri çaresizdir, yalnız bu ortak bir kaderdir. etrafındaki herkesle aynı sahnede, aynı rolü paylaşmıştır hep ve lanetlemez çaresizliğini. aksine sahiplenir. öyle yapması öğretilmiştir yine. tamahkar ve sırdaştır. herkesin dahil olduğu ama yüksek sesle söylenilmeyen bir sırrın sırdaşı. ortak bir künyeye kazınmış ve lal kalması emredilmiş bir sır.
sınıfsal mahrem.
işte o gün, başka başka sahnelerdeki, başka başka rollerin insanları önünde sır açığa çıkarıverir kendini. üstelik oğul da yanındadır.
mahrem bozulmuştur. güneş batıdan doğuyordur oğul için, baba ağlıyordur.
babamın uzun(!) yaşamı boyunca sadece iki kere karşılaştığım durumdur. ergenlik yıllarımda kavga ettiğimiz bir akşamın ertesi gününde annemin sabaha kadar ağladığımı söylemesi ile yanıma gelip beni üzmek istemediğini anlatmaya çalışırken gözünden süzülen birkaç damla yaşa tanıklık ettim ilk olarak. ikincisini ise görmedim ama iliklerime kadar hissettim. uzak bir şehirde okurken kendi salaklığımdan para çekmeyi unutup bir bayram arefesinde resmen aç kalmam sonucunda arayıp durumumu anlatmak zorunda kalmıştım.banka kartımı kaptırdığımdan ve postaneler çalışmadığından parayı otobüs yoluyla göndermişlerdi. bayram sabahı babamla telefonda konuşarak o paranın gelmesini beklerken durumumla dalga geçmek için yazıhanelerden şeker çaldığımı anlatmamla sesinin değişmesi bir oldu. sonradan o sabah paranın elime geçtiği haberini almadan kimseyi kahvaltı sofrasına oturtmadığını öğrendim. o hasta haliyle bile benim derdime düşmüştü. lafın özü yaralayıcı bir şeydir babanın ağlaması, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin unutulmaz.
çok küçüktüm hiç unutmuyacagım bende saklı bir durum yuzunden aglatmıstım onu..ben ne zaman babamı hatırlasam cocuklugumda bır yaradır o anı.o coktan unuttu belkı ama benım ıcımde hep bır sızıdır ,ılk kez aglarken gormustum babamı ve ıstemeden ben sebep olmustum ustelık.
anıden odaya dalarsınız bellı etmeden agladıgını gorursunuz ıyımısın dersınız ıyıyım der aglıyormusun yoo gozum yasardı sanırım susarsınız.
babanız kanserle bas edıyorsa daha zordur bu durum ..hep kontrol etme ıhtıyacı duyarsınız onu o ıse bellı etmemeye cabalar.zaman zaman denk geldıgınızde elınız ayagınız dolanır bırbırıne .cok zordur cok babanın yıkılması,babanın aglaması bunu gorup bırsey yapamamaksadaha zordur.
Kadıköy iskelesi'nin çıkışında duruyorduk. Kolunu duvara yaslamış, hıçkırarak ağlıyordu. Domuz gibi duruyordum yanında. Yüzümde ifade, yüreğimde acıma yoktu. Israrla vermeye çalıştığı parayı almam için ağlıyordu. Ama almıyordum. Küçüktüm. Ama gururluydum. Yanımızdan gelip geçenler hüzünlü bakıyorlardı ona. Kimi de omuzuna dokunup geçiyordu, teselli eder gibi. Ağladı, ağladı...
'Ben senin için yaşıyorum kızım...' dedi bana. Hiçbir şey söylemedim. Ağlamaya devam etti. Sonunda o kadar sıkılmıştım ki, elindeki parayı kapıp koşmaya başladım. Koştum koştum, caddeyi geçtim. Artık çok uzaklaşmıştım nasıl olsa, göz göze gelemezdim onunla. Durup baktım geriye. iskele küçücüktü artık. Ama orda durmuş hala bana bakıyordu. Elini kaldırdı ve salladı. Çok istedim ona el sallamak. Bir küçücük karşılık verebilmek.. Denedim. Elim yoktu, yumruğum vardı. Açamadım. Koşarak kaçtım oradan.
Dayım arayıp da 'baban öldü' dediğinde kocaman bir kadındım. Telefonu kapatıp aynanın karşısına gittim. Aynaya baktım ve el salladım ona. 'Güle güle' dedim. Aslında hiç gelmedin ama güle güle. Ağladım ama babam öldü diye değil. Hiç olmadı diye. Bir tane bile güzel anım yok diye ağladım. yaa uludağ sözlük. Hadi şerefe.
sızım sızım... rahmetli babaannemin vefatından 1 ay sonra babam evde camdan dışarı bakıyordu... bir yanaktan aşağı süzülen bir damla yaş, sessizce dindirilmeye çalışılan o acı... her zamankinden daha güçlüydü o gece babam...
20 senedir görmediğim, görmeyi de istemeyeceğim bi olaydır. kendisine yüklenen görevden dolayı olabilir, erkek olmasından dolayı olabilir. çünkü gerçekten erkeklerin yaratılışlarında çabuk çözüm üretme, bazı şeylere duygularını karıştırmadan önce mantıklarıyla karar verebilme, bazı konularda metanetli olabilme yetenekleri vardır. eğer baba ağlıyosa, bi şeyler çok ama çok ters gidiyodur.
insanın canını acıtır. hele ki, parasızlıktan ise.
cebinde beş kuruş parası yok adamın. aynen benimde. hastaneden geldik, ilaçlar milaçlar derken masraf 50 lirayı buldu. peki ya babamın cebinde olan para? 2 lira bile değil.
yatmayan maaşına rağmen, 1 gün bile çalışmamazlık etmeyip milletin hakkına girmek istemiyor. o 1 günün parasını yiyemem diyor, uykusuzluktan ve yorgunluktan kırılarak tekrar işe gidiyor.
4 aydır maaş vermeyen vatan grubu patronu, alem yapıyor. iftar yemekleri veriyor, fakat kendi işçilerini aç bırakıyor.
parasızlıktan, 50 yaşındaki adamın gözlerinden süzülen yaşların tarifi olamaz hiç kimse için.
ilaçlarını alamayacağım için ağlıyorum diyor, susuyorum. yapacak bir şeyler arıyorum, mendil uzatmaktan ve ağlama her şey düzelecek demekten başka hiçbir şey gelmiyor elimden.
ben böyle dünyanın izzeti ikramını, adaletini sikeyim.
ersin karabulut 'un bir çiziminde zikrettiği gibi baba her daim güven veren en zor koşullarda dahi hallederiz, korkma deyişini samimi olarak betimlediği için can yakan durumdur. babanın ağlaması iç burkar. halbuki hayatta herkesin ağlaması gayet normaldir. ama saydığımız sebepler ekseninde baba mevzu bahis olunca biraz da ağlamayı zayıflığa yasladığımızda -ki bu tartışılır- -fakat biz yakıştıramayız ona onun güçlülüğüne- durum kendiliğinden iç burkan bir hayat detayı halini alıverir.
her sıkışık durum da o ses gelir çünkü. korkma sen, hallederiz!
en son başıma geldiğimde kapılarda,çerçevelerde,çamaşır makinesinde vitrinde cam kalmadığı durumdur.
o ağlarsa onu ağlatan dünyayı yakarım diyebileceğiniz kadar hiddetlendiğiniz andır gözünüz hiçbirşeyi görmez
kimsenin değerini giderken anlamak istemiyordum. kendime bile yabancı olup çıkıvermiştim. kalbime bir hüzün kondu sebepsizce. gecenin bir köründe o ıssız ve soğuk odada sebepsizce soğukluk çöktü üzerime. romanlar bertaraf olmu$tu, sustum, damlalar düştü sonra tek tek. rüzgarlar şahitti. rüyalara dalmıştım işte. kendimi aldatıyordum. aynalar sus pus olmuş, sorularıma yanıt bile vermiyordu...
yurtdışındaydım. çok çok uzaklarda. buralarda insan garip olur, yalnızlığı iliklerinde hisseder.
kalbimde bir nokta var, kara. tanımlayamıyordum. yine bir gün kontrastıyla yaşıyordum. sözcükler düğümlenir boğazda. telefonda yutkunuyordum. kendime güvenim gelmişti, bu sefer ayaktaydım. babamsa çoktan efkara dalmış, annemi teselli ediyordu işte. arkadan annemin sesleri geliyordu işte. babamın ağlarkenki halini hiç bilmiyordum. "bayramın kutlu olsun oğlum"; "ellerinizden öperim, sizlerin de..."
sustuk bir süre... sesimin tonunu yükseltince kendine geldi birden. "baba" dedim sessizce. çok uzak!!!
seni seviyorum baba...yine ağlattın beni, ne diyeyim ki?!
karşısında sizin de sarsılarak ağlamanıza neden olacak ağlamadır.
hele babayla hiçbir zaman çok yakın olamadığın halde, baba sana sarılarak ağlıyorsa, senin iki kat fazla ağlamana sebebiyet verir. bi yandan hayatındaki en büyük kahramanını o halde gördüğün için ağlarsın, diğer yandan daha önce bu kadar yakın olamadığınız, normalde sarılamadığınız için bu sarılmanın etkisiyle sevinçten ağlarsın.
yani ağlarsın da ağlarsın.. boğulurcasına, ölürcesine, doğarcasına hıçkıra hıçkıra ağlarsın..