beni hiç bi zaman anlamayacak önümü açmayacak insan.
en sevdiğim ama en üzdüğüm.
en seven beni ama en üzen.
keşke bi kere de kendinden vazgeçse açsa önümü, işimde iyi olsam ona her şeyi anlatabilsem. her zaman mükemmeli istemese beni üzmese. onun için ağlamasam geceleri. aile kutsaldır. baba en kutsalıdır.. yokluğu can yakarda varlığında doyasıyla sarılmak gerekir.
bana hep anlattığı hayatlar yorar beni. nasıl da bilir. affet beni planlarım seninle aynı değil ben ki böyle bi çocuktum. keşke anlayışınla sarsan da hiç uzatmadan barışsak.
benim babam varya süper yakışıklı aynıı ben.
benim babam varyaa süperr zeki ne sorsan bilir.
benim babamdaa
şeyy benim babamdaa anadol gibi adam. http://www.izlesene.com/v...anadolu-gibi-adam/2827861
aklıma bu geldi a dostlar.
Genzime dolan tuz ile karışık nefes gibiydi babam.
Ciğerlerime çektiğim..
Toz kokan yurdun mahzen kokusu gibi
Enginarın doğmamış çiçeğinin tüyleri
Okşardı beni
Bende onu,
Sabahın ilk fırınından alınan ekmek gibi
Duyardım Duyardı da babam seslendiğimde sesini..
Sonra gelirdi babam
Ne olursa olsun
Gelirdi
Kimi zaman sarhoşluğun bize verdiği o hoş kokuyla uyanırdım.
Çoğu zaman annemin sesiyle
Ağlardım
Susardım;
Ben babamı anlardım.
Kaybolmuş hikâyelerin bekçisiydi babam;
Onu dinler bunu dinler;
Vakti yoktu kendine;
Duyduklarımı anlamak için bir daha anlat baba derken
Bilirdim,
Sır, en büyük hazineydi
Aşkı anlamak gibi bir derdi de vardı babamın;
Yoksulluk ile aşk arasında ilginç de bir bağlantısı.
Ne zaman ben oldum baba dediysem
''Olmadı oğlum, henüz olmadı
Zira aşk
Olunca biter'' derdi Sorduğumda
Baba,
Sen hiç âşık oldun mu?
Derdi ki
''Oğlum,
Aşk yaşanır ''
Uyumak istemisin derdim kimi zaman
Demezdi ama anlardım;
''Aşk uykudur oğlum.
Olmadan uyuma ''
12.06.2011/Değil Mekân.
Benim babam mert adamdı
Mangal gibi yüreği
Yufka gibi kalbi vardı
Hayatım boyunca o'na özendim
Fedakardı
Bir dikili ağacı olmadı belki
Ama kendisi
Onuruyla yaşayan koskoca bir çınardı
Üstümdeki kol kanat
Sırtımı yasladığım dağ gibiydi ..
eskiden annemle kavga edip içki içmeye giderdi veya içkili olduğundan annemle kavga ederdi. şimdi sudan sebeple kavga ediyor ama rakı katmadan. yani sade sudan bir sebeple kavga edince camiye gidiyor . artık devir değişti yani anlayacağınız yaş 60. babam da değişti.
Hastaydı. Hastaneye ziyaretine gidememiştim zaten bir önceki hafta da. Henüz ilkokuldaydım, daha yaşım 10. Kimseye belli etmesem de arka sırada oturan çakmak çakmak gözleri olan kıvırcık saçlı o esmer kıza aşıktım. Kalbim buruktu hep, söyleyemiyordum aşkımı gerek çocukluktan gerekse de kahramanımın hastalığından. Dedim ya, görememiştim o hafta ve iyice moralim bozuktu. Bir akşam okul çıkışı geldi yanıma esmer kız. Eve birlikte yürümeye başladık, aynı mahallede oturuyorduk sonuçta. Hava kararmaya başlamıştı. Çocuk da olsam, sorumluluklar erken yüklendiğinden omzuma bir kadını hava kararınca sokaklarda yalnız bırakmamam gerektiğini biliyordum. Onların ev arka mahalledeydi. Okul bizim eve daha yakın olmasına rağmen onu evine bırakmak için yolu uzattım. Yürürken pek konuşmadık, evlerinin önüne geldiğimizde birbirimize koca koca, mantıklı insanlar gibi iyi akşamlar deyip ayrıldık. Adımlarım hızlanmıştı. Günlerden perşembeydi. Çünkü perşembeler görüş saatiydi. Hastanede birinci dereceden bir akrabanız bile yatsa eğer refakatçi değilseniz belirli günlerde belirli saatlerde ziyaret edebilme hakkınız vardı o dönemler. Onkoloji bölümüymüş çünkü. Hiç anlamazdım hastane isimlerinden o dönemler. Nöröloji, kardiyololoji, gastroloji, dahiliye falan Biraz anlasaydım çadır kurardım kesin onkoloji servisinin önüne. Koşmaya başladım saati annemlere yetişeyim de birlikte gidelim diye. Koşarken ayaklarımın açıldığı mesafe kadar uzaklaşıyordum yetişebilme ihtimalime. Eve vardım. Anahtarım yoktu henüz, kaybederim diye vermemişti annem. Haklı kadın, üçüncü sınıfa kadar silgisini boynundan asan bir nesildik biz. Parmak uçlarımın üzerinde durarak bir balerin gibi, zili çaldım. Kapı açılmadı ama. Tekrar çaldım, bu kez daha uzun. Yine açılmadı. içimi bir korku kaplamıştı. Gittiler mi diye sordum kendi kendime. Sonra parmak uçlarımda boyumun yetebildiği diğer zillerden birine daha bastım. Kapı açıldı hemen, seslendim annem nerede diye. Onlar gitti diye söyledi bir ses, duyunca beni kendimden uzaklaştıran bir ses. Çaresiz hissettim bir an. Donup kalmıştım. Bir hafta daha göremeyeceğim korkusu içimi kapladı. Ağlayacak gibi oldum, gözlerim kızardı ve acıdı. Ağlamadım ama. Arabanın sürekli gitmiş olduğu yöne doğru baktım. iki yüz metre ileride kırmızı ışığa takılmış kalmış, yeşilin yanmasını bekliyordu. Sırtımda çantam, boynumda suluğum koşmaya başladım. Çantam ağırdı, hızımı kesiyordu ve o an dünyanın sırrı da olsa kitaplarımda umurumda değildi. Bir yandan koşup bir yandan da çantamı çıkardım sırtımdan. Yol ortasında koştuğumdan öylece bırakmıştım yol ortasına. Daha da hızlıydım artık. ilk kez Murphy ile orada tanıştım. Tam yetiştim derken yeşil ışık yandı. Çığlıklar attım, camları kapalı olan arabadan kimse duymadı sesimi. Hızlanarak gözden kayboldu. Nefes nefese yol ortasına çöküp kaldım. Nefes almakta zorlanıyordum, yorulduğum için değildi bu, çaresizliktendi. Kalktım sonra, iyice kararan havaya inat aksi istikamette olan durağa yürümeye başladım hızlı adımlarla. Önce çantamı aldım yol ortasından, sonra küfrettim korna çalan diğer arabalara. Durağa geldim ve geçen her otobüse sordum, Araştırma hastanesine gider mi, amca?. Aldığım soğuk birkaç cevaptan sonra biri gider dedi, atladım otobüse. Cebimde kuruş para yoktu. Muavin param olmadığını öğrenince bir sonraki durakta indirdi beni. Tekrar sormaya başladım, Araştırma hastanesine gider mi, amca?. Orta yaşlı bir teyze acıdı halime. Altında ezildiği kocaman çantanın altında küçücük bir çocuk akşam o saatte ne yapardı ki hastanede diye düşündü herhalde, anladı sonra sebebimi ve aldı beni yanına soru sormadan. Bir otobüse bindik, teyze benim de yol paramı verip birkaç durak sonra indi. Hastaneye ilk kez otobüsle gidiyordum ve tam olarak kestiremiyordum nerede ineceğimi. Gözüm hep camdan dışarıyı gözetlemekte, hastanenin yakınlarında bir yer görüp de tanıyayım diye tetikteydim. Hastaneye varıp geçmiştik bile. iki durak sonra sordu bana muavin, o zaman anladım ve hemen indim. Otobüsle geldiğim yollardan koşa koşa geri gittim. Hastaneye vardım nefes nefese, içeri girdim. Kocaman kocaman insanların içinde başım dik yürüdüm. Hasta ziyareti giriş kapısının önünde nöbette duran bir amca vardı. Ücretliydi girişler. Elinde bir deste fiş, parayı verene kopardığı bir kopçayı verip kapıyı açıyordu. Birilerinin arkasına onların çocuğuymuşçasına geçtim. Eğer yanınızda ebeveynleriniz varsa para almazlardı sizden, daha önceki ziyaretlerimden öğrenmiştim bunu. Kapıdan geçtikten sonra hızla uzaklaştım yanından sahte anne-babamın. Asansöre koştum. Daha önceleri çok hızlı olduğu için başımı döndüren asansör adeta bir öküz arabası niteliğinde çıktı dördüncü kata. Herkesten önce çıktım ve 207 numaraları odanın kapısının önünde durdum. Nefesimi topladım bir an ve kapıyı açtım. içerisi çok kalabalıktı. Sürekli bir şeyler soran herkes kapı açılınca bir anda kapıya döndü. Babamı aradı gözlerim ve orada, yatağında yatıyordu solgun yüzü, iyice zayıfladığı için daha da belirgin olan elmacık kemikleri ve kolunda bulunan serumuyla birlikte. Annem şaşırmıştı, nasıl geldin sen buraya, yalnız başına mı geldin gibisinden bir şeyler soruyordu muhtemelen, ama ben duymadım hiçbirini. içeriye adımımı attım kalabalığın şaşkın bakışları arasında. Babama gittim, sarıldım, kokladım. Hastane kokuyordu biraz, ama daha çok baba kokuyordu işte. iyice içime çektim. Sonra aldı beni karşısına ve herkese dönüp işte, bu benim oğlum dedi! gözleri dolu. Suratımda garip bir gülümseme vardı. Bir daha sarıldım, muyluydum
Ertesi hafta okula gitmedim Perşembe günü çünkü biraz daha erken gidecektik annemle. Annem hazırlanmadan önce aradı hastaneyi bir şey lazım mı diye sormak için. Yıllardır babamın yattığı odada yabancı bir ses açtı telefonu. Annem sordu, sonra ağladı. Telefon elinden kayıp düşerken yığılıp kaldım ben de olduğum yere. Çığlıklar birikti boğazıma, bağıramadım. Sustum ve sessizce ağladım o an ve o günden sonra her gece..
* OKU OKU AĞLA NE DiYEYiM :( Bir babanın gelin olacak kızına yazdıkları
Kızım gelecek birazdan
Çok az vaktimiz kaldı, hala ürperiyor ve korkuyorum
Ya duramazsam ayaklarımın üzerinde?
Ya bırakıpta kendimi ağlarsam gözünün önünde?
Hayır yapamam! Bu olmamalı
Toparlanmalıyım bir an önce
Her zamanki gibi dik durmalıyım karşısında
Hem kızımı "erkekler ağlamaz, hele babalar hiç ağlamaz" diye inandırmıştım
Sürdürmeliyim o koca yalanı
Kızım gelecek birazdan yanıma
Canımın yongası, yüreğimin ta şurası
Daha şimdiden hissediyorum belimin orta yerinden kırıldığını
Çözüldüğünü dizlerimin bağını
O gelmeden kendimi toparlamalı ve alıştırma yapmalıyım
Onu gelinlik içinde görür görmez "prensesler gibi olmuşsun kızım" demeliyim
Ya da yok
"Canım yavrum, o kadar güzel olmuşsun ki seni vermekten vazgeçebilirim" demeliyim
Ya da şöyle diyeyim en iyisi
"Birisi cennetin kapılarını açık bırakmış da bu melekler güzeli buraya mı kaçmış?" desem
Ama ağlar ben bunları söylersem
Zaten o benim hep prensesim, hep melekler güzelimdi
En iyisi hiçbir şey demeden
"Hayırlı uğurlu olsun kızım, Allah başınızı bozmasın"diyeyim kestirmeden
Ama bu da çok katı olmaz mı?
Olsun, zaten kızım beni hep katı bilirdi
Bir yere gitse "neredeydin?" diye
Gittiği yerden geç gelse " kız başına bu saate kadar ne geziyorsun?" diye kızardım
O da surat asar, bazen karşılık verir giderdi karşımdan
Ama benim ona hep kızdığımı ve baskı kurduğumu düşünsede
Hiç kızmadım ben melekler güzelime
Kızamazdım, kıyamazdım
Başına bir şey gelir, incinir, korkar da yanında ben olamam diye titrerdim
Onun tırnağına taş deyse benim yüreğime kan akardı
Onun saçının teli kopsa benim yüreğim doğrulmazdı
Babaydım ben, sevdiğimi değilde hep tepkilerimi belli ederdim
Hep sevdim onu belli etmeden
Geceleri az mı izledim gizli gizli uykusunu bölmeden
Az mı dua ettim "Allah'ım alma canımı kızımın mutlulukla mürvetini görmeden"
Kızım gelecek birazdan
Daha doğrusu öpüp elimi helallik isteyecek, uçacak yuvadan
Boğazım düğüm düğüm, yüreğim iki büklüm
Keşke açabilsem de yüreğimi öpse kızım kanayan bu yaramdan
Öpse de geçse acısı her yandan
Kızım gelecek ve gidecek birazdan
Kızım gidiyorsun da yokluğuna nasıl dayanacak bu ruhsuz sandığın baban?
Ağlarsam eğer sanma ki sadece mutluluktan, hepsi ayrılıktan tomurcuğum
Hepsi ayrılıktan
Çok sevdi seni baban
Çok ağladı içinden ama gözünden yaş akmadan
Hasta olduğunda, düştüğünde, üşüdüğünde, üzüldüğünde
Katı değildim ben kızım
Sadece sana karşı hassas ve zayıf olduğumu bilme diyeydi hepsi
Yani kınalı kuzum hepsi yalandan, hepsi korkudan
Seni çok seviyorum kızım
Gidişine kan ağlasamda yine yalan söyleyeceğim sana
Mutluluktan ağlıyorum desemde halbu ki ayrılıktan
Halbu ki yokluğuna alışamayacak oluşumdan
Güle güle git diyecek kızına bu yorgun babası
Mutlulukla dolsun diyecek evi, yuvası
incinmesin yüreğin, akmasın diyecek gözünün yaşı
Kurban olur ona babası
Desem mi ona acaba
"Hadi babası, öp de geçsin bu ayrılık acısı"...
babam... uzun zamandır söyleyemediğimi düşününce söylerken yüzümde ince bir tebessüm alıyor.
onunlayken yaptığımız şeyleri, bana öğrettikleri, yanımda kimse yokken yanımda olması ve gittiği günü getiriyor aklıma.
aklıma fikret kızılok'un ama babacığım şarkısı geldi.
çocukken benim babam herşeyi yapar deriz.
10 yaşına gelince hemen hemen herşeyi yapıyordur.
15 yaşına gelince asabımızı bozuyordur.
20 olunca salağın teki olur.
25 olunca o kadar da salak değilmiş deriz.
30 olunca hay allah keşke babam yanımda olabilse deriz.
çok beğendiğim bi mont vardı babama yük olmamak için maaşımı alınca kendim alcaktım òz babam değil sonuçta. üstelik pahalı bişeydi. annemle konuşurken duymuş bizi. bu sabah yatağımın kenarında o montla uyandım. ona yük olduğmu düşünmeme üzülüp havaalanında çalışmamı bile sağlamıştı benim için neler yapıyosun canım babam. sana nasıl teşekkür etsem...