--spoiler--
ayrıca çocuğun bakış açısı film boyunca yansıtılıyor; olayları hayali bir biçimde yorumlayabiliyor. ama o son buruk sahnede resmen "artık hayal etmeyi bırakıyorum. " demesi dayanma gücümüzü tüketen hareket oluyor.
--spoiler--
aşırı derecede ideolojiye dönüştürülmüş bir filmdir. bir kere senaryosu dengesiz tek sekansı dışında derinliksizdir. Oyuncular sırtlar ve götürür filmi. Çağan Irmak farkında olmadan karakterlerin dalgasının üzerine yerleştirdiği sörf tahtası ile duygunun zirvesine tırmanır. Allah aşkına kaç tane final vardır o filmde öyle? Döverler adamı, mezun etmezler sinema okulundan... (bkz: ayyyy ne güzel ağladık kııızzz.)
eski kız arkadaşımla gittiğim ancak kızın androit olduğunu anladığım filmdir. Zira filmin sonuna kadar kızda hüzün adına tık olmadığı gibi benim çıkışta dağıldığım filmdir.
ağlamaktan ziyade güldüm desem yeridir..binnur kaya sağolsun.
elbette hüzünlü bir hikaye lakin sadece 'benim yüzümdeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeen' kısmında gözüm doldu.
hatta diyebilirim ki filmin sonlarına neden ağlamadığımı sorgulamaya başladım.
bende mi sakatlık var , film mi zayıf * yoksa uygun havamda mı değilim diye.
hikaye güzel ama o hikayede kendine bi yer kestirmek önemli.yani babasını kaybedenlerin daha etkilendiğini düşünüyorum.
salya sümük ağlamak yerine işaret parmağımla nem aldım diyelim.
bi de o değil ağlamak zorunlu mu kardeşim?
içime akıttım anne sütü misali ılık gözyaşlarını..
Oğluna kızgın baba Çetin Tekindor köy avlusundaki sedirde oturmakta ve oğluda ona oğlunu emanet ederken yaptığı konuşmasında onun ilk kız arkadaşını göremeyeceğinin evlendiğini göremeyeceğinin vs..bahsederken hele onun yaşamı boyunca boğazında bir yumru olark kalacağım için kendimden nefret ediyorum dediği anda kendimden geçtiğim film.Evet o yumru bende yıllardır var ve gitmiyor bir türlü.
son zamanların en iyi türk filmi.insanların en derin duygularını su yüzüne çıkarabilen ve herkesi ortak bir duygu seline kaptırtan harika bir yapım.filmi izledikten sonra insan sevdiklerinin değerini daha bir güzel anlıyor.
gösterime girdiği ilk 6 hafta gişe yapamamış,sonra basının insanları, insanların da birbirini gazlayarak
büyük ilgi gösterdiği film.film çok güzeldir o ayrı konu.
mustafa hakkında hersey den sonra gelecegi belli olan filmdi, cagan ırmak turk aile yapisini ve isini cok iyi biliyor. ama artık cıtayı yuksektti, daha iyilerini yapması lazım, isini zora soktu. sinema da bunun bir adi var, ama ben bilmiyorum.
mazoşist eden film.izle izle ağla; sinemada izleme cesaretini gösteremedim hiç, evde izledim ama tek başıma on numara bir film.tek kelimeyle on numara.
çetin tekindor'a bir kez daha hayran bıraktıran film. özellikle o kollarını açıp "gitme diyeydim" dediği sahnede insan ağlamamak için kendini zor tutuyor ve beceremiyor.. http://www.youtube.com/watch?v=6DPQ6hE806c
12 eylul etrafında izlek olarak aktarılan filmlerin en belirgin duyumsaması mağduriyettir. Dönem etrafında şekillenen, Bekle Dedim Gölgeye, Eylül Fırtınası, Sis, Vizontele Tuba ve Beynelmilel karakterlerin dağılımı ve son kertede yaşanan huzunsel dramlarıyla seyirciyi bu mağduriyet kuşağına sarmalamaktadır. Bu filmlerdeki karakterlerin ortak nüveleri ise toplumdan soyutlanmış, içe kapanık, yeniklik psikolojisi içerisinde bulunmalarıdır. Adeta birbirini besleyen bir alanda hayata gecirilmiş bulunan bu filmlerde kurban edilen ise '' sol kulturdur ''. Sol ideolojinin toplumsal alandaki işlevsizliğinden fazlasıyla nemalanan bu filmler yumuşak karın keşfetmişcesine solu yargılamaya devam etmektedirler. Babam ve oğlum'da öncülerinin devamını getiren senaryosuyla, darbenin yarattığı tahribattan çok sola bilet kesen anlayışın devamıdır.
Film artık ezbere alınan sahneleriyle '' bir geri dönüş '' hikayesi olarak imgelensede, asıl olarak ''karşılaşmanın yoğunluğuna '' indirgenebilecek bir izleğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Kurgunun '' karşılaşmaya '' abanmış metaforik düzlemi daha ilk sahneden itibaren seyirciye başarıyla sunulmaktadır. Filmin doğasal esprisi de bu karşılaşma anlarının filmin genelinde sıkca yer etmesindendir. Bu karşılaşma anları çoğu zaman belirsizlik vede sert söylemlerle donatılarak filmin devamsal merakını da beslemektedir. Karşılaşmanın yoğunluğu nereden bakılırsa bakılsın, izleyici için sihirli bir andır. Bilinç yarılması, duygu artırımı olarakta ifade edebileceğimiz bu zamansal sıkışmışlığın mucizesi doğası gereği çift yonludur. Karşılaşılanın manasının baskın olduğu bu anda, ilk mucize rastlanılanana beslenen hissiyattır. ikinci mucize ise bilinmezliktir. işte bu bilinmezlik hali babam ve oğlum' da seyirciyi askıda tutan belirleyici öznedir. Seyirci ikili bir gerilimin izleğine kapılarak kurguya abanır..
Bu kurgusal gelişim, ilk andan itibaren seyirciye sunulmaktadır.. Seyirci, politik tavırlı baş karakterin 12 eylul ile tanışmasını dramatize edilmiş bir anın ardından izler . Yitirilen eşten daha da baskın olan sadık ın darbeyle tanışmasıdır. Bu tanışma anın ertesinde seyirci( fragmanlar hızla akarak )sadık ın ölümcül bir hastalığa yakalandığını seyreder. Çaresizce yıllar önce terk ettiği aile ocağına dönmek zorunda kalan sadık, oğlu denize yolda verdiği öğütlerle karşılaşmanın ağırlığını seyirciyle paylaşmaktadır. Aile ocağına dönüş sırasında oğlu deniz'in tekrar ettiği '' Dedem, o beni sevene kadar ben ona dede demiyeceğim; belki baştan beni sevmez ama üzülmeyeceğim, sonra beni severse ona dede diyebilirim '' sözleri karşılaşılanın negatif bir hissiyatla hareket edeceğinin ifadesidir.. .
Gerilimlerle yuklu ikili bir '' rastlaşmanın '' sadık üzerindeki etkisini aile ocağına yaklaşırken algılamaktayız. Aile ocağına dönuşun aktarıldığı sahnede sadık istemsizce bir tepkiyle oğlu deniz'in elini daha bir sert sıkmaktadır. ileride ki sahnelerden anlayabileceğimiz gibi sadık'ın aile ocağı ile vedalaşması tamda bu noktada başlamıştır. Psikanalist bir yaklaşımla, Sadık, gecmişin tezahuru olabilen bu anı tekrar yaşamaktadır. Kendi ürkütücü mazisiyle tekrar buluştuğu bir an olarakta yuklendirebileceğimiz bu sahne, diğer yandan da teslimiyet yuklu kaybetmenin acılımı olabilmektedir. Seneler once red ettiği bir yaşama, tekrar sokulmaya çabalamanın ağırlığına bir destektir çoçuğunun eli...
Sadık 'ın babasıyla, deniz' in dedesiyle ilk rastlaşması gerilimin seyirciyle apacık paylaşıldığı sahnedir. Öncesinde negatif yuklemde bir ilişkinin doğabileceğini kavrayan seyirci, ilk rastlaşmanın ardından gerilimli bir ilişki alanına sokulmaktadır. Bu gerilimli alanda önce deniz'le- dedesinin arasındaki ilişkinin kurulmasını, ardından babanın sadık la ilişkisini duzleme sokmasını izleriz. Gerilimsel bir atmosferde verilen bu rastlaşmalar, yeniden keşfedişler kurguyu asıl biçimlendiren omurgadır. Başarı ile işlenen bu kurgusallık filmi de izlenebilir kılmaktadır..
Filmin başarıyla işleyen bu tarzının yanında neden bir sol karakterin filme sızdırıldığına asla cevap alamıyoruz. Anlatılanın öykusu sol bir karakter üzerinden imgelenmese, daha doyurucu bir tarza ulaşabilirdi.
Sol gibi değiştirici, dönüştürücü ve son tahlilde iktidar talep edici bir siyasi yönelimi, filmde de işlendiği haliyle muhafazakar ve geleneksel bir aile bakışına boyun eğdirmek kurguyu inandırıcısızlığa teslim etmekte.
Filmde, sol tandraslı bir dunyadan uzatılan karakterimiz işkence görmüş, cezaevinde tutuklu bulunmuş birisidir. Bu anlamıyla ödenmesi gereken bedeli fazlasıyla ödeyen bir karakterdir. Filmin belli sahnelerinde karakterimiz ödenen bedellere dayanarak bayat solcu diyalogları sahnelemektedir. Solun bir yaşamsal döngu formasyonundan sıyrılarak, sadece iktidar talep eden bir varlık nedenine indirgendiğini gözlemlediğimiz bu sahneler ise ısrarla izleyiciyi mağduriyetin doğurucu kaynağına yöneltmiyor.
Diğer yandan 12 eylül gibi bir rejimin sadık ın ailesinin yaşadığı kasabaya ulaşmadığını gözlemliyoruz. Sadık ın hayatında kesintilere, bedellere, eşinin ölümüne sebep olan 12 eylul darbesinin, pastrol havada sunulan bu ege kasabasına hiç bir etkisini film seyirciyle paylaşmıyor. Sert kırılmaların yaşandığı bu dönemde, ege kasabasındaki aile ocağı kesintiye uğramadan sürekliliği devam eden bir devinimde adeta. Darbenin sadece karşıtını cezalandırdığını alttan alta kolonlayan dil, film boyunca tekrar tekrar kendini temellendiriyor.
Tum bu kurgusal zorlamanın dışında asıl düşündürücü olan ise, hala sol üzerine yapılan basit suclamaların kahramanımızın dilinden tekrar üretilmesidir. Aynı dönemde binlerce sol taraftar işkence tezgahlarında bedel ödeyip, cezaevlerinde ölüm orucu direnişleri sergilenirken, pagan dili edebiyatıyla ''reklam şirketlerine'' çalışan oldular eleştirisi artık gulunc bir zorlamalık olmakta. Bıktırıcı bir tadla, solu yaftalayan bu sığ eleştireliğin dışında kurabilecek daha gercekci örneklemelere ihtiyac olduğu kesin..
Babam ve oğlum, zorlama bir kurgusallıkla solun dunyasından sokularak son aşamada solu ezen anlayışın devamı aslında. Paylaşımın, eşitliğin, mucadelenin dunyasından arındıralarak sadece üstün körü bir dağıtımla suslenen sol karakterler ne 12 eylul eleştirisi kurabilmekte nede yaşanılan acıların kaynağını aktarabilmekte. Sadece bir dönem içerisinde mucadele eden, yaşanmış bitmiş bir ideolojinin mağdurları olarak tanıtılan bu karakterlerin sol adına,sola bilet kesme anlayışları acaba turk sinemasında daha ne kadar surecek....
türk sinemasının doğallıktan uzak,sinemayı para basma aracı olarak gördüğü,yarıyıl tatiline denk getirilen gaydırı gubbak filmlerin aksine son dönemlerdeki en iyi türk filmlerinden biri.