Vefat ederken ismimi sayıklamış. bizimkiler akrabalar falan öyle diyordu. Beni hakikaten çok severdi rahmetli. aramızda özel bir bağ da vardı. Son zamanlarına yetişemedim ben ne yazık ki, iş gereği gidemedim yanına. Belki özlemişti ve ondan dolayı anmıştı beni. Sadece bu geliyor aklıma. Çünkü başka bir mana yüklemeye çalıştıkça ürküyorum.
çay tabağında çay kaşığıyla toz şeker yemek, kıtlama çay, batıl inanç, alzheimer, yanık, gasp...
babannemle toplasak 18 yılda toplam 1 yıl geçirdiyesem geçirmişimdir. belki bundandır beni hiç bir zaman torunu saymaması bilemiyorum. bildiğim tek şey beni hiç bir zaman tanımadığı.
hala en etkin biçimde sergilemeye devam etmekte olduğu adanmışlık kavramıdır.
çocukluğumdan bu yana birlikte geçirdiğimiz ve şahsıma karşı yansıtmış olduğu tüm davranışların ve bunun birlikte ruhuma işlediği o maneviyatın kutsallık mertebesini kavrayabilmek ve samimiyetimize dair kuş bakışı eşliğinde bir öz eleştiri gerçekleştirmek adına 20 yıl geçmesi gerekti. bu geçen zaman içerisinde zihnime tek tek kazınmış olan tüm hatıraların ve içimde yer bulan hissiyatların, bizzat kişiliğime kazandırmış olduğu tüm etkenleri kavramak için, gerek zaman içerisinde kendi olgunlaşma seviyem ve gerekse bu insanın yaşlanma sürecindeki mental “yumuşama” ve ya “duygusallığa yatkınlık” belirtilerini göz önüne almak lazım gelmiştir. mevcut düşüncelerimin arasında kendine yüksek kademelerde yer etmiş olan “ilişkilerde yüksek samimiyetin bazı olgular üzerinde buğulanmaya sebep olması” görüşünü bu noktada tekrar etüt ederek ve bu bahsettiğim buğulanmayı ortadan kaldırarak yapmış olduğum öz eleştiriler neticesinde fark ediyorum ki; anne ve baba kavramlarının dışında, şahsıma yöneltilen en kuvvetli sevgi biçimi çok kıymetli babaannem tarafından gelmiştir.
tüm bu bahsedilenleri örneklendirmenin gerekliliğini göz önüne alarak; geçmişte olduğu gibi, hala yemeğimi kendi pişirmek ister, sürekli ihtiyaçlarımı sorgular ve şahsımın üzerine yorum yapması gerektiğinde içerisindeki o “evlat” hissini bastıramayıp, olması gerekenden farklı yorumlar yöneltmektedir. yıllardır bu eve olan katkılarını ve bu evin fertlerine karşı olan sorumluluklarını hiçbir şekilde göz ardı etmeden yerine getirdiğini tekrar fark ettiğimde, bu adanmışlık kavramını en doruk noktalarına değin hissetmekteyim. bu durumda bir empati seansı gerçekleştirmenin mühim olduğunu hatırlayarak, kendimi onun yaptığı tüm işlere ve tüm yaklaşımlara adapte etme gayreti gösterdiğimde belirgin olarak içimde vuku bulan hissiyat, kendisinin şahsıma nazaran çok daha özel ve çok daha kuvvetli bir kişilik olduğunu sezinlemektir.
satırlara, hatta sayfalara dökülecek daha pek çok düşünce varyasyonları mevcut olmasına rağmen hislerimin özünden bir parça sunmak gayreti göstereceğim ki bunun getirisi; babaanne denildiğinde sahip olduğum cevheri tekrar ve tekrar fark edip, onunla gurur duymakta olduğumdur. tüm bu hislerin akabinde, bir gereklilik olarak elbette en büyük vazifelerden biri, kendisine karşı saygıda ve sevgide kusuru asla aşağı indirgememek, öpülesi ellerinin kıymetini her daim muhafaza etmektir.
Ben çocukken hep Arefe günü giderdik babaanneme. Bir hafta kırıkkalede kalırdık. Bir gün rahmetli benden bir kaşık su istedi. Eskiden öyle isterlermiş. Ben de çocuk aklı mutfağa koşup kaşığa su doldurup dökmeden götürmüştüm. Yaşım 3-5 anca... Rahmetli babaannem bütün aileye anlatmıştı bunu.
amcamın babanneme tarlaya bir şey ekmesini yasaklaması ama babannemin gizli gizli tarlayı ekip mahsul alması. oysa amcam yorulmasın diye yasak etti. şimdiki bir çok kadına ( çıt kırıldım olmayayan kızları tenzih ederim)yumurta kırdıramazsın.
Hiçbir şey. Çünkü onu görmedim duymadım bilmiyorum.
ama annanne deyincede bende hiçbir şey çağrışmıyor. Çünkü o erkek torun düşkünü bir kadın.
Biz kim köpek oluyoruz da bizi sevecek.
beni büyüten, bu süreçte yaptığım haylazliklari anne babamdan gizleyip bana doğruyu öğreten, tarladan gelen tek tük parasinin büyük bir kismini hep bana veren koca yürekli kadin. neden gittin ki.