hala en etkin biçimde sergilemeye devam etmekte olduğu adanmışlık kavramıdır.
çocukluğumdan bu yana birlikte geçirdiğimiz ve şahsıma karşı yansıtmış olduğu tüm davranışların ve bunun birlikte ruhuma işlediği o maneviyatın kutsallık mertebesini kavrayabilmek ve samimiyetimize dair kuş bakışı eşliğinde bir öz eleştiri gerçekleştirmek adına 20 yıl geçmesi gerekti. bu geçen zaman içerisinde zihnime tek tek kazınmış olan tüm hatıraların ve içimde yer bulan hissiyatların, bizzat kişiliğime kazandırmış olduğu tüm etkenleri kavramak için, gerek zaman içerisinde kendi olgunlaşma seviyem ve gerekse bu insanın yaşlanma sürecindeki mental “yumuşama” ve ya “duygusallığa yatkınlık” belirtilerini göz önüne almak lazım gelmiştir. mevcut düşüncelerimin arasında kendine yüksek kademelerde yer etmiş olan “ilişkilerde yüksek samimiyetin bazı olgular üzerinde buğulanmaya sebep olması” görüşünü bu noktada tekrar etüt ederek ve bu bahsettiğim buğulanmayı ortadan kaldırarak yapmış olduğum öz eleştiriler neticesinde fark ediyorum ki; anne ve baba kavramlarının dışında, şahsıma yöneltilen en kuvvetli sevgi biçimi çok kıymetli babaannem tarafından gelmiştir.
tüm bu bahsedilenleri örneklendirmenin gerekliliğini göz önüne alarak; geçmişte olduğu gibi, hala yemeğimi kendi pişirmek ister, sürekli ihtiyaçlarımı sorgular ve şahsımın üzerine yorum yapması gerektiğinde içerisindeki o “evlat” hissini bastıramayıp, olması gerekenden farklı yorumlar yöneltmektedir. yıllardır bu eve olan katkılarını ve bu evin fertlerine karşı olan sorumluluklarını hiçbir şekilde göz ardı etmeden yerine getirdiğini tekrar fark ettiğimde, bu adanmışlık kavramını en doruk noktalarına değin hissetmekteyim. bu durumda bir empati seansı gerçekleştirmenin mühim olduğunu hatırlayarak, kendimi onun yaptığı tüm işlere ve tüm yaklaşımlara adapte etme gayreti gösterdiğimde belirgin olarak içimde vuku bulan hissiyat, kendisinin şahsıma nazaran çok daha özel ve çok daha kuvvetli bir kişilik olduğunu sezinlemektir.
satırlara, hatta sayfalara dökülecek daha pek çok düşünce varyasyonları mevcut olmasına rağmen hislerimin özünden bir parça sunmak gayreti göstereceğim ki bunun getirisi; babaanne denildiğinde sahip olduğum cevheri tekrar ve tekrar fark edip, onunla gurur duymakta olduğumdur. tüm bu hislerin akabinde, bir gereklilik olarak elbette en büyük vazifelerden biri, kendisine karşı saygıda ve sevgide kusuru asla aşağı indirgememek, öpülesi ellerinin kıymetini her daim muhafaza etmektir.
şimdi rahmetlinin arkasından pek konuşmak istemiyorum aslında, ama iki satırda yazmak istiyorum. Sevgisini pek belli etmezdi. Bir de kırmızı ruju vazgeçilmezdi onun için. hayata yaşamak için geldiğini soylesem yanlış olmaz. Hiç bir zaman unutamayacagim bir anım var, her torununa hediye alıp beni unutmuştu. Yine de ona kızamıyorum, sadece üzülüyorum neden beni unutmuştu? Onun için değersiz miydim? çocukluk işte o zamanlar sorguluyorsun. Şimdi olsa cok umursamazdım açıkçası. Yine de ışıklar içinde uyusun...
ilkokul birinci sınıftan üniversite son sınıfa kadar ve sonrasında askere giderken en az 48392472907 kez "aman oğlum, kimsenin verdiği şeyi yime, içme emi?" diyebilen ayrıcalıklı, tatlış, şapşik, minnoş ve ponçik bir insan.