sanatına sonsuz saygı ve sevgimin olduğu ama her zaman şu soru işaretiyle zihnimi meşgul eden büyük ozan. acaba Allah o gözlere görmeyi nasip etseydi yinede "güzelliğin on pare etmez" dermiydi?
edebi yeteneğinin yanı sıra esprili kişiliği ve zekice söylenmiş nükteleri ile de tanınan bir aşıktır. uzun yıllar birlikte saz çaldığı dostu veysel kaymak bir kaç anısını kitabında paylaşmıştır. en dikkat çekenleri şunlardır:
Yine bulunduğu bir toplantıda, saz çalıp türkü söylerken, gürültü çoğalınca; bağlama çalmaya ara vererek, kulağına yaklaştırıp, onu dinler gibi yaparak:
- Bu gürültü sazın içinden mi geliyor ne, diyerek; gürültü edenleri kibarca uyarır.
Aşık, konuşması sırasında, yeri geldiğinde bazen, "Körün önünden öte dur, asa sallar sana vurur" diye takılır; bazen de "iki gözüm kör olsun" diye yemin ederdi.
Son günlerinde, hastalığı sırasında çevre köylerden ziyaretinde gelenler çoğalmıştı. Bu günlerde ziyaretine gelen bir kadın, yüksek sesle, hastalığı konusunda sorular sormaya başladı. Aşık da aynı şekilde sorularını yanıtlıyordu. Bu duruma bir hayli kızmıştı. Dayanamadı, sonunda, "Körüm ya, sağır da sanıyorlar" diye açıkladı.
Bir tarihte konser için, otobüsle Amasya'ya gitmektedirler. Yanında Kul Ahmet oturmaktadır. Ferhat'la Şirin söylencesindeki dağın önünden geçerlerken, Kul Ahmet, Aşık Veysel'e dönerek, biraz da alaycı bir şekilde:
- Aşık, Ferhat'ın, Şirin için yardığı kayaların önünden geçiyoruz, görüyor musun, diye takılınca, Aşık Veysel'in yanıtı:
Samimi bulduğu kişilerle konuşması sırasında, sıhhatinin nasıl olduğu sorulduğunda, soruyu yanlış anlamış gibi, "saatim yok" diye karşılık verdiği olurdu.
Aşık Veysel, Ankara'da, Ahmet Kutsi Tecer'in konuğudur. Davette bazı dostlarıyla birlikte, Ruhi Su da bulunur. Ruhi Su'nun ilk türkü söylediği yıllardır. Kendini bir usta karşısında sınamak düşüncesiyle, birkaç türkü söyler. Sonunda orada bulunanlarca ortaya "Nasıl buldun Veysel?" diye bir soru atılır. Veysel'in yanıtı:
- Efendim, dağlarda kır çiçekleri olur, onu alır şehre getirirsen, güzel saksılarda, güzel topraklar içinde yetiştirir, geliştirirsin. Belki daha güzel bir çiçek olur, ama o eski kokusunu bulamazsınız, şeklindedir.
Ruhi Su, Veysel'in benzetmesinden biraz alınır. Buna karşılık o da "işimin yanlış olmadığını biliyordum. Aldığım müzik kültürü, ses eğitimi içinde görevim zaten işte o 'başka çiçeği' bulmaktı, o gelişmiş 'başka çiçeği' demektedir.
Mini eteğin moda olduğu yıllarda, Aşık'ın da bulunduğu kadınlı erkekli bir yemekli toplantıda, konu tartışılır. Kimileri bunu aşırı bulur, kimileri de bunun bir zevk işi olduğunu ve isteyenlerin giyebileceğini öne sürer. Aşık, mini eteği göremediği için, tartışmaya kendi anladığı şekilde katılmak ister;
-Yahu bu anlattığınız nasıl bir şeydir, bari ben de şöyle bir elimle yoklayayım diyerek, yanında oturan mini etekli bayana doğru eğilerek, bacağından tutmaya çalışır. Şakasıyla orada bulunanları güldürür.
Aşık'ın bazı dostları, o yıl seçilen Sivas güzeli ile köye gelmişlerdi. Güzeli Aşık'la tanıştırdılar. Aşık, bir ara güzeli yanına çağırarak, kulağına bir şey söyleyecekmiş gibi yapıp, yanağından öptü. Oradakilerin gülüşmeleri üzerine; "Gözüm kör olsun ki bir şey yapmadım," diye espri yaparak yeni gülmelere neden oldu.
Altmışlı yıllarda bir yaz günü, köye yine Aşık'ın konukları gelmişti. Aralarında Fransız konuklar ve bunlara tercümanlık yapan, öğretmen okulundan öğretmenimiz Necdet Korkmaz da vardı. Bir ara o dönemin Muhtarı rahmetli Veli Keçeci'nin konuğu oldular. Belli bir süre sonra dışarı çıkıldı. Evin yanında bulunan çeşmenin üstünde, uygun bir alana oturularak sohbete devam edildi.
Fransız konuklardan biri, Aşık'ın resmini çekiyordu. Aşık haberdar edildi. O sırada pipo içiyordu. Pipo içmeye ara vererek, "tütün yüzümü gölgelemesin," benzeri bir espri yaptı. Sohbet sona erdi. Oradan Aşık'ın evine gidilmek üzere hareket edildi. O yıllarda istanbul'da trafik polisliği yapan, Emlek Hüyük'ten Arif Çavuş da konuklar arasındaydı. Aşık, önde, konuklardan birinin kolunda hızlı hızlı yürüyordu. Bu durum oradakilerin dikkatini çekti. Arkada bulunanlardan biri, "Aşık acelene ne oldu, neden hızlı gidiyorsun?" diye seslenince; Aşık da, Arif Çavuş'u kastederek, "Ne yapayım, arkamda trafik polisi, sıkıştırıyor." Diye karşılık verdi.
Aşık, son yıllarda ziyaretine gelen konuklarına, hoş beşten sonra, sazını eline alır, birkaç parça çalar söylerdi. Arkasından da çoğu zaman şu fıkrayı anlatırdı:
"Bektaşinin biri camiye namaz kılmaya gitmiş, ön saflarda hocanın yanında saf tutmuş. Hoca ruküda, 'Esselam-ı Aleyküm ve Rahmetullah' diye Bektaşinin olduğu tarafa dönünce, Bektaşi, 'Aleyküm selam' demiş. Hoca kızmış, 'Be hey melun, namazı fesada verdin, ben selamı sana mı verdim, Allah'ın meleklerine veriyorum' deyince, Bektaşi, 'Senin gibi hocanın benim gibi meleği olur' diye karşılık vermiş" der ve:
- Bu yaştaki birinin de bu kadar çalıp, söylemesi olur, diye bitirirdi.
görmeyen gözleriyle insanlara kalp gözüyle görme dersi veren aşıklar geleneğinin üstadlarından. 40 okul bitireceğime senin gibi bir ümmi olsaydım keşke üstad.
yedi yaşında kör bir çocuk, on yaşında sazla tanışan bir genç adayı, otuz dokuzunda atatürk için şiirler yazan cumhuriyet aşığı. dostlar seni hatırlasın!
yazmanın, kalbe dokunmanın, hüzünlendirmenin, sevindirmenin edebiyat bilgisiyle hiç bir ilgisi olmadığının kanıtı olan muhteşem insan. muhteşem müzisyen. muhteşem yazar.
anadolunun orta vilayetlerinden bir köyde, yavaş yavaş güneş batmaya, hava kararmaya başlar. karanlık iyice çöker köyün üzerine. evlerden birinde bir kadın ve adam yatma hazırlığı yapmaktadır. erken yatıp yarın sabaha, güneş ışığına erken uyanılacaktır. adam üzerini değiştirir, yatağına yönelir.
evin penceresinden, karanlık bahçeye vuran ışıkta, ağaçların arasında bir gölge belirir. kadın pencereden dışarı bakar ve gülümser. kadının sevgilisi bahçededir
tam sözleştikleri gibi, sözleştikleri saatte ve yerde adam onu beklemektedir. kadın kocasının uyumasından emin olunca
sessizce yataktan kalkar, üstünü giyer ve pencereden aşağıya atlar.
başka bir adam için kadın kocasını terk eder
koşarlar iki sevgili.. tarlaları, ovaları aşarlar
anadoluda bir köy nasıl nasıl koşmasınlar ki. arkalarından onları kovalayacak onca şey vardır namus belası. töre cinayetleri yoksulluk cefa korku arkalarında bunlar varken nasıl durabilirler
köyden uzaklaştıklarına iyice emin olunca soluklanmak için dururlar
kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki ;
evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor
çıkartıp bakarlar ki!
ayakkabısının içinde bir tomar para!
kocası her şeyin farkında biliyor ki gidecek
beni terk edecek ama bunca yıl çorbasını içtim, çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi. bana emeği geçti
yaban elde muhtaç olmasin diye!
o yoksul köylü;
bütün parasını; başka bir adam için kendisini terk eden karısının, giderek kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koydu
o güzel insanı
o onurlu davranışı sergileyen
o terk edilen adamı
hepiniz taniyorsunuz!
çünkü o ;
bir dizesinde bize yürekten seslendiği gibi
uzun ince bir yoldaydı ve
gidiyordu gündüz gece
şimdi sorarım size ;
bu memlekette töre cinayetleri, kadına karşı uygulanan şiddet mi yakışır? yoksa âşık veysel gibi hayatında hiç kitap okumasa, okuyamasa bile
kitap gibi hayat yaşayan adamlar mi yakışır. *~~
" elden gelen bir şey yok. bu yola hepimiz uğrayacağız, anamız babamız çoktan uğramış bile. eğer mümkün olsaydı, atatürk'ü kurtarırlardı." aşık veysel.