yüksek sesle söylenen bir cümlenin ardından gelen asıl söylenmek istenilip de söylenilemeyen sözlerdir.
kaç yıl oldu? sahi hangi yıldaydık o gün ?
güz mevsimi. sarı yaprakların birer birer havada uçmaya çalıştıkları mevsim. başka bir deyişle sarı yaprakların uçmayı öğrenmesine fırsat vermeden göçüp giden bir mevsim güz mevsimi. hüzün diye de adlandırılır, umutsuzluk diye de.
iki yanı sarı yapraklı ağaçlarla kaplı bir yolda yürüyorum. ılık bir rüzgar esiyor tam karşımdan. kaldırıma düşmüş sarı yaprakları ezmemek adına geçen arabalardan birer küfür işitiyorum. aldırmıyorum. biraz sonra arkamdan bir araba daha yaklaşıyor. sesinden tanıyorum. ama bu kez farklı bir şey oluyor. sağ dirseğimde müthiş bir acı hissediyorum. arabanın dikiz aynasının parçalanıp da yola düşmesinden bir şeyler anlıyorum. kırmızı renkteki araba 10 metre ilerde sağ tarafta duruyor. dirseğim öyle bir acıyor ki. düşünemiyorum bile. hafiften yağmur başlamış çok sonra fark ediyorum. arabanın kapısı yavaşça açılıyor ve dirseğimdeki acıdan eser kalmıyor. bir anda yağmur damlalarına gök kuşakları karışıyor. hüzün fırtınalı mevsimde aşk güneşi açıyor bir saniyede. susuyor güz yaprakları. çıt yok. hayatın anlamı birkaç saniyeye böyle sığıyor işte.
kestane renkli saçlarına düşüyor yağmur damlaları. gök kuşakları taç oluyor o saçlara. kahve gözlerinden yansıyor güneş. ve ben bildiğim ne varsa unutuyorum. sadece gözlerine bakıyorum.
" bir şeyiniz var mı?" diyor gözleriyle baharı getiren gülümsemesiyle.
susuyorum. "iyi misiniz?" diyor. yine aynı gözler aynı güzellikleri çağrıştırıyor. ya da tüm güzellikler bu gözlerin kötü birer taklitleri. bilmiyorum, sadece susuyorum.
ellerini uzatıyor dirseğime doğru. "iyiyim" diyorum seni görüp de iyi olmamak mümkün değil galiba.
"emin misiniz çok özür dilerim." diyor.
"önemli değil." diyorum canımı da alsan önemli değil.
"hastaneye gidelim" diyor işaret parmağı dirseğimi gösteriyor.
"gerek yok." diyorum gözlerine biraz daha baksam geçecek.
duymuyor hiç, ikinci cümlelerimi.
"gidiyorum o halde" diyor, gülümsüyor.
"gidebilirsin" diyorum, gözlerini bana bırakabilirsen.
duymuyor yine.
yavaşça gidiyor kırmızı arabasına.
hiç başlamadan bir rüya daha bitiyor usulca...
hüsniye sana bakınca kendimi manav da gibi zannediyorum. dudakların kiraz gibi, yanakların elma gibi, gözlerin üzüm gibi, göğüslerin portakal. hepsinden yarımşar kilo versene hüsniye.
sana cinsel anlamda dokunmak aklımdan geçmez gözlerin yalnız beni görse, bir umuda sarılabilirim kalbini bana emanet edebilsen, süper kahraman bile olurum senin için bana kendini bırakabilsen...
bana bu kadar kapılma. ben o zannettiğin kişi değilim, sen de değilsin. aşk denen saçmalık yuzunden hayatını mahvetmek istemiyorum, sana soylediğim tüm o sözler yatak odasına kadar. o yolda benimle yaşadıklarını abartma. zannettiğin aşk, kitaplarda AMA eminim o muhteşem yazarlar bile kendi yazdıklarına inanmamışlardır. inanma bana. bu soylediklerime de inanma.
bazı sözlere öyle incinir ki insan. öyle kederlenir ki bir kelimeye. bir harfe öyle ağlar ki insan. sen bilir misin bir gece sabaha kadar fotoğraflarına baktığımı? yazıp yazıp sildiğim her cümlenin öznesi sendin, bilir misin? bir gece vakti 3 saat boyunca sokaklarda dolaştığımı bilir misin? rüyalarımda seni göreceğim için hevesle uyumaya çalıştığımı, uyuyamayınca da kalkıp sana şiirler yazmaya çalıştığımı bilir misin? kaldırımda yürürken ellerini her yanda aradığımı bilir misin? zaman akarken saniyelere çakılı kalmayı bilir misin? sensizliği iliklerime kadar hissedip de sabahları zor ettiğimi bilir misin? bir çift gördüğümde nasıl titrediğimi? beni en çok mutlu edecek olan sendin, en çok üzecek olan da; sen ikincisini seçtin..
gideceksen hayallerimi de al. heveslerimi de al. kokunu da al üstümden. sen yokken gizlice elimi öptüğüm anları da al, belki elimden eline ulaşırım diye. al beni, bende bir şey bırakma. üstüme yık en kalın en ağır duvarları, tuğlaları. kalkamayacak kadar üstüme yık ne varsa. kır dök ne varsa.
yağmurlu bir günde bırak beni,
ağladığım belli olmasın yeter ki.
fısıltılar çığlıklara dönüşmeden
ayrılıklar hezeyan olup parçalamadan bedenimi
evin tam bu köşesine
göm beni.
Aşık olunan kıza şu şiir okunmak istenir. Başka ne istensin ki.
ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yanab otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım