Ankara dendiğinde belki de ilk akla gelen; hem ayrılığın hüznünü hem de kavuşmanın mutluluğunu fazlasıyla yaşatmış, öğrenciliğime durak olmuş, hem iyi hem de kötü hatırda kalası mekan...
kimi zaman evdir bir sürgüne, kimi zaman barınaktır ankara soğuğundan kaçan bir evsize.
kavuşmaktır, vedalaşmaktır, göz yaşıdır, heyecandır, mutluluktur, umuttur, can yakısıdır.
kimi için pek çok duyguyu yaşayabileceği herhangi bir terminalden çok da farklı değildir. kimi için de her karışına yazdıklarıyla kutsanmış bir hatıra defteri gibi eşsizdir, tüm soğuk ve sevimsiz görünüşüne rağmen.
ankara ya giderken kolay, dönerken insana altkat/üskat paniği yaşatan mekan. yine de her açıdan korkunç ve sefil görünümlü esenler'e on basar ayrı mesele.
türkiye'nin en büyük otogarıdır. giden yolcu peronu üst katta gelen yolcu peronu alt kattadır. eğer ki ilk defa geliyorsanız ve çıkışı tam olarak nerden yapıcağınızı bilmiyorsanız kalabalığı takip etmeniz yeterlidir. taksiye binmek için de uzun bi kuyruğa binmeniz gerekir zira aştinin taksileri ayrıdır. taksilerin hemen karşısında da belediye araçları kalkmaktadır. her zaman iğrenç kasvetli bi havası vardır buranın pek çok otogar gibi.
ankaranın şehirler arası otobüs terminalini simgeleyen kısaltmadır.
Her aşti'ye varışta sevinçten kalbimin atışlarını ağzımda hissederdim resmen. sevgiliye kavuşmanın o büyük heyecanı ve mutluluğu bütün kimyamı değiştirirdi. aşti'ye dönerken "ne olur gitme" diyen bir sevgiliniz varsa eğer yaşayacağınız hüzün kalbinizi onbin parçaya böler. ayaklarınız geri geri gider. maddeniz gider aklınız gitmez. ne günlerdi, ne özeldi.
çığırtkanlık yapılması yasaktır anonsları arasında size tebelleş olan bir çığırtkanın önünüzü keserek zorla başka şehre bilet aldırma çabasının yaşandığı yerdir aşti...
+abi, buyur gel amasya var.
-yok teşekkürler.
+kırıkkale?
-hayır başka yere gideceğim ben.
+antalya var.
-istemiyorum kardeşim...!
+o zaman istanbul'a mı abi?
-yok montreal'e
+gel abi.
-oha lan!!?
elbette ki ileride evladım olduğunda ve büyüdüğünde bana soracaktı: "baba annemi ilk nerde gördün?"
ben de onu elinden tutup aştiye götürecektim. hayalimdi lan. sonra orada geçen o anımı ve diğer anılarımı bir bir anlatacaktım. mesela amcasının küçükken kaybolduğunu, onu nasıl bulduğumuzu...
neyse hala tatlı olan anılarım da varmış. ama yaradandan dileğim bana bu cümleyi kurdurtmasın:
"onu boşver de bak seni nereye götüreceğim..."
annesinin yüzüne bakabilir miyim o sözü söylersem? o kadar gaddar olabilir miyim?
çığırtkanları hiçbir yerde bulunmayan tiplerdir. öğrencilik yıllarıdır deyip ucuza bilet almak için bindirdikleri abes bir turizm şirketinde*-istanbula gitmek için ucuza binmiştim- başıma gelmeyen kalmamıştı anlatmak istiyorum.
yolculuk yanımda bir tane ağzı öyle böyle kokmayan bir adamla başladı muhabbet etmesin diye kafamı cama çevirmekten boynum kopma aşamasındaydı. ankaradan kalkmak üzereyken kara kuru bir teyze bindi, eli yüzü düzgün hafif şişman tipik türk kadını diyeceğimiz bir teyzenin yanına oturdu ve yolculuk başladı. bir süre sonra kara kuru teyze elindeki yazdığı kağıtlara neden baktığını sorduğu şişmanca teyzeyi azarladı ve ufak çapta tartışmadan sonra ikram servisi başladı. herkes çayıydı kolasıydı iki tane kek alabilir miyim derken bu kara kuru teyze önce muavine şeker versene diye çıkışınca dikkatleri tekrar üzerine çekti, daha sonra çayının bir kısmını döktükten sonra yanındaki şişmanca teyzeyi kalk bir de bakıyo mendebur kadın senin yüzünden çayı da döktüm diye azarlayınca kavga çıkma aşamasından şişmanca teyzeyi önlere almakla yetindi muavin kardeşler. neyse düzgünce seyir halinde yolumuza devam etmekteydik önde çocuklu kadınlar arasında geçen -ayy mahmut amcamlar çok iyi davrandı çok ısrar ettiler kal kal diye ama çocukların okulu ,kursu vs. konuşmasına kulak misafirliği yapan kara kuru teyze -sen mahmutu nerden tanıyosun diye derin bir çıkışta bulundu, yine muavinlerin sus be kadın nidalarına -mahmut benim eski kocamın eniştesi o nerden tanıyo diye cevap verince otobüs içinde bir arbede daha çıktı ve ee yeter deyip muavinler kara kuru teyzeyi kızılcahamam,kazan o taraflarda aşağı indirdi. bu sefer teyze feryatlar içinde isyan etti beni bırakamazsınız diye daha sonra jandarma geldi ve biz bekliyoruz. ben sıkıntıdan sürekli kola içiyorum ve istanbula vardığımızda gece vaktine kalırsak diye minibüs bulamama korkusunda offlayıp pufflayıp kafamı cama vuruyorum. jandarma bırakamazsınız bu kadını dedikten sonra yolculuğa devam etmeye başladık kadına herkes bakmakta ve bizim yan koltuklarda oturmaktaydı. yanımdaki adamla atışan teyze hala uslanmıyorduki muavinler en arkaya attı kadını ve rahatladık artık dedik.
yolculuk normal halinde giderken ters giden bir şeyler vardı. stresten içtiğim kolalar çok fena idrar yapmıştı ve alarm vermekteydi hemen muavini çağırdım ve bir benzinlikte durmasını istedim ve şak diye cevabımı aldım - boluya kadar buralarda yok benzinlik. daha da stres olup iyice dayanılmayacak noktaya gelince şöförün yanına gidip dur bir yerde şöför ağabey deyince otobüs durduğu gibi inip yol kenarına işemiştim.* güzel bir rahatlamadan sonra yolculuk sessizce devam etmeye başlamıştı tekrardan. ancak yine ters giden bir şeyler vardı çok ağır bir ayak kokusu sarmıştı bu sefer. akşam vakti insanlar uyurken anlaşılan o ki gözünü sevdiğim bir abi ayakkabısını çıkarmıştı. önce muavin o araç spreyini tüm koridora yayarak buna bir çözüm getirdi. daha sonra baktı ayak kokusu the perfume filmindeki çocuğun yaptığı parfümden bile daha ağır bu kaynağı insanlık dışı bir yöntemle bulmaya karar verdi. evet el fenerini alıp tek tek milletin ayaklarına bakmaya başladı şaka falan değil. sonunda kaynağa ulaştı ve abi bizi ızdıraptan kurtardı.
bu şekilde geçen bir yolculuk sonrası o kara kuru teyzeyle aynı yerde indik ve ben minibüs bulabildim. o günden sonra varan, pamukkale, anadolu turizmin konforlu fakat sıkıcı yolcuklarıyla bir hayat sürmekteyim.
ismini hatırlamadığım bir cafesinde iki tavuk dönere 20tl vermiştik ha birde taptaze diye aldığım simit taş gibi bayat çıkmıştı. kısacası aştinin içindeki yerlerden yiyecek bir şey almayınız efendim zornlu değilseniz.