perspektif kuramına tek ters düşen insandır. ne kadar yaklaşırsan karşındaki o kadar küçülür.
aklında hep idalardaki insan yer alır. aşık olduğun kişiyi de idandaki yansıma sanarsın. zaman geçtikce küçülür küçülür küçülür ve aşk anlamsızlaşır. bu sürecin uzunluğu ve kısalığı senin zakanla orantılıdır.
(bkz: yaşasın eflatun)
dünya'ya meyvelerinizide yani çocuklarınızı bıraktıktan sonra 25 - 35 yıl arası olasılık zamanı geçtikden sonra seni seviyorum kelimesinin peynirli sandviç yaparmısın demek gibi bişi olduğu andır.
aileler için kızlarının başka bir mezhepten biriyle evlenmek istediğini öğrendikleri andır. o an onlar için önceden dokunmadıkları aşkınız anlamını yitirir ve mantıkları (!) konuşur.
yasanılan askın yasattıgı badirelerin bunyede bıraktıgı etkilerinin farkedilip kahredildigi o andır. demek istedigim; askı yasarken insanın gozu pek bir sey gormuyor. bu yuzden hayatımızdan kayıp gidenleri pek farketmiyoruz. cunku butun duyularımız "o"na calısıyor. iste bu gidenlerin farkedilip "yazık" diye anıldıgı an insan soruyor:
aslında yasadıgım, ask sandıgım sadece hoslanmak mıydı, yoksa ask mı sandıgımdan farklı?