Yüzün güneşe bakardı, güne bakanlar kıskanırdı. Zaten sen bakmasan güneş parlamazdı.
Ben senin yüzüne hayranlıkla bakarken gözlerin bir sevdayı anlatırdı.
Ben o sevdanın tutkunuydum ve bir sevda ancak böyle tutkulu yaşanırdı..
Hüznün karanlığına teslim gecelere, senin varlığınla direnirdim.
Varlığın beni çoğaltırdı. Ne kadar çoğalırsam aşkım o kadar büyürdü
..ve aşk sadece senin adınla vardı..
Elimdeki bir kaç umut kırıntısını her gün; ama hergün yeniden besteleyip bitmeyen bir aşk senfonisine dönüştürürdüm
..her notası seni anlatırdı.. Sen duymazdın ama dinleyen herkes seni anlattığını anlardı...
Günler solar, mevsimler değişir, zaman delice akardı.
Yalnızlık bir kılıç olup yüreğime saplanırdı.
Sensizliğe günce yazıp kimsenin bulamayacağı yerlere saklardım. Sensiz olduğum bilinsin istemezdim.
Çünkü, bu yürek sadece seninle atardı..
Ağlardım, kimse görmezdi. Gözyaşlarım içime akardı..
Seni özlemek bir fırtınayı andırırdı.
Fırtınalar içimdeki sevda ağaçlarını kökünden kopartırcasına sallardı.
Her seferinde bir yolunu bulup ağaçlarımı kurtarırdım.
Bu yüzden benim sevdam yıkılmazdı..
Aşkın yarını yoktu; ama bizim beklediğimiz hep yarındı.
Bu ne sana ne de bana uyardı; ama çaresizlik elimizi kolumuzu bağlardı.
Hayata isyan ederdim..isyan tek arkadaşımdı..
Bu sevdayı yaşamak ayakta tutmak kolay değildi, yorardı.
yine de şikayet etmezdim. Çünkü senin için herşey göze alınırdı.
Hain değildim ben, seni aldatmadım.
Beynim de yüreğim de seninleyken bir başkası bana sadece yabancıydı.
Ben yabancılara teslim etmedim kendimi, kimsede beni teslim alamadı..
Mükemmel değildim ben, hatalarım vardı. Ama hatalarımı farkedip düzeltmeyi bilirdim.
Yaptığım en ufak bir hata seni biraz incitse beni yıkardı.
Şimdi "Gittim" diyorsun öyle mi? Hiç kalmadın ki benimle gidesin..
Benimle kalan hep yanlızlıktı. Olmayışının hiç bir önemi yok.
Bir tarafında hep sen olsanda benim aşkım bağımsızdı.
Hayatta hep tatlı anlar yoktur ya, nasıl yaşadıysam seni, acıyı da yaşamayı bilirim ben.
Aslında çokta üzülecek bir şey yok.
Yatak dağınıktı, bir gece önce içilen sigaralar doldurmuştu yatağın hemen yanı başındaki kül tablasının içini. Kadın, bir sigara izmaritini alıp dudaklarına götürdü, sanki bir çiçeği koklar gibi içine çekti. eski bir alışkanlık dedi.
Gözlerinde bir su birikintisi oluştu sanki, bana göstermeden sildi. Kalktım pencereyi açtım, tuhaf bir sıcak girdi içeri. Üstelik sabahın ilk saatlerinde. Karşı duvarda bir sümüklü böcek, jelâtinini bırakıyordu yürüdüğü yolda. Çocukların sesleri de kapılardan dışarı çıkıyordu birer birer.
Yalnızlığa kement attığım bir gecede karşılaştım bu kadınla. Hüzünlü yüzünü gizleyen bir gözlük vardı yüzünde. Dalgalı saçları.
Arjantin tangoları çalınan bir barda, kırmızı şarap içmiştik o gece. Eski resimlerin arasında saklandı uzun bir süre. Sonra kapısını çaldım bir gece.
Ben yokken neler olduğunu sormadım bile. Oysa ben varken çok şeyler oluyordu, görüyordum.
durgun suya taş atmayı seviyorum dedi, su dalgalanıyor ya, heyecanlanıyorum.
Unuttuğum eski şarkıları hatırladım. inkârla itirafın birleştiği şarkıları. Duvardaki takvim, yıllar öncesini gösteriyordu.
senden sonra yüreğim yolgeçen hanı oldu dedi.
Sevda adına yollara düşmüş, kadersiz bir kadın portresi çiziyordu karşımda. incinen bir gururun ta kendisiydi de, şimdi mağlup yanıma yaslanıyordu yeniden.
seni hep mağrur halinle beğenirdim dedim, oralı olmadı. Bir sigara yaktı. Renkleri sararmış bir odanın duvarlarında gezindi gözleri. Kerpiçle çevrilmiş bahçeli bir evde oturuyordu. Bahçesinde renk renk güller.
hatırlar mısın? dedim, sana gül çalardım bahçelerden.
ama dedi, ben menekşeleri severdim. Gülümsedim.
Nisan ayında tanışmıştık da, bütün bir yazı birlikte geçirmiştik. Harikalar diyarında, bodrum, Marmaris, Fethiye blucininde ismim yazardı. Taş kalpli bir bodrum gecesinde, bütün şarkılar susmuştu.
Dağınık eşyaların arasında bir çekmece buldu, mektupların hala duruyor dedi.
neler yazmışım? diyerek, takıldım. Bir mektubu açtı, okudu.
kendine iyi bak.
Çek sürgüyü açılsın kapılar.
Nasılsa hayat bir oyun ve böyle bir oyunda senin gibi birine hep başrol yakışır.
Güller en çok kırmızıyı sever.
Menekşeler moru.
Ben zoru seçtim, senden kaçıyorum.
zaman dar, yüreklerimiz geniş.
Dar zamanda ne çok şey yaşanır oysa.
Kendimi teslim ediyorum sana,
Kapımdaki mührü kopartıp üstelik.
Kendime yeniliyorum da, kendimi yeniliyorum aslında.
Sıcacık bir evdir gözlerin.
Harika bir güzelliğin derinliklerinde, sualtı müziği dinliyorum,
Ağzım kulaklarımda.
Bu geceyi hiç unutmayacağım.
Zaman her şeyi silip götürürken, unutulmayan ne olabilir ki aslında.
Mektuplarımı sabırla istifleyen bir kadın, yıllar sonra da bıraktığım yerde duruyor demek. Hıncını alamadığı düşlerin içinde, yaralarını da kendi onarıyordu belki.
Çekmeceden bir mektup düşürdü. Kendi el yazısıydı. Bana yazmıştı da verememişti besbelli.
nefesin ikinci ruhum, sesin sekizinci rengim.
Asi bir ırmağın kıyısında uslu bir çocuk gibi durduğuma bakma, ben senin için şehirleri yakarım.
Saçımı okşayan anne elim ol, yaralarımı sil, kankardeşim ol.
Kimin yanında olursan ol, benimle ol.
seninleydim dedim, gülümsedi.
salladın da yıkamadın derken, geçmişin sandal gezisine itekledi beni. Küreklerini kıyıda bıraktığım bir sandal gezisine. Bütün günahı bana yüklerken, başımı öne eğmemi bekledi benden. Eğmedim.
aslında hiçbir erkek için ağlamaya değmez dedi. Yarım kalmış bir savaşın baltasını çıkarttı topraktan.
Kendimi hatırladım. Sebepsiz gidişimi. Acıların panayırında kendime ziyafet çektiğim geceleri. Yazdığım şarkıları.
o şarkılar ne oldu? dedi, dillere düştü dedim. Her yarayı başka bir acıyla dağlamayı öğrendiğimi söylemedim. Şarkıların içinde kalan bir kadının, yeteri kadar acısı vardı zaten. Bir o kadar da nefreti.
aslında ben jübilemi yaptım dedim, o ne demek? dedi.
senden sonra bir daha kimseyi sevemedim!
Sözümü kayda geçirmedi. O sırada gemiler geçiyordu, baktığım pencereden görünen denizde.
bende bıraktığın izleri bir gecede silemezsin dedi.
Ayağa kalktı, dağınık yatağın hemen yanıbaşındaki bütün sigara izmaritlerini çöpe attı. Anıların kemikleri sızladı o sıra.
o sigaralarda dudak izlerim kaldı dedim, hayır dedi, bende hiçbir şeyin kalmadı.
Ayağa kalktım. Uzak denizler beni bekliyordu. Dağınık yataktaki kokuyu içime çektim, ben kokuyordu.yanına yaklaştım, yanaklarından öptüm.
Biliyordum ki, gitmem gerekiyordu. Bütün şarkılar sustu.
ikimizde biliyorduk ki, kelimeler dudaklarımızda mahpustu. Yeni bir gün beni hayatın içine atarken, onu hasretin koynuna aldı.
Bir şarkılı masaldı yaşananlar.
Şarkısı bitti, masalı kaldı.
Bir aydınlık beklentisidir benimkisi, bir ışığa hasret denemesi..Yürekleri bağlanan, dağlara ağıtlar yakan iklimler çıkmalı düşlerimden. Dağ kokulu ceylan gözlü ve her şeye hasret çocuklar kadar zarif olmamalı mı benim de rüyalarım? ince ve gök kokulu. Ben de pekâlâ aydınlık var oluncaya değin yürüyebilirim. ışığa varıncaya değin. Varlığını salt hissedebilmek adına adımlarımı sıklaştırabilirim. Belki yıldızlar kadar sevmeyi öğrenebilir ve ölmeyi kavrayabilirim elbet. Aşkı anımsayabilirim sıkça ve hatta muskaya çevirebilirim yüreğimde. Boş ve anlamsız bir noktayı seyredebilirim pekâlâ saatlerce; aşka değin!! Birkezliğine olsun kırpmadan gözlerimi ve henüz uyumamışken yüreğim, karanlığı anlamlı kılabilir ve artık onu tamamen kuşatacak olan hükmü/aydınlığı bekleyebilirim.
Sakınımlı durmalıyım ve pekâlâ durabilirim. Gülümseyebilirim de sadaka niyetine.. Eğer dilerse yüce olan, ölümü de yaşayabilirim. Ve ancak ben efendisine karşı gelen köleyim gemiden atılası !
Şişeyi taşa çalan kişiyim..Gömleği arkadan yırtan da benim, isa'yı çarmıha geren de.. Ve Yusuf'u yedi kat yerin dibine salan da..Ve hey!!
Derler ki; karanlığa övgüler sunan da sensin, siyah bir ana uyanmayı dileyen de.. Öyleyse güneşin çekilmesini bekleyebilirim gözlerimden, ellerimden ve tenimden..
Zihnimi kuşatacak, sarsacak olan karanlığı tüm samimiyetimle ve tüm ihanetimle, üstelik türkülerle karşılayan mıyım ne? değil mi ki ben yeryüzünün tek hâkimi ve tek ihanet edeniyim-
Derler ki omuzlarının karanlığın yüküyle ağırlaşmasını dileyen sensin ve dilersen aydınlığı canhıraş ve delicesine ve kahrolurcasına çağırabilecek olan da elbette. Öyleyse gözlerimin içinde parıldayıp duran küçük ama müthiş ve esrarlı/ısrarlı bu siyahı, bu karanlığı; yüreğimden taşacak kadar, kutsanacak kadar mühim olan aydınlık adına mazide bırakabilirim. Hiçbir şeyi istemediğim denli, varlığımı yok edecek, hiçe sayacak kadar çok dileyebilirim bunu.
işte ben! Efendisine karşı gelen köle; gemiden atılası. Hadi at beni denize ve bir yunus dile benim için. Gidip gidebileceğim en iyi yere, koca bir imanın tam ortasına varmam için at..
gecenin ayrılığa gebe bir vaktinde karanlığın koynuna girmiş seni sayıklıyorum. duyuyor musun?
satır satır kanıyorum her kelimede. sızlıyor musun?
seni anlatan sayfaları çeviremiyorum bir daha okuyorum bir daha bir daha. umutlu musun?
seni yaşayan benden geçemiyorum. vuramıyorum, yakamıyorum, yıkamıyorum. huzurlu musun?
kalbimdeki tetiği sade ve sadece bir kaç satıra çekmeye çabalıyorum. mutlu musun?
son bir kez ayrılığı taşıyamamamın acizliğiyle bakıyorum bir otobüsün camından. başkalaşmış, laçkalaşmış, özünü yitirmiş aşklara gidiyorum belki de beni yaralasınlar ama seni unuttursunlar diye. içinde en güzel anılarımızın, gülüşlerimizin, paylaşımlarımızın olduğu, üzerini hayal kırıklıklarıyla örteceğim bir mezar kazmaya gidiyorum. içerisinde eskitemediğim bir aşk kendini kandırabilen tesellilerden uzak rahatça acı çekebilsin diye. sadece benliğimi seninle, gönlümün gurbeti sevdiğimle daha çok doldurabileyim diye. belki de sen dışarıda acı çekesin diye. yüreğimi bir boşluğa yada bir boşluğu yüreğime bırakabileyim diye gidiyorum.
burada olmanı istiyorum şimdi. şu kirli camdan süzülen yaşlarımın yüreğine damlamasını istiyorum, gönül bahçendeki beyaz güller kurumasın diye.
sözlerinin olmasını istiyorum her ağzından çıktığında beni yaralayan. pamukvari ellerinin havada asılı kalmasını istiyorum. öpmek avuç içlerinden, sımsıkı sarılmak. kalsana diyene kadar beklemek. kaygılarımın doğurganlığına kontak çevrildiğinde gözbebeklerine yapıştırdığım hüzünlerden utanmak istiyorum.
en azından : -hadi git artık, çok uzadı bu veda- demeni istiyorum.
yine de yoksun, yine de gidiyorum. senden, seni anlatan, seni anımsatan bu şehirden. geçmişi, geleceği yakacak ucuz bir otobüs biletiyle. gözlerimdeki kahverengi sitemimi görmeden, bir daha martı sesleriyle uyanamayacağımı bile bile gidiyorum.
kaç şehri ağlattın sen böyle kadın? kaç umudu uğurladın sıcacık yatağından. ört üzerini, yum gözlerini. senden vazgeçen bir geminin son seferi bu farkeder mi?
aldırma bu bir son ve söylediğin gibi "sonlar paylaşılmaz"..
Seni özlemenin ne demek olduğunu sor bana...
Yetmiş iki dilde anlatabilirim...
Kitabını yazabilirim sayfalarca...
Yalnızlığın rezilliğini, kokuşmuşluğunu ve çıplaklığını da. ..
Ama hiç kimse
Kavuşmanın güzelliğini sormasın bana, anlatamam...
Ben sana hiç kavuşmadım ki..!
Bilmiyorum dudakların nasıldır...
Sıcak mı ateş topu kadar, yoksa soğuk mu?
Buza kesmiş bir bardak su gibi
Kıvrımlarına kırmızı karanfiller mi tutunmuş
Küle gizlenmiş kor mu var
Tenime değdiğinde dudakların, cemre mi düşer bedenime...
Mızrap değen bir saz teli gibi, titrer mi yüreğim bilmiyorum...
Ben hiç dudaklarına dokunmadım ki...!
Bir kadını sardığında kolların
Ürkek ceylânlar nasıl kurtulur tuzağından...
Dolu yemiş yaprak gibi nasıl titrer bir yürek...
Ellerin nasıl okşar bir bedeni...
Goncalar nasıl güle döner sıcaklığınla, bilmiyorum...
Hiç sana sarılıp yatmadım ki...!
Ama hiç kimse, kavuşmayı...
iki derenin birbirine karışıp, sarmaş dolaş aktığı yatağın yorgunluğunu
Sormasın bana, anlatamam...
Çünkü seninle ben, ayrı kaynaktan doğmuş
Sularında hasretleri taşıyan, başka denizlere koşan iki ırmağız...
Birbirimize uzak topraklarda tüketirken yılları, aynamızda ayrı gökleri yansıtırız
işte onun için
iki dere nasıl karışır birbirine, nasıl sığar iki nehir bir yatağa, bilmiyorum...
Seninle hiç aynı yatakta coşmadım ki...!
Sen bana yalnızca
Ve sadece kahpe sensizliği sor...
Rezil beklemeyi, özlemeyi sor...
Tanrı şahidimdir kurda kuşa, dağa taşa bile anlatabilirim...
Demem o ki uzaktaki yakınım, vuslatlara yabancıyım,
Ama...
Seni özlemenin kitabını yazabilirim...!