Bazı insanların zaman içinde farkettikleri acı durum.
Biz insanlar Aşkı tanımlamayı bile beceremezken kolaylıkla aşık olabiliyoruz, ilişkiyi tanımlamaya çalışmadığımız; adını koymak için kendimizi kasmadığımız her an mutlu olabiliyoruz.
Bazen de ilişkinin adını koymaya kasıyoruz; aşk, meşk, flört, ya da tek gecelik ilişki diyoruz. Çünkü gerçekten sevdiğimiz biriyle sevip sevmediğimizden emin olamadığımız birini ancak böyle ayırt edebiliyoruz. Aşık olduğumuzu Bilmek ve öğrenmek hoşumuza gidiyor; tatmin oluyoruz. ama merakımızı da bir o kadar azaltıyor.
Misal yakınlaştığımız herhangi biri bizim gözümüzde sırdaş, dost ya da arkadaş olabiliyor. ama öyle zamanlar geliyor, o'na karşı hissedilenlerin ya da paylaşılan şeylerin yoğunluğu öyle bir artıyor ki o saatten sonra o'na "arkadaş" dememizin aslında ne kadar samimiyetsiz kaçacağını çok iyi biliyoruz.
Akabinde Kendi kendimize gelin güvey oluveriyoruz bir anda. "o benim aşkım, ruh ikizim, hayat arkadaşım&" diye sayıklıyoruz.
Ama bir yandan da içimize kurt düşüyor, yoksa ben onu değil, sadece aşkımızı mı seviyorum?
..
Ardından içimizden düşünüyoruz, Geçmiş geliyor aklımıza;
"benim ilk sevgilim x'ti. Onu sevmiştim.. yok yok, bir ara da y'yi sevmiştim. Sanki bir de z vardı, o da sevdiğimi sandıklarımdan biriydi. ona ne oldu sahi?"
Sonra Acı ama basit bir gerçeği farkediyoruz: insanlara değil, onlarla geçirmiş olduğumuz süreye tapıyoruz sadece. "keşke hiç bitmeseydi" lafını bile kişiler için değil ilişkiler adına sarfediyoruz.
ironiye şaşıp kalıyoruz, "ilişki-ler" dedik az evvel..
Başı ve sonu belli olan sınırlı bir doğru üzerinde yürüyor olma ihtimalimiz var galiba. Her an herkesi, hiç planlamadığımız insanları bile sevdiğimizi sanabiliyoruz. Çünkü sadece sevmek hoşumuza gidiyor, sevilerek sevmek, sevilmeden sevmek; ve sevmeden sevişmek..
Ama "seni seviyorum" denen genel lafı bir türlü "x'i seviyorum" kesinliğiyle telaffuz edemiyoruz. "seni" sürekli değişiyor, ama "seviyorum" kelimesi ebediyen ağzımızdan düşmüyor. Evet, Acı gerçek kendini ele veriyor bazen. Sadece Aşka aşık oluyoruz, ya da en iyimser ihtimalle "sen" diyebileceğimiz birilerini arıyoruz.
Yine de aşkı seviyoruz, öznesi ne olursa olsun bunu yaşamak buruk olduğu kadar mucizevi de.
içindeki koca sevgiyi kaldırabilecek bir insan bulamamış, hep seven taraf olmuş, herkesi kendi gibi sanmış, gücü yettiğince sevmiş fakat karşığını alamamış olduğunu düşünen insanın, aşk yaşama ihtimali olan tüm insanlara kapısını kapatarak aşkın kendisine aşık olma halidir.
ne yıldız gözlerin umrumda
ne ipek tenin
ben aşka aşığım
o ne benimdir
ne de senin
her daim gördüğüm bir düş
bazen keder olur, bazen gülüş
aşka aşığım ben unutma
bunu bil, buna alış
o masum bir dilektir
o en güçlü bilektir
o herkese gerektir
ben aşka aşığım
"Sen aşka aşıksın müsaitsin gördüğünü abartmaya
Biz olsa olsa bir müddet aşklaştık aşkım aşık olmadık."
yılmaz erdoğan en kıymetlilerinden sevgilim yoksa sen sevgilim olmayabilir misin şiirinin dizeleri, son derece açık bir şekilde anlatmıştır aşka aşık olmanın ne demek olduğunu.
en kötüsü, aşka aşık insanların asla aşık olamayışı. ne yazık!
mfö'nün sufi şarkısının dizelerinde bahsettiği durum. "Bir denize açılmış Sufi...Ne sonu var ne sahili...Aşka aşık olmuş o besbelli...Deli mi divane mi..." çoğu zaman insanların *** tanımsız his ve düşünceler içine girdiği, kendi durumunu kendine bile ifade edemediği zamanlardaki halini tanımlamak adına biçilmiş kaftan niteliğindeki söz öbeği. vakt-i zamanında * böyle bir halindeyken ve bu sözü az önce ismini zikrettiğim şarkıda duymuş olmamın üzerine yazdıklarımı bir de buraya aktarasım geldi; ben de gelişine kopyalıyorum yazıyı...:
--spoiler--
Bir nedeni olmalıydı girdiğim çıkmazların. Bir nedeni olmalıydı kararsızlığımın. Bir nedeni olmalıydı ruhumun, dünyanın orta yerinde yapayalnız kaldığını hissetmemin. Aşık olsam, aşık olduğum kişinin karşısına çıkar bunu açık açık söylerdim. Aşık olsam başka birilerinin peşinde de aynı zaman dilimi içinde <herhalde> koşuyor olmazdım. Aşık olsam ona karşı olan hislerimi, onun bana karşı olan hislerine endekslemezdim. Dahası sahiden dünya üzerinde (kendim de dahil olmak üzere) aşık olunmaya, aşık olmama değer bir olgu var mıydı? Ya da aşk sadece birtakım hislerin paylaşılma dürtüsü müydü? Gerçekten karşılıksız aşk olmaz mıydı? Karşılıksız aşkın tipik örneği olarak Leyla ile Mecnun efsanesinden sözedilir hep. Acaba sahiden orada bir karşılıksızlık mı vardır? Mecnun, aradığı karşılığı aslında Leyla'nın hayalinde bulmamış mıdır? Bu durumda herbirimiz soyut ya da somut bir karşılık bulmuyor muyuz aşık olduğumuzu iddia ettiğimiz nesneden? Ya da belki hepimizin aşık olduğu esas olgu aşkın kendisidir. Öyle olmasa nasıl olur da hem delicesine sevdiğimiz bir kişi ile olan ilişkimizi bitirir ve sonrasında bir daha onun karşısına bile çıkmaz, fakat bir taraftan da onun nasıl olduğunu öğrenmek adına bin türlü tilkiyi kafamızda dolandırırız? Aşık olduğumuz olgu, artık o kişinin bedeninden daha yukarılara çıkmış olmaz mı? Daha da uçlara taşımak mümkün bu durumu. Şöyle ki, bu aşık olduğumuz kişiyle illaki bir ilişkinin içine girmiş olmamız da gerekmez. O kişiyle her gün yüzyüze geliyor olabiliriz. Karşılıklı bir biçimde konuşuyor olabiliriz. Ama asla bu tip bir hissi ona karşı beslediğimizi dile getirmemişizdir. Bunun nedeni acaba yalnızca cesaretsizlik midir yoksa içimizdeki aşkın muhatabının direkt olarak o kişi olduğuna dair kuşkularımız da bu esnada mevcut olabilir mi? Belki de biz aşık olma ihtiyacımızı o kişinin hayali aracılığıyla gideriyoruzdur ve o kişinin kendisinin bu durumu hayali kadar sağlayamayacağına inanıyoruzdur. Dahası aşkın mutlak surette bir insana ve ondan esinlenerek ortaya çıkan hayaline dayanarak ortaya çıkması da gerekmez. Bana göre, bir kişi şayet yaşamında kendisi için vazgeçilmez bir olguya sahipse ve o olgunun yaşamındaki varlığından ötürü binbir sıkıntıya giriyor ve yine de o olguyu yaşayıp özümsemekten keyif alıyorsa pekala o kişinin aşkı da odur. Somutlaştıracak olursak, bir Einstein'ın bilime aşık olduğunu söylemek çok mu yersiz olur? Peki Einstein, bütün ömrü boyunca ferah bir yaşam mı sürmüştür sanki? En yüce olgu olarak genelde Tanrı kabul edilir dünya üzerinde. peki bu dünyadaki yaşamını dahi Tanrı'ya adamış tasavvufçuların hislerini aşktan başka hangi kavramla ifade edebiliriz? Somut olarak bakıldığında onların aşkları uğruna ne büyük cefalara katlandıkları malum. Ancak şu da ayrı bir gerçek ki, bu zatların hepsi de kendi yollarını kendileri seçmişlerdir ve bütün bu sıkıntılarına karşın gayet de mutludurlar. Onların ellerinden aşık oldukları olguları alın, belki o anda çektikleri hiçbir sıkıntı kalmayacak; lakin yaşamın, yaşamanın da bir manası ve de tadı kalmamış olacaktır.
Evet, sanırım yaşamın hep o bahsedilen çözülememiş gizine bir anahtar aşk. Çünkü yaşamımıza anlam kazandıran, insan yaşamını diğer varlıkların yaşamından ayıran olgu da yine aşk. Ve madem yaşamımızın birinci dereceden renklendiricisi aşkın ta kendisi, o halde bizler de evvela ona, yani aşka aşık olmalı, olabilmeliyiz gibi geliyor bana. Herbirimizin elbet kendine özgü aşkları vardır ya da olmuştur. Ama kanımca bütün bu aşkları anlamlandırabilmek, aşka aşık olmanın yolundan geçiyor. Zira aşk, bizleri kendisine aşık ettikten sonra mutlaka bir zaman bir şekilde dünyanın somutlukları dahilinde bir çerçeve içerisine giriyor ve biz de o çerçevenin içinde hem kendimizi hem de yaşamanın keyfini keşfedebiliyoruz. Dışarıdan bakanlar, yani aşka aşık olmayı henüz başaramayanlar, bizlere sırf somut sıkıntılar yaşıyoruz diye tuhaf gözlerle baksalar bile...
--spoiler--
1.
bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum,
bildiğim ancak aşıkken var olduğum...
işte bu yüzden, benim için aşık olmak;
çoktandır hasretine katlandığım yokluğum.
'eğer aşktan söz edildiğini duymamış olsalar
hiçbir zaman sevemeyecek olan insanlar vardır, '
demiş La Rochefoucauld
benimse hep böylelerini severek başladı vurgunum...
2.
her durakta ölümsüz bir aşk edineceğim
bir bakıştan, bir duruştan,
çağrışımın sonsuz hızından
unutulmaz bir sevgili daha bırakacağım ardımda.
belki de yaşanabilecek en güzel serüveni
terk edeceğim
daha otobüsün ilk basamağında.
kim bilebilir ki?
sonrayı, sonrasını kim bilebilir?
gizli gizli veda edeceğim ona; görmeyecek
ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim
otobüs camına bağrında bir ok ile
bir aşk levhası çizecek, ah min-el!
bu da ötekiler gibi,
kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden
yaşayıp gidecek..
3.
şimdi hemen kalksam buradan
hemen çıksam uzun sokaklardan birine
kiminle karşılaşabilirim
kime vurulurum ölesiye, eve dönmeden
geceme kuzguni bir cehennem gibi eklenen
bir ölümcül sevda hangi köşe başında
keser yolumu
bir tenhaya ulak olan
o suret avı
bırakır mı yakamı
haracı ödenmeden
bırakır mı yakamı
bir suretten, bir şiirden, bir hüzünden
ak kağıda düşürülmüş
imzasını görmeden
bırakmazlar yakamı, bilirim, ben ölmeden
4.
hangi aşk mümkündür aşığı öldürmeden
her aşk, her şiir
ardından uzun uzun bakılan adı bilinmedik sevgilerden,
küskün omuzlu terk edilmişliklerden,
perspektifinde hep bir sokak taşıyan
o sessiz
o faili meçhul cinayetlerden
resim altı sözcüklerden
aşk mümkün olsa idi ah, aşığı öldürmeden
bırakır mı yakamı kağıdın ölüm beyazı sureti
elle bilenmiş sözcükler,
yüreğime sokulan serüvenin hançer tadı
nabzımın atışına ayak uyduran vezninde
gece adımları şiirlerimin
bırakır mı yakamı yaşadıklarımı
dökmeden imgelerin giysilerine
hayatın maskelenmiş gerçekliğine
upuzun bir mesafeyle yeniden sokulmak için
yeniden ve yeniden.