ne canlar yakmış iç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe
bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalarA
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında
eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde
bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine
On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin
yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni
abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk
kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğin beynine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık
gırtlaktan revakların karanfil sokağında
umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir...
ne canlar yakmış iç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe
bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında
eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde
bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine
On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin
yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni
abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk
kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğin beynine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık
gırtlaktan revakların karanfil sokağında
umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir
şimdi ne Küpeli
ne Dıngılava
Diyarbekir bir ceset aramızda
akar akar Hamravat
çehremizin kederinde
taşar yüzlerin
emekçi coğrafyasından
masum, maralsı
Kürdistan gülleri
kurşunlanmış can Kurşunlu
Dört Ayaklı minarem
dört ayağından vurulmuş
öyle bir zelzele
ki çetin gidişin
Mesudiye sütunları oy
gayrı yerinde durmaz
Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
ömür kavgasını
verir hep kalanlar
dam loğu, et taşı
bulgur değirmeni
bir destandır burada yaşamak saati
Fiskaya Şelalesi
hazan olup yananda
gör nasıl
yeniden yağarım
dişimle tırnağımla loy loy
bir daha bulunmaz böylesi
gazel ölen
bizi, bizim gibisi
ROZERYA
yüreğin Hilar
mağarası gibi serin
yüreğin dağlarcası
gariban, ıssız
söyle sen hangi
boranın meltemisin
yanar dudağında karanfil tütün
yanar da verir
sırtını Kırklar suruna
daha kaç mendil
sarsın yangın kederini daha kaç
ahraza bürünecek
cıvıltısı sabilerin
gel de izle Rozerya
aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
tepişirken fevkinde
şımarık firavunlar
aziz bir şehir yıkılıyor altında
hal böyleyken
hasmına kılınç
olsan da duramazsın içinde dimdik
çökersin soylu
sevdiklerin aşkına
biz şimdi sensiz
boyuna çöküş
biz şimdi gözlerinsiz
antik tohumduk
bak da yeşert Rozerya
Diyarbekir hayat ister bağında
yeniden nefes almak
biz ki yorgunluklar halkı
gürleşirdi alnımızın teriyle
ceddimizi saklayan
aziz toprak.
çocuklar eker
filintalar yeşertirdik yılmadan
usturalar kayarken ensemizden
bükülmezdik usulca
ata yadigarıydı mesleğimiz
yüreğimiz haykırır gözlerimizde
canımız o parola
yakıl ama yıkılma
söyle susma söyle Rozerya
diyesin
yitik insanlık
hangi eğreti dağın ardında
RÜMEYSAH
sen, çocukluğumdun, masumiyetim
sen bereket, han duvarları mazim
toz çuvallar üstünde dinginliğim
rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin
dans eder, göllerin ıssız akışı
her nakışı, hüsrana yar bakışı
özlem tüten demden gönül kayışı
hem canım hem cananım, cevherimdin
ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
bir hayatlık canı var ölümlerin
bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
bir nefeste yayılır gül dediğin
Kazancılar Hanı mürd
suskun kaya mezarlar
Sultan Şuca çeşmesinde bağrın
bağlanıp budaklansın
yeter ki kapılma
çeper çağın ağına
can akar yolunu bulur
yeter ki solmaya
yaşamak sevincin
iki gözümün goncesi
HIZIR KÖŞESi
göğün göğüyüz biz, yerin yeri
niceye Süreyya, niceye bağır
testin kadarsan, günahımız ne
ya kıl taat, ya cezbemizden delir
ki yokluk, varlığımıza delil
ki yokluk, yokluğunuza tülbent
içimiz var, içimizden içeri
ve dışımız, dışımızdan dışarı
vur testini, ne dış kalsın, ne içi
lamekânda bulunur bu define
aşk, öyle bir uçurur ki kimini
aşk dahi bilmez uçanın yerini
poyraz yanar, kandiller üşür
Nupelda
suna boynun yaslar dağ eteğine
yıldızların kaydırağı var bu gece
dokunsan, ağlayacak ceylanlar
tavşan, yavrular aşkına cesur
arslan, yavrular aşkına ürkek
ve bakışlar, çığlık çığlığa kuşlar
yokluğun, boğazda kement
bakışın, nasıl da çatal
değdiği kalbin etini delen
acemi, rafine, boyunca usul
bağırda dalgalar kayalığa vuranda
diyar gözlü, bekir yürekli
filinta baharlar birikir Yeldama
gurbetin, hançeremde kelepçe
ranzamda, kahırdan darmaduman
ağarmış anlıklar, gurbetin
maral titrekliğinde, soluk soluğa
bir cezbeden yadigar
bahadır, külhani yakalardan
ve mahzun, namus burcu
niyetli, meçhul denen ferdalara
umutma Evîn
gevherin kışlatma
avlularda serpilen gonceler hatrına
kenar mahlesinde dar bulvarların
gül hevesler kurutmuş
başı hep ustura tıraşlı
oğullar etmez hayınlık
yokluğun ebubekir dostluğuna
çünkü yaşamak bu küllüklerde
dakik bir vaiz kuzulara
ve sıtmalar, ardın sıra kan ter
ardın sıra tutuklu, kısık
iner gibi sürgüler hücre odaya
görüş günleri ıssız
volta demleri öksüz, dımdızlak
cehennem kesiği gerdanlar namına
hiç değilse düşlerim, boran
savur çeltik yaylana, pamuk ovana
savur da kıyılsın inceldiği kuşeden
aşiret bozkırları çocukluğum
divane dağın doruğundan tütsün
vakarlı umular, yarınlarımız
ÜLKÜMÜZ DEVRiM
genzimde bir sergüzeşt
koynumun merkezine kadar kıvrılan
kanırtan hınzır hevesleri
sisleri tırmalayan haylaz açelyalar
sensizliğin biz kokan kıyametiyle
aşka hadım edilmiştir
içimde açılmayan mühürlenmiş mektuplar
yağar tırmalarcası sandukamın kürküne
gençtim kısrakların
toprağa hazla saplanan toynakları kadar
gençlikten burağanlar biriktirdim
yatağanlarladoğrarcası
kara kutusuna kadar ciğerlerimin
vurulmak neymiş bildim
mahralarda sahralar uzanıyor
dünya kıyameti sonuna kadar hak ediyor
çırılçıplak armakçılar
kirletirken oğuzluğun hisse senetlerini
dosyalar artık yırtılmak içindir
yargılarından habersiz yargıçlar
şimdi haksızlığın ayetleri
akıyor budunlar sokaklarında evrenin
kurganlar artık çöküşlere mahkumdur
kutaylar kervanlarda
yeni bir cihanın rüyasını çığırmakta
bilge taşralardan
çaylak şehirlere ihtar
orada bengi yaşamaklar
burada tadımlık yalnızca
çocuk sevinçlerinin koşturduğu evlerde
ölümlerin o yetişkin ağır
kulak zarlarını sağır eden
şimdi suskun çığlıkları dolaşıyor
öyleyse acısını dindirmeli vahşetin
bir yağız hünkar korkusuzca
herkes beklenenlerin
peşinde aynalara bakamadan
imgeler alışıktır kırılmaya farlarda
pusumda aşiret bozkırları
güneşin yerini tutar
kozmosunda fantasmalar
bir gökçe hicret kadar mevzi tutar
sarıklara havlıyor kanişler
yağlı köy sabunu kokmuyor yaşayan leşler
kentlerde ceset nehirleri
yıkılan köprülerden
örülen duvarlara üzülme sakın
körpe labirent olur
buldurur birbirimizi
kavganın gümrah memelerinden
yaralar emzirdik hep yoldaşlarla
kaslarımızı gırtlağına değin sıkıyor
kol muskası pazıbentler
can evlerinde tamudan yuvalar kuran aşk
palazlanıyor çıngarın
kanla sulanmış tarlalarında
ülkümüz devrim
insanlığı hunharlığa neşter kılan
huylanan döl döşekleri
doğumun görklü kuzey ışıkları altında
yepyeni bir doğruluşa gebeydi
çapa yapan kadınlarıngölgesinde
ter bezinde kundaklar benim yerim
ülkümde devrim
yıldızlı geceye dönüşür sevgilim
ipiltiler esintilerin
kanına karışıyor ıpıslak ıslıklarda
tezgahlarda işveli ciddiyetler
ne denli serpilebilirse som kapanlarda
o raddeye kadar kuşmar
dağılan nazenin saçların
tellerinde yürüyen cambazlar cudam
betondan putlara tapan
çinko patronlarla haşrolan
pazen entariler yağar militan ruhlara
dindirmek için hoyrat hırslarını cevherin
işte küstah yürekler
mutantan recimlerini kör emperyalizmin
boğazlamaklar için birikiyor
ülkümüz devrime kıvrılıyor
devrimlerimiz ülkülere
türkülere birleşen düşlerimiz
lügatlerde sevmekler
yeniden tanımlanıyor
durun ve hayatla yüzleştirin çehrenizi
oysa haylamaz dibine açan hiçbir domur
huysuz langustlar
pavkırışlara boğuyor yeröteyi
tıpırtılar tıkırtılarla sevişiyor
tenha kaldırımların damsız yalpılarında
fısıltılar boranlarla
cam kırıklarıkarıştırıyor damarlara
kalın bıçaklar kesemiyor ince tülleri
karıncalanıyor ergen yerlerin
yaşlanmayan gözlere küflenmek yasak
işte hipnoz edilmiş metropol köleleri
tiryaki egzoz dumanlarına
özenti vitrinlerde hep janti sömürgeler
bir fiyasko gibi geçenlerdir
sokaklardan caddelerden bulvarlardan
onlar asıl kazananlardı
panjurların satır arasında oksitten
mısraları sökebilen şairler
besteleyecek tutunamayan galipleri
kapitalist yaşayıp komünist küfredenler
rezaletsel rüsvaylığa mahkumsu
sustum susulacak ne kadar kağnı varsa
mecnunlar yüreğini tükürüyor sahraya
düşlüyorsun eriyene dek beynin
kaynayan bir kazana dönüyor kelle tası
ışığa yumruklar attıran sendin
gün gelir ülkün de devrilir
türkü çığırmaya başlar devrimin
değişmez sandıklarından doğar ilk değişim
alaturkalar alafrangalaştıkça
dumura uğrayacaktır çağdaşça
şen olası raconlar gereğidir
kan damlaları birikiyor kum saatinde
tütüyor fişek tarzı miğferler
dünya kıyameti sonuna dek hak ediyor
bileniyor delişmen pençeler
BEHRAMPAŞA
muhteşem Selimiye benzeri mimari
Mimar Sinan üstadın ustalık eseri
sekiz sütun gövdesine taşlardan
birer kördüğüm atılmıştır sanki
kimsesiz Suriçi’nin dilsiz sokaklarını
bir şölen yerine dönüştüren incelik
sekizgen yapısıyla; hazin yalnızlığıyla
âlî devletimizin bir türbesi gibi şimdi
diktörtgen boşluklara dolan yaşamak azmi
ecdadın ervahını hissettiren külliye
geçmişle geleceği buluşturan bir meclis
Mimar Sinan’ı Şeyh Galib kılan taş üstünde
kalbi Dicle diye çarpan bahtın rüzgarında
bir çizgiydi bulutlardan Behrampaşa Cami
RÜZGARIN KALBi
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
kasımpatılardan doğma entarinle
çalı kuşları konardı dallarına
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
bağlamalar dar gelir gönül teline
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
kuzgunlar dönüşür üveyiklere
yağmurun çocuğu Pokut yaylasında
bulutlardan bir deniz önündeyiz
uçurumda uçurtma rüzgar yüreklim
ruhunu sal eyleyip uçacak sanki
avcısını bekleyen hazine gibi
ezilir bakışıyla kursak çimleri
yeşerir kuru kütüklerde filizler
evrendin özündeki canlılara
kuşatır damarların dünyaları
günde yüzbinlerce kez atan kalbin
nasırlı ellerinden belli azmin
gönül ışımakta gönlünü Dilbâ
harab kentte bağrı dökük bina âşık
cerrahlarda bulunmaz reçetesi
kurnalar, kandiller, dağ yılanları
fırtına nehrinde kağıt gemiler
derin ormanlarda ay kuyuları
adamın gönlünü göğsünden söker
kurnalar, kandiller, gece suları
bu dermana bir dert yok mu Dilbâ
bakışların deliyor değdiği yeri
kuzgunlar dönüşür üveyiklere
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
bağlamalar dar gelir gönül teline
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
çalı kuşları konardı dallarına
kasımpatılardan doğma entarinle
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi.
istanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
seviyorum seni “Yaşıyoruz çok şükür!” der gibi.
Rüzgar
Uzun karanlıklara sürmüş yıldızları
Mor kıvılcımlar gibi geçiyor
Dağınık yalnızlığından
Onu çok arıyorum onu çok arıyorum
Her yerinde vücudunun
Ağır yanık sızıları
Bir yerlere yıldırım düşüyorsun
Ayrılığımızı hissettiğim an
Demirler eriyor hırsımdan.
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden
ölmek de ayıp değil,
bütün iş tahirle zühre olabilmekte
yani yürekte.
meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey
kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
yani tahir'i zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
tahir ne kaybederdi tahirliğinden?
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
aman kendini asmış 100 kiloluk bir zenci
üstelik gece inmiş ses gelmiyor kümesten
ben olsam utanırım bu ne biçim öğrenci
hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten
iyi nişan alırdı kendini asan zenci
bira içmez ağlardı babası değirmenci
sizden iyi olmasın boşanmada birinci
çok canım sıkılıyo kuş vuralım istersen.
çakıl
seni düşünürken
bir çakıl taşı ısınır içimde
bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
bir gelincik açılır ansızın
bir gelincik sinsi sinsi kanar
seni düşünürken
bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır
deliler gibi dönmeye başlar
çözüldükce ufalır küçülür
çekirdeği henüz süt bağlamış
mavi bir erik kesilir ağzımda
dokundukca yanar dudaklarım
seni düşünürken
bir çakıltaşı ısınır içimde.
b. rahmi eyüboğlu.
Gitgide alışıyorum sana....
Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz...
Ellerin ellerimden uzaksa nasıl güçsüzüm bilemezsin...
...
..
Ümit Yaşar Oğuzcan
gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım
ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım
akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım
Bu şehrin bütün sokaklarına sinmiş yalnızlığım
Sensizliğin köşe başındayım
Avuçlarımda kırık dökük pişmanlıklar
Avuntusuz çıkmazlara doğru yürüyorum
Bütün umutsuzluğuma inat
Yine seni arıyorum...
Dudaklarımda bildiğin o ıslık
Sokak lambalarına sığınıyorum
Hafiften bir yağmur ağlıyor benimle
Bir deli rüzğar saçlarımda
Yalnızlıktan üşüyorum
Bulamayacağımı bile bile
Yine seni arıyorum...
Anlatacak nelerim var bir bilsen
Içimde ihtilaller kopmuş
Kendimi sürgüne verdim
Mutluluğum çoktan iflas etmiş
itiraza hakkım yok biliyorum
Beni savunmak sana düştü
Seni arıyorum...
Yarım kalmış şiirlerim gibisin
Yaşanmamış çocukluğumsun anılarımda
Öylesine eksiğim sensiz
Öylesine sahipsiz.
Işte bütün umutlara havlu attım gidiyorum
içinde geç kalmışlığın çaresizliği
Çocuklar gibi ağlıyorum
Ve gel gör ki her damla gözyaşımda
Yine seni arıyorum...
Ahmet Selçuk ilkan
sözde sevgi boşmuş
sevda hep aldanmakmış
sevilen kanarmış
hele çok sevince
onu hep anarmış
dünya zindan olurmuş
bence gönül atlar sevgiden sevgiye
bir aşk yetmez elbette bu gönüle
her güzel şey hemen girer gönüle
sevende hiçbir kabahat yok
yaradan güzel yaratmış
kulunu sevsin diye Mevla
onu cennetten dünya'ya atmış
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
''git artık'' demek
''beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa''
demek sana ne de zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karşılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
Yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek.
Bazen dostlarım soruyorlar...
Ne zamandır yalnızsın?
Sahi siz ne zaman ayrılmıştınız diye.
Ocak diyorum buz gibi bir kıştı..
Bir pencerenin önünde duydum ayrılık haberini.
"o artık yok." gibi bir cümle döküldü dudaklarımdan...efkar..
Dostlarım soruyor bazen siz ne zaman ayrılmıştınız diye.
Ağustos diyorum kan ter içerisinde kalmıştım.
Ellerimden poşet gibi,torba gibi önemsiz birşey kayıp gidiverdi..
Dostlarım bazen soruyorlar ne zaman ayrıldınız siz sahi?
Bahar diyorum, bazı çiçekler açıp açmamakta kararsızdı.
Geçikmiş yağmurlar vardı..
birden bire gitti...
Dostlarım soruyor bazen ne zaman ayrılmıştınız diye;
Son bahardı diyorum. galiba eylül;
Baba olmayı bekleyen gözleri ışık ışık
Avazı cıktıgı kadar bağırmaya hazırlanan
Neşe içerisinde bir adamdım...
''anneyi ve bebeği kaybettik'' dedi
sana çok benzeyen bir hemşire...
Dostlarım soruyorlar ne zamandır yalnızsın?
ne zaman ayrıldın sen diye. bilmiyorum...
her sorulduğunda yalan söylüyorum..
galiba ben her sabah uyandığımda
Senden yine ayrılıyorum...
ben sana mecburum bilemezsin
adini mih gibi aklimda tutuyorum
buyudukce buyuyor gozlerin
ben sana mecburum bilemezsin
icimi seninle isitiyorum
agaclar sonbahara hazirlaniyor
bu sehir o eski Istanbul mudur
karanlikta bulutlar parcalaniyor
sokak lambalari birden yaniyor
kaldirimlarda yagmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir aksamustu ansizin yorulur
tutsak ustura agzinda yasamaktan
kimi zaman ellerini kirar tutkusu
birkac hayat cikarir yasamasindan
hangi kapiyi calsa kimi zaman
arkasinda yalnizligin hinzir ugultusu
Fatih`te yoksul bir gramofon caliyor
eski zamanlardan bir cuma caliyor
durup kose basinda deliksiz dinlesem
sana kullanilmamis bir gok getirsem
haftalar ellerimde ufalaniyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun
belki Haziran`da mavi benekli cocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir sileb siziyor issiz gozlerinden
belki Yesilkoy`de ucaga biniyorsun
butun islanmissin tuylerin urperiyor
belki korsun kirilmissin telas icindesin
kotu ruzgar saclarini goturuyor
ne vakit bir yasamak dusunsem
bu kurtlar sofrasinda belki zor
ayipsiz fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yasamak dusunsem
sus deyip adinla basliyorum
icimsira kimildiyor gizli denizlerin
hayir baska turlu olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin
Kovalanan bir aşkın
ş ihtimaliydin
kıskacında kalan ulu
orta apaçık kendini
belli eden
bir şaşkınlık belirtisiydin
k ile aramızdaki tek
engel belkide sendin
a uçurumunda tepe taklak olan aşk paraşütün de şka diyordu
şka yazıyordu ölümün
kerevat cetvelinde.
Ne kadar saçmasın artık sen nefesim tükendi,
Belki de bi oksijendin ve biraz üşendim...
Gözümü durup kapatma,
Burası cehennem de senin odan mı lan güvenli?
ben sensiz olanlara seni aratıyorum,
ben sensiz kalanlara seni yaratıyorum,
seni saklayacağım, seni yazıp-andıkça
kendimi çoğaltıyor, seni kuşatıyorum.
unutturmayacağım, seni yaşatacağım,
kendimi çoğalttıkça, seni kuşatacağım,
her zamanda, her yerde sen bende yaşadıkça...
sen evreninde sana seni aratacağım. özdemir asaf
bu yürek
seni seveceğini biliyordu herhalde
bu kafa seni kuracağını seziyordu hanidir
bire bin veren buğday
elmadaki mayhoşluk
hukuki beşer
çınçınlı hamam
çizmedeki kedi
sanki elleriyle koymuşlar gibi
ikimizden bir işmar
seni sevmemiş olsam , sözlerim yarı yarıya
gözlerim yarım
ellerim çolak hüseyin eli
seni sevmesem , nefes almayı beceremem ki
bugün günlerden ne ?
cumartesi
seni sevdiğim için , cumartesi elbet
seni sevdiğim için , bak temmuz ayındayız
ayşe onbaşı , pir sultan abdal , büsbütün sevdalıyım sana
bu gemiler nereye gidiyor , seni sevdiğim için
seni sevdiğimden , suyun akası geliyor
bacaların tütesi
nurhayat ın halleri , seni sevdiğim için güzel
ibrahim in dilleri
insan seni sevince , tutsaklığa kızar tabi
savaşın adı geçse , cinifrit olur
ereğlinin kömürünü düşünür , ne kömür o be
ramanı düşünür , çukurovayı düşünür
seni sevdiği için , haliçte bir uğultu
marmarada bir deniz
isparta bahçesinde güller
seni sevdiği için goncalanıyor
seni sevdiğim için , kilim dokuyor avşarda
yarın sabahlar , seni sevdiğim için icat edildi
penisilin , halk şiiri , canlı sinema
mapushaneler , yedi düvel , harbi ispanyol nezlesi
sultan hamid , don civani
ne bilsinler seni sevdiğimi
başaklanmayan yulafa söylemeli
cılk yumurtaya
paslı demire
kulağını bükmeli kurtlu kirazın
hoşnut değilllerse bu gidaşattan
akıl etsinler seni sevdiğimi ,
yeşille turuncunun kafa barıştırması , bu sevdadan ötürü
tepemizdeki o göçmez tavan
sulardaki yakamoz , ortancadaki pembe
ben seni sevdim diye
bingöl vilayetinde , kamyondan inince
tığ gibi bir delikanlıya soruyorum
siz nerenin bulutlarısınız böyle ?
biz sizin sevdanızın bulutlarıyız
bir yıldızlı akşamı varsa ankara’nın
1953 kışları içinde
karnı tok , sırtı pekse hısım akrabanın
konu-komşu , dirlik düzenlik içindeyse
birbirimizi daha çok sevelim diye
insan seni sevince iş-güç sahibi oluyor
şair oluyor mesela
meyhaneden cayıyor bir akşamüzeri
caysın be güzel
caysın be iyi
tütünü bırakıyor , tütün neyime zarar
keseme zarar , ciğerime zara , sevdama zarar
seni sevince adamın papuçları eskimiyor
beti-benzi yeni çarktan çıkmış gibi
seni sevince insan bilgili saygılı gönlü gani şen
saçları zencefilli
erkencecik evine dönmek istiyor canı
hep seni düşün
hep seni yaşat
hep seni yıka
seni doyur üç öğün
seni bir kanım uyut , sonra uyandır
lokman hekim , seni sev diyor bana
seni sevmeseydim , ilkbaharı kodunsa bul gayrı
istanbul diye bir kent yoktu ki yeryüzünde
umut diye bir şey yoktu ki , seni sevmeseydim
hak , hukuk , bereket diye
eşitlik , kardeşlik , hürriyet diye
yüreğime sağlık ne iyi ettim..!
yaradana veya yaratılmışa karşı aşktemasını işleyen şiirlerdir. en güzel örneklerindne birini irlandalı şair william butler yeats vermiştir.
kimbilir kaç kişi senin zarif hallerini sevdi
kaç kişi güzelliğini sevdi
belki gerçek aşkla; belki değil
ama bir tek kişi seni sevdi.
bir tek kişi değişen yüzündeki hüznü sevdi.
Yüreğime sığmayan bir aşk yaşamak istiyorum seninle.
Tenimi güneşten dahi kıskansan, senden başka su bile değmese dudaklarıma.
Ataerkil bi ilişki yaşamak istiyorum mesela.
Sen önde yürü ben bir adım gerinde ama elim elinde.
Aklım fikrim sen de.
Bir evimiz olsun; derme- çatma.
Beyaz peynir ve siyah zeytin adı aşk değil mi?
Çay saatlerimiz olsun ki ben kahveyi severim, sırf senin dudakların tebessüm şekline bürünsün diye; kek yaparım bazen de sana.
Bir evi paylaşmak istiyorum mesela.
Kibritten bile olsa içinde senin nefesini hissedebileceğim bir evimiz olsun istiyorum.
Annen de gelir ziyaretimize.
iş dönüşünü beklerim pencerede.
Masa hazırdır ve yemekleri üçüncüye ısıtıyorumdur belki de. Ama beklerim işte…
Anahtarı çevirişin nasıl huzuru konduruyorsa içimin en içine, menteşenin kulaklarımda bıraktığı sesle güler gözlerimin içi de.
Belki yer sofrasında belki masada kırmızı bir mum yakarım aşkımızın en ücrasına.
Ki gözlerinin şavkı onu dahi söndürür;
Eline sağlık dersin, yüreğime teşekküründen sonra.
Bir evimiz olur işte, duvarları mavi; umudumuzun rengi.
Canımızın canı istediğin gibi erkek, sonra bir de kız koruyup kollar abisi;
Senin beni gözünden sakındığın gibi…
Ömrümü bitirmek istiyorum seninle. Yaşamasak bile seninle bitmeyi yeğliyorum.
Ağlamam inan. içim çizilse de susarım belki kan kusarım ama ağlamam, yanımdaysan.
Kalbim koşar yamaçlarına, dudaklarım konar dudaklarına.
Gözlerim ki bir umut yüzünde;
Çocukluğuma dönelim birlikte…
Mahalledeki en yakın arkadaşım ol. 9taş oynarız ha bir de seksek…
Tek tek her günü beraber gezsek…
Çocukluğuma dönmek istiyorum seninle.
içim saf ve temiz, sen gibi.
Ellerimi hiç bırakma.
Deniz kenarına gidelim.
Çocukluğuma dönmek; kumdan kale yapmak istiyorum seninle…
Yıkılacağını bile bile…
Sadece kumu az taşıdığın için küsmek istiyorum sana…
Kumdan kaleler yapmak istiyorum, mesela…