tepe üstü kör kuyulara atmışlardı hani beni
kuyular kör, kuytular tenha boğukluklardı
üzerime abanmış ruhsuz karabasanlar vardı
sessiz çığlıklarıma su döküp, beni boğarlardı
sana ulaşmaya giden mesafeler vardı hani
çıkmaz sokaklarında kaybolup ta korktuğum
her çıkmaz sokak sana çıkıyordu oysa
sen de bir yerlerden çıksaydın ya karşıma
eşsiz cennetlerimin kanatsız meleğisin sen
insafsız cehennemlerde yanmış olsam da
bu gece de varlığın kapladı ruhumu sonsuzlukta
sana ait bir çift göz, sulandı yine yollarında
"iki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen
iki kol.
Merdivenlerin oraya koşuyorum,
Beklemek gövde kazanması zamanın;
Çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
Bir şeyin provası yapılıyor sanki.
Kuşlar toplanmış göçüyorlar
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden
ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey
kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Uçurumun kenarındayım Hızır
Bir dilber kal'asının burcunda
Muhteşem belaya nazır
Topuklarım boşluğun avucunda
Koca yâr adım çağırır
Kaldım parmaklarımın ucunda
Bir gamzelik rüzgar yetecek
Ha itti beni ha itecek
Uçurumun kenarındayım Hızır
Civan hazır
Divan hazır
Ferman hazır
Kurban hazır
Güzelliğin zülme çaldığı sınır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ben fakir
En hakir
Bin taksir
Ateşten
Kalleşten
Mızrakla gürzdan
Dabbet-ül arz dan
Yedi düvelden
Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum senden
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
Ve boğazımı sıktı parmaklar ince uzun
Günahkar toprağımın saçından bir tel düştü
Sana ne olmuş Roza, bir derde tutulmuşsun
Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti
Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa
Her şeyim sizin olsun, hep sizin, kesik başlar
Rüyasında örümcek başlarsa ağlamaya
içine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar
Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
Gibi ölüm önünde özbenliğim yavaşlar
Öyleyse bu şapkayı atıyorum ırmağa
Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
Ve kediler de her gece sürünür yastıklara
Denizleri bahtiyar eden günler kısalır
Satılmayan çiçekler zehirli ve kapkara
Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır
Bir geyiğin eriyen gözleri düşer kara
Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır
Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık
Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi
Sana da Mona Roza, taşbebeği bıraktık
Ellerinde kılıçlı balıkların bir dişi
Senin hatıran kadar büyük, yeni, karanlık
Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi
Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim
Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura
Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim
itimat edeceğim şu belalı yağmura
Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim
Asılmış bir adamın iki eli yağmura
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim
Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
Ve bir şehir yaratmak ruhundan Geyve diye
Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
Katıvermek sessizce söylenen bir türküye
Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
Ve son vermek bu bitmeyen şarkıya
Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
Sana tavus kuşunun içine girdiğini
En son söz olarak söylemek istiyorum
içimde tavusların kaybolduğunu
Bana da bir çift ak kanat kaldığını
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum
içime girdiğini, tüyünü yolduğumu
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
inanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında
bir ayrılık gizlendiğine belki de, kartvizitinde
"onca ayrılığın birinci dereceden failidir." denmeseydi eğer.
gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
ıssızlığa teslim olmazdı sahiller, kendi belirsiz sahillerinde
amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya, canım ellerini tutmak isterse...
evet sevgili,
kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa
tanıklık etmiş olmasalardı eğer!
SiTEM
önde zeytin ağaçları arkasında yar
Sene 1946
Mevsim
Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim.
Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim.
Yar yar !.. Seni kara saplı bir bıçak gibi
sineme sapladılar
Değirmen misali döner başım
Sevda değil bu bir hışım
Gel gör beni darmadağın
Tel tel çözülüp kalmışım.
Yar yar
Canımın çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var.
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki..
inan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgarlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen ,
Rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol,
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür,
Ortalığa düşmüşüm, seni arıyorum
gözlerim seni görünce güzel
saçlarım senin için uzun
tenim seninle sıcak böyle.
sakınmaklar gereksiz bunu yeni anladım
kırıp dikenli telleri geldim yanına.
dört tarafımda elle tutulan karanlıktı bilirsin
raylarca uzuyordu yalnızlığım
kör kandil kısır anlayışlara
bir kinim vardı, zamanın eritemeyeceği
bir sancım vardı öylesine belirgin
yokluğun özlü çıbandı sanki
duramadım.
duramadım dayanılmaz isteklere
bütün bağlardan kurtulup bir an
gözlerinin büyüsüne geldim
ellerinin ateşine
yak beni.
sen uykusun vazgeçilmiyorsun
seni kendim kadar seviyorum
günlerden bir gün duysam acısını
beni ilk öpenin sen olmasını istiyorum
beni ilk öpenin sen olmasını.
ADAK
Sana şiirler okuyacağım,gitme
Güneşler doğacak yalnızlığımdan
Sana bir ışık getireceğim
Büyük aydınlığımdan
Sana bir dolu umut getireceğim
Küçük ellerine sığmayacak
Sana Afrika gecelerini getireceğim
Sımsıcak
Sana çiçekler getireceğim
Bozulmuş güz bahçelerinden
Sana bir serinlik getireceğim
Yağmur tanelerinden
Sana avuç avuç yıldız getireceğim
Güneşimden başka
Sana engin denizlerin maviliğini getireceğim
Köpük köpük dalga dalga
Sana bir rüzgar getireceğim
Dağlardan,tepelerden
Gitme,sana zamanı getireceğim
Zamanın bittiği yerden
Sana öyle hasretim ki , bir çabam yok varam diye
Yandım ama susuzluktan , içmiyorum haram diye
Bana cansın gönlüme yar
Nasıl tatlı , nasıl tatlı özlemin var
Gezdim ama diyar diyar
Bir gün demem , bir gün demem aman diye
Gözüm sende , gönlüm , gönlüm , gönlüm sende
Ben yok oldum artık bende
Çağırsan da , gel desende
inan gelmem , inan gelmem , ferman diye
Bana cansın gönlüme yar
Nasıl tatlı özlemin var
Gezdim amma diyar diyar
Bir gün demem aman diye
Gözüm sende gönlüm sende
Ben yok oldum artık bende
Çağırsan da gel desen de
inan gelmem ferman diye
pardon size anlatmak istediğim şeyler var dinler misiniz acaba?
ama ben size karşı bazı hisler besliyorum
hayır ama bir dinleseniz
size olan duygularımı dile getirmem çok zor ama yinede denesem
anlatsam size olan hislerimi
aşkımı
sevgimi
sizi ne kadar arzuladığımı
anlatsam size
hiç mi ihtimalimiz yok
hiç mi şans vermiyorsunuz bize
ama böyle olmaz
şuan konuşursam
beynim dilime hükmeder
o zaman
konuşamam
sizin gözlerinize bakmalıyım ki
dilime beynim
değil kalbm
hükmetsin
ancak o zaman anlatabilirim
size olan hislerimi
ancak o zaman kalbimi açabilirim size
buna izin verir misiniz
gözlerinize bakarak
kalbimin dilime hükmetmesine izin verir misiniz?
size olan sevgimi böyle anlatmak isterim
size olan aşkımı böyle dile getirmek isterim
çünkü beynim o sevginin büyüklüğünü algılayamıyor
size olan sevgimi aklıma anlatamıyorum
işte aciz bi insan aklı nasıl anlasın ki bu sevgiyi
ama işte böyle kalemle anlatılacak da bir sevgi deil bu
sözle anlatılmalı
gözlerinize anlatılmalı
ancak o zaman
bi anlama kavuşur
o aşk sözcükleri size yöneldiği zaman asıl anlamına kavuşur
yapabilir miyiz acaba bunu
dilimizden çıkan sözcükleri asıl anlamına kavuşturabilir miyiz?
buna izin verir misiniz?
ben aşkın kör halini seviyorum,
beni görüp bulmasın diye
ben aşın uzak olan halini seviyorum
beni bulup sarılmasın diye
ve ben askın ıslak halini seviyorum
sırılsıklam oldugumda , halimden anlasın diye.. *
bir yağmur tanesinin ıslaklığı gibi
kalmış dudaklarımda dudaklarının ıslaklığı,
bir kar tanesinin beyazlığı gibi
kalmış aşkın saflığı gecelerin homurdanmasına inat,
bir yaprak tanesinin sarartısı gibi
kalmış aşkın sarartısı aşksızlıkların aşksız gezintilerinde...