ilk defa bir kitap diziye/filme dönüştürülünce anlamını kaybetmemiştir.
şahsen ben kitabını okurken ne sera sahnesi vardı ne taş evi ne duş. boku bokuna okuduk türk edebiyatımızdır diye.
kanal d'ye bir kez daha teşekkürler.
bihter ziyagil kalbimizdesin anam.
kitabı lise yıllarımda okumuştum. halit ziya Uşaklıgil'in okumadığım bir kitabı yok zaten. dili ağır mı? haddinden fazla. elimde sözlükle gezerdim o yıllarda haliyle. hepsi birbirinden güzeldir kitaplarının ama bunu bir başka sevdim hep.
belki de bu yüzden, dizinin fragmanları yayımlanmaya başladığında oturup ilk bölümünden takip etmeye karar vermiştim. sonra tek bölüm bile kaçırmadan seyrettim. pişman olmadığım gibi, en başından takip eden biri olarak gururlandım bile.
şahaneydi.
kıvanç bey'i, beren Hanım'ı kıskandığı için, dizinin seyircisini kadınları ya da adamları seyretmekle itham eden ağzı salyalı geçimsiz kitleye sesleniyorum. hayatım boyunca bir kez bile televizyonda gördüğüm bir adama "çok yakışıklı" demişliğim yok. kişi kendinden bilir işi yani. herkes sen değil be kardeşim. sen hatunların birtakım uzuvlarını izliyorsun diye başkaları da aynı şeyi yapıyor demek mi bu? sığ bakış açın bu dizinin elde ettiği başarıyı açıklamak şöyle dursun, açıklamanın yanından bile geçmiyor. gel ben sana anlatayım bütün türkiye neden perşembe akşamları televizyonun karşısına geçti ve dünyayı unutup behlül ile Bihter'i seyretti.
çünkü, aşk-ı memnu halit ziya Uşaklıgil imzalı bir roman. halit ziya Uşaklıgil denen adamdan "türk romanının babası, gelmiş geçmiş en iyi romancı, türk edebiyatının en kuvvetli kalemi, hala aşılamayan yazarımız" diye bahsediliyor. bunu ben yapmıyorum. bunu, profesörler, Türkologlar, doktorlar, öğretmenler, tarihçiler, araştırmacılar, kısacası türk edebiyatı hakkında söz sahibi olan herkes yapıyor.
bu dizi çok seyredildi; çünkü seni beni onu bir yerlerimizden illa ki yakalayan noktalar vardı. karşılıksız aşk örgüleriyle doluydu her şeyden önce. karşılıksız aşk. herhalde toplum olarak bunun üstüne tez yazacak noktadayız.
sonra, yalnız yokluk içindeki insanların değil varlık içindeki genç bir kadının, bihter gibi bir kadının bile nasıl ruhi bunalımlar içinde olabileceğini gördük ve bu bizi rahatlattı, hayata karşı deşarj etti.
kitaptan bir tek adım bile sapmadılar ki en sevindiğim nokta da buydu. yazara saygı duydular. kimin romanına el attıklarının bilinciyle hareket ettiler. "suyunu çıkarmadılar."
her ilişkinin içimize işleyen bir yeri vardı. anne-kız ilişkisi, karı-koca ilişkisi, aralarında sınıf farkı olan arkadaşların ilişkisi, akrabalık ilişkileri, hepsi üniversitede bitirme tezi konusu olmuş ilişkiler bunlar üstelik.
Bihter'in Adnan'la evlenmesinin nedenleri bile başlı başına bir konuydu biliyor musun bunu?
bilmiyorsun elbette. odaklanabildiğin tek şey Bihter'in vücudu çünkü. ve bundan yola çıkarak da her kadını behlül'ü izliyor sandın. bu kadar sığ, bu kadar dünyadan habersiz olup da böyle car car ötmeye hiç hakkın yok dostum.
evet perşembe akşamları televizyona kilitlendik; çünkü annesini hiç görmeden büyüyen çocuğun, çok sevgili karısını kaybettikten sonra yeniden aşık olup hayata dönen adamın, kardeş gibi büyüdüğü adama aşık olan genç kızın, asla ulaşamayacağı kıza gizliden aşık olan çaresiz gencin, annesinden nefret eden ve hırs yüzünden kendinden yaşça büyük biriyle evlenen kadının ve o nankör, o kadir kıymet bilmez şahsiyetin hikayesi hepimize çok tanıdıktı.
yabancı gelen tek şey o hayatın şaşaasıdır olsa olsa. hikayesi değil.
yani gönlünce konuş atıp tut, nasıl olsa durduramıyoruz durduramayacağız.
amma velakin şu güzelim diziden Kıvanç'ın orası, beren'in şurası diye bahsetmeden önce iki kitap karıştır. bu karakterlerle ve onların her birine özgü hayatlarla bize ne anlatmış bu halit ziya diye düşün. bütün türkiye oturup kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla beren'i, Kıvanç'ı izlemiş olamaz diye bir şüpheye düş. bir tedirgin ol. bir sorgula yahu.
bir iş iyiyse, bir iş bu denli insan tarafından beğenilmiş takdir görmüşse, defalarca yayımlanıyor ve defalarca seyrediliyorsa o işin hakkını ver.
işte o zaman kamil insan derler senin için. yine sevme, yine beğenme; ama hakkını ver be kardeşim.
edit: matmazel'i unutmuşum olacak şey mi? matmazel'in aşkı bir yandan tabii. Seni neredeyse harcayacaktık matmazel.
beren saat'in özellikle final bölümünde acısını bukadar gerçekçi oynaması, hissettirmesi an itibariyle bir kez daha görülüyor. hele ağlayarak 'çok güzel olucam' demesi. ve tabiki birde;
' (bkz: ölüyorum anlasana)'
150 kere izlesem 150. kez de ağlayacağım gelmiş geçmiş iyi türk dizisi. malesef ki bu dizide ortada karşılıklı bir aşk yoktur. aşık olan gerçek biri varsa o sadece bihter ziyagil'dir.
Bu bihteri yıllardır kimse anlamadı. Aslında babası öldüğünde babasının yokluğundan adnana sığınmıştı. Aldatırken bile onu sevmesi bu yüzdendi. Babası gibiydi ona sığındı. Adnan da bundan yararlandı bence. Bihter zaten başlı başına suçluydu ama adnan da suçluydu. Yıllar sonra bu neden aklıma geldi bilmiyorum. Neyse artık.