sessiz ve karanlıktı sokak. sokağın girişinden itibaren hakimdi karanlık. O kadar karanlıktı ki; gözle görülebilen tek şey
çöpü karıştıran kedinin gözleriydi.
işte bu sokak kadar yalnızdı erkek. yalnızlığı silahıydı. Çok güçlüydü çünkü kaybedecek hiç bir şeyi olmayan insanlar güçlüdür o bunun farkındaydı bu yüzden korkmazdı; sessiz ve karanlık sokaklardan.
sokakta ilerlerken kaybettikleri geldi aklına, sırayla ailesini kaybedişini, arkadaşlarını kaybedişini, kendini kaybedişini düşündü; her derin düşüncenin ardında bir sigara yaktı. ama erkeğe en çok sigarayı içtiren en son kaybettiğiydi: aşkıydı...
düşündü... önce aklına sevgili ile yapılanlar geldi. anımsadı, ayrıldıklarından bu güne o sessiz tepeye gidip hiç kahve içmemişti. içten içe bunu özlediğini fakat artık oraya gidemeyeceğini anladı. kahveden alınan her yudum acı, her nefesinde sigaranın göz yaşı olacaktı o aşklarının renk verdiği tepede.
bir sigara daha yaktı...aklın bu sefer sevgilisini ne kadar sevdiği düşüncesi ile birlikte... çok seviyordu onu, herkesten farklıydı "o". Önce hayal edip sonra bulabilmişti onu. tapıyordu adeta, ibadet olarak görüyordu ona olan aşkını.
yürürken sessiz sokağın bir bankına oturdu, bu sefer boğazında düğümlenen sözcükler ve gözlerinden akan yaşlar ile birlikte.
ağlıyordu, "elveda" deyişi yaş döken gözlerinin önüne gelmişti. "herkes gibi olmayacağız" denerek başlanan ilişki "elveda" ya teslim olmuştu.. kim bilir ne kadar uzaktı şimdi o, hangi şehrin akşamındaydı acaba... diye geçirdi içinden ve başını kaldırdı, sevgilisinin taşındığı eve doğru. bu sessiz sokak. sevgili ile asla yürüyemeyeceği için ona daha çok sessiz geliyordu.
son kez baktı eve, banktan kalkmadan önce. sanki eskisi kadar güzel değildi o ahşap ev, soğuktu. ruhu bedeninden ayrılmış gibiydi... evle arasında bir bağ kurdu; ikiside aynı insan tarafından terk edilmişti ne de olsa.
yürümeye başladı daha sonra. gözleri kamaştı karanlık sokaktan aydınlık caddeye girerken. düşünmeye devam etti ve uzaklaştı genç adam kalabalığın arasında kaybolarak... iktidarsiz jigolo
Geçmiş inşa edilmiş ve yıkılmış yapılardan oluşur.Yıkılmış her yapının arasında bulunan hatıralar çıkarılası bulunası ve tekrar yaşanılası şeyler olabilirler.Tekrar yaşanılacak tek ''bir an'' için belki her şey feda edilebilir.Ancak unutlmaması gereken tek bir nokta var.''bir an'' diğer kalan anların iyi geçmesi için işde ''o anlar'' unutulmalı.Yeni arsalar,yeni malzemeler bulmak gerekir.Gelecek ancak yeni atılacak temeller ile mutluluk katına çıkarabilir bizi..
aşk çoğu zaman vazgeçmektir..
Her gece ölürken ben;
Zehir sendin her gece;
istemeden alınan bedenime;
insanı mutlu eden rüyasın sen;
Hissediyorum seni her nefesimde..
Uyuşuk beynimde..
Gözlerin..Gözlerin çok parlak..
Gözlerimi alırken gözlerin;
Kararıyor hava..
Sebebi yine sen;
içimden atamıyorum;
istemiyorumda..
Ama acı çekiyorum..
Vücuduma fazla;
Aklıma zarar;
istemsiz bir reflekssin sen..!
genç adam arkasına bakmadan hızlı adımlarla uzuklaşıyordu. uzaklaşmak zorundaydı.
ayrılığın verdiği acı onu buna zorşuyordu çünkü. ayrılıklar zordur amma hele bir de aşıkken ayrılmak çok daha zordu.
bir hafta öncesinde kurulan hayaller artık dönüşü olmayan gerçekleşmeyek düşünce zincirleriydiler. bunu biliyordu
fakat;
yalnızlığa hazır değildi, bu yüzden evine giden bütün yolları uzatıp kalabalık caddelere yöneliyordu. kalabalıklara gizliyordu
kendi yalnızlığını. gömüyordu yalnızlığı göz yaşları ile. gömüyordu yalnızlığı bir dolu küfür ile...
eve gitmek istemiyordu bir süreliğine, gidemedide zaten. eve gitmiyordu çünkü biliyordu evde onu anıları karşılayacak ve bir "hoşgeldin" demeyeceklerdi. o bu yüzleşmeye de hazır değildi.
yürüdü yürüdü yürüdü...
en sonunda bir parka geldi, park baharın etkisiyle renk almış, renk aldığından mı bilinmez aşk kokmaya başlamıştı. doğa bütün güzelliği ile karşısındaydı.
önce bir banka oturdu, orada otururken ansızın gelen davetsiz anılarıyla karşılaşmak durumunda kaldı. o zaman hissettikleri anlatılmaz yaşanır şeylerdi...
ağlamaya başladı, hıçkırıyordu ağlarken. o hıçkırırken dehşet dolu gözlerle izliyordu parkın sakinleri onu. onu park sakinlerinden daha derin bakışlarla izleyen birisi daha vardı. o kişi ugruna göz yaşı döktüğü "aşkı" ydı.
yanına gitmeyi düşündü "aşkı" yapamadı...
artık hayata küfür eden iki kişi vardı o yeşil capcanlı parkta. yürüdü iki yalnız iki farklı yöne, iki farklı kapısından çıktılar parkın hüzünle. aynı hayatta olduğu gibi.
hiç kimse hiçbir şey vaat etmez kendi kalbin kadar,
ruh takar beyninin boynuna bir zincir,
bağlanır tüm akıl ve fikir,
yersiz ve zamansız bir yağmurda aniden ıslanmak gibi,
sırılsıklam bir aptala dönüşmek an meselesidir.
avcunda fırtınaların körüklediği bir ateş
ve kulaklarında dinmez uğultularla,
kendi zindanlarında dinlediğin karanlık hikayeler
ışıklı umutlar taşır nedense,
başı yok, sonu meçhul bir bilinmezdir ömrün.
teninde bir akreptir zaman,
usulca akarak, koynunda kıvrılan,
zehiri kızıl gözlerinde bir yılan,
ya koparacaksın kafasını dişlerinle,
ya dişleri geçecek soluk tenine,
işte gerçeğin, işte hayalin,
doğrul yerinden ve kalk,
gerçek bir aynada yanan gözlerine bak
'denemek' dediğin şeyin deneğisin sen
var mı bir acı, üzerinde denenmeyen?
sanma başkasıdır bu haline sebep
yok ki, senin kadar seni sevmeyen...
aşk üzerine yazılmış deneme yazılarıdır. hemen örnekleyelim;
kozada saklı aşk
Herkesin içinde sabırlı bir tohum gibi kendi kozasında saklı duran bir aşk
yatar, bir gün bir güneş parlar, bir yağmur düşer ve tohumun çatlayıp çiçekler
açtığını, ruhumuzun rengarenk bir ağaç gibi rüzgarlarla dansettiğini
görürsünüz.
Sonra(...) O rüzgarlarla dans eden çiçekler, bazen manasız kaprislerle, yanlış
anlamalarla, hoyrat fırtınalarla örselenip, yeniden insan ruhuna dökülür ve
bu kez acının tohumları olur aşkın çiçekleri. Zakkum yeşili çiçekler halinde
büyüyüp, içinizi yakıp kavurur. Aşka lanet eder, unutmaya çalışır, acıyı
öldürebilmek için askıda öldürmeye uğraşırsınız. Ve, `unuttukça bir şeyler
eksilir` sizden. Acıdan kurtulabilmek için eksilmeye bile razı gelirsiniz(...)
Zamanla, hayatin geniş bir bahçe olduğunu, yalnızca sevincin ya da yalnızca
acının çiçeklerini değil, kaçınılmaz olarak hepsini birden içinde
barındırdığını, çiçeklerin bir kısmından vazgeçmenin bahçenin bütününden
vazgeçmek olduğunu anlar, bahçeyi bütünüyle seversiniz... *
aşk üzerine deneme yapmak mantıksızdır.çünkü modern zamanlarda aşk diye birşey kalmamıştır. aşk üzerine deneme yapıldı ise bunu yapanlar karacaoğlan yunus emre gibi devrinin en büyük insanlarıdır, ve tecrubelerini en iyi şekilde kağıda döküp bin yıl sonrasına taşımayı başarmışlardır. bugün biri kalkıpta benim sahsımda aşk üzerine denemeler yapmak isterse vereceğim tepki sabit olur:
zaman geçirmezliğin, her daim ruhta kalan yapışkan melankoli gibi kalması, kök salması, nefes alması aşk.
gerçeklikten temel alan fakat gerçekliği aşıp, dallanıp budaklanan bir sarmaşık, benliği saran...
aşk üzerine deneme yapmak isteyen şahsın, aşkı kendi üzerinde, çeşitli denemeler yaparken göreceği eylemdir, o aşkı denemek isterken, aşk, onun üzerinde türlü fantezilerini dener.