şöyle ki; filmden çıkınca öyle bi etkilenmiş oluyorsun ki yoldan geçen herkes için 'ya acaba bu omu be,bu benim hayatımın aşkı mı' diye düşünüyorsun. Sonra otobüsüne biniyorsun. Filmin etkisiyle de kafanı cama yaslayıp uzaklara dalııp gidiyorsun. Sonra yanına birinin oturduğunu farkediyorsun.Genç bi delikanlı olduğunu kestirebiliyorsun az çok hissiyat kısmı burası onun. Diyorsun ki o işte o bu kadar tesadüf olamaz. Türkan Şoray edası ile başını çeviriyorsun ki
-abinmiş.
bildiğimiz ağır, romantik bir film. Ben ki başkasının yanında ağlamaya utanırım gözümden süzülen yaşlara engel olamadım.
bununla birlikte, güzel ankaram, kuğulu park, atakule ankaraya ve 80'lere ait ne varsa.
Gidip izleyin bence. anlattırmayan bana kardeşim.
sadece bir replik yazıyorum gerisini siz anlayın
"Bir Ankaralı için istanbul başkasının çocuğu gibidir.Gülünce seversin,ağlayınca bırakıp kaçmak istersin."
müslüm gürses'in birçok yabancı şarkının cover'ından olusan yeni albümünün ismi.murathan mungan ın seçtiği şarkılardan oluşuyor. cıkıs sarkısı garbage ın the world is not enough ının bir ömür yetmez isimli tükçesi. ayrıca sezen aksu düeti ve leonard cohenbob dylanbjork gibi isimlerden sarkılar var. müslüm gürses yine farklı tarzlarla karşımıza çıkacak gibi.
o kadar çok söylendi ki bir gideyim dedim şu filme. sonuç maalesef yine hüsran. yorumlara gelelim şimdi.
- filmin ana konusu şudur ;
- evlilik arefesinde olduğunuz insan iş gereği moskovaya giderse, gitar çalıp, fotoğraf çeken çocukluk aşkınızı bulun ve onunla sevişin.
şimdi o çok entellektüel yanınızı konuşturarak ; ' aa abazaya bak filmden ne anlamış' dediğinizi duyar gibiyim. aşk adı altında yapılan aldatmaya külliyen karşıyım. herşeyin bir adabı vardır. sevişmenin de!! . illa aşık oldum diyorsanız ilişkinizi bitirip dilediğiniz gibi sevişebilirsiniz.
- filmin en çok dikkatimi çeken sahnesi şuydu;
- onunla yattınmı ?
- doğru konuş bunumu soruyorsun, bunun ne önemi var ?
filmi izleyenler bu sahneyi hatırlayacaktır. adam evlilik hayalleri kurduğu kadının bir başkasıyla yatıp yatmadığını soruyor, kadın ise aldattığı halde ustaca bir pişkinlikle üste çıkıyor. daha acı olanı sinema salonundan çıkan herkesin kadını desteklemesiydi. hem suçlusun hemde üste çıkıyorsun, adam elinde tek taşla gelmiş, sana evlilik teklif edecek sen başka bir herifin koynundan çıkıp adamın yanına geliyorsun, üstüne birde hiç utanmadan yattığını söylüyorsun. bunlar yetmezmiş gibi bunun çok önemli olmadığını söylüyorsun.
filmin bir çok sahnesi yabancı filmlerden çalıntıydı ayrıca, dikkatli film severler bunu anlamıştır zaten. ucuz acıtasyonun dibine vurmuşlar, amaç tesadüfler anlatmak yada aşktan söz etmek değil, insanları ağlatıp filmin reklamını yapmak. yurdum insanı ağlatmayan filme para vermeyi pek sevmez.
her şey 1986 senesinin temmuz ayında başladı. günübirlik ptt kampına gitmiştik. orada ilk defa hiç tanımadığım bir kızla saklambaç oynamıştım. henüz 6 yaşında olmama rağmen içim kıpır kıpır olmuştu. o güzel gözleri hiç aklımdan çıkmamıştı. o edalı ve işveli tavrı beni yakmış ve adeta kor alev gibi kalbime düşmüştü. türk sanat musikisi eşliğinde onu düşünüyordum buğulu gözlerimle. ne adını biliyordum ne de nerede yaşadığını. evet 6 yaşındaydım ve aşık olmuştum. olamaz mıydı olabilirdi. bir daha görebilecek miydim onu dahi bilmiyordum. olmazsa seneye yalvarırım babama, bir daha gideriz kampa diye düşündüm. yine yazı bekleriz dedim.
ağustos ayında babamın tayini çıktı ve başka bir ile taşındık. okula yeni başlayacaktım. ilkokulun tebeşir lekeli olduğunu ve silgi koktuğunu o yıllarda anlayacaktım ama bunun konumuzla bir ilgisi yok. örtmenim bir hafta sonunda herkesin kaynaşabilmesi amacıyla sıralarımızın yerlerini değiştirdi. yumurta kokan arkadaşlarımla paylaştığım kahverengi sıramdan beni kaldırarak çiçek kokan pespembe bir sıraya oturttu. evet iki kızla yanyana oturacaktım. fakat... fakat o da neydi? ben bu kızlardan birini tanıyordum sanki. gözlerini kısarak bana baktı. pis pis sırıtıyordu. evet bu oydu. kampta saklambaç oynadığım kızdı. kalbim duracak gibiydi. nefes nefese kalmıştım. iyi misin diye sordu. iyiyim bir şeyim yok, nasıl bir karar alırsan al ben seni anlarım dedim. ne diyorsun diye sordu. bilmem çağrıştı dedim.
okuldan sonra babamın iş yerine gidiyordum. bir de baktım ne göreyim havar allahım. yanımda süzülüyor adeta bir kuğu gibi. babasının iş yerine gidiyormuş o da. evet evet, babalarımız aynı yerde çalışıyorlarmış. bu kadar tesadüf olabilir mi dedi. sen bunca zaman nerelerdeydin dedim. yolumuza devam ettik.
4. sınıftayken bizim yeniden tayinimiz çıktı. yıllarca görmedim onu. aradan 10 yıl geçti. hep merak etmiştim, nerdedir ne yapıyordur diye. kör şeytana lanet dedim bulunduğu şehrin bilinmeyen numaralar servisinden telefon numarasını aldım ve aradım. tam da bavulunu hazırladığını, evden çıkmak üzere olduğunu, tahsil hayatını devam ettirmek üzere ankara'ya gideceğini söyledi. daha sonra internet üzerinden olsun, telefonla ve kısa mesajla olsun ağır bir dozda yazdım.
akabinde ankara'da buluştuk. rüya gibi bir gün geçirdik. fakat küçük bir sorun vardı. geçen yıllar ikimizi de çirkinleştirmişti. ne o belçim bilgin erdoğan kadar güzelleşmişti ne de ben mehmet günsür kadar yakışıklı olmuştum. üstüne üstlük kalp yetmezliği sorunum da yoktu. ha bir de sürekli küfreden erkek gibi kızlardan biri haline gelmişti. sanırım bu nedenlerle tesadüfler aşkı sevmedi ve bir daha hiç görüşmedik.