Filmdeki tek dişe dokunur şey fotoğraf olmasıydı. Geri kalan yabancı ve artık unutulmuş filmlerden araklar olmuş. Kusura bakma Ömer Faruk Sorak, bu filmin baya bi arak.
bir filmi izlemek istemenin türlü türlü nedenleri vardır efendim. mesela seni anlatır, ödüllere falan aday olmuştur, ne biliyim iyi yorumlar almıştır falan.ha bir de 'ayy çıkarken hüngür hüngür ağladım vallahi!' türünden bir yorum varsa izlemeye değerdir. biz de buna uyduk, dört sap kız gittik filmi izlemeye.( filmde mehmet günsür'ün oluşuyla hiçbir alakası yok)* velhasıl sona geldik, o da ne! bizim kızlardan biri çıkarmış kağıt mendilini sağına soluna servis yapıyor yani kızların hepsi hüngür hüngür ağlıyor! olur mu efendim böyle bişey? tamam iyi güzel hoş film, müzikler falan cuk oturmuş ama yapmayın arkadaşlar hüngür hüngür de ağlatmadı yahu.
saat 17.00 ben bahçeşehirde seminer vermişim ve 60 km mesafede olan göztepedeki evime gitmek için yola çıktım. trafik kontrol merkezini aradım yol durumunu öğrenmek için yağmurdan dolayı köprüyü es geçiyorum orası hep yoğun zatende yol üzerinde 3 araba kazası var trafik felç dediler. bunun üzerine sinemaya gitmeye karar verip en yakın alışveriş merkezine gittim. hiç istemeyerekte olsa en yakın seans aşkı tesadüfleri sever vardı. 6 tl sorun değil kötüde olsa tarafikte olmaktan iyidir diyerek biletimi aldım ve sinemaya girdim. filmde bütün aşk filmlerindeki klişeler kullanılmış. hatta filmdeki teneke kutu love me ıf you dare adlı faransız filminden birebir kopyadır kendisi. ama yinede beklediğim kadar kötü değildi. özellikle demirdemirkan'ın benimde favori müziklerimden olan şarksını söylediği kısımın çekimleri gayet iyiydi. sinemaya gitmek için tercih edilcek bir filmi çokda değil. ama kendi kullavarında beğenenler olcaktır.
sex'in insan hayatındaki yerini gözler önüne seren filmdir. hastalığından dolayı iki adım koşamayan, merdivenlerden çıkamayan adamın bir gecede neler yapabileceğini göstermiştir.
güzel filmdi aga. duygu sömürüsü, klişe hikaye falan filan bu vesveseleri geçelim. yabancı filmlerden arak sahne görüp soğuyanları da bir an önce thor'a havale ediyorum. evet dışarıdan baktığımızda şöyle bir tablo var;
kız ve efendi erkek yıllardır birlikteler. efendi, iş güç sahibi erkek, kızın hayallerini önemsemiyor (burada bir parantez açalım, önemsemiyor değil önem muhasebesi yapıyor ve evlenmeyi düşünen iki insan için yaşanması imkansız olan bir hayatı görüp ona göre karar veriyor, aslında adam haklı beyler) ve kendi kurduğu bir dünyayı yaşatmak istiyor ikisine de (çoğu erkek böyle değil midir?) normal olarak sevdiği kadının hayalleri uğruna parislere oralara buralara yok olmasını istemiyor, yanında olmasını istiyor. işe bakın ki, kız aynı fikirde değil ve aşkı için hayallerinden vazgeçmiyor. (bunun için kızı suçlayamayız tabi ki. ama hayaller ve sevgilisi arasındaki tercihi kimden yana kullandığını hepimiz gördük.) sonra bir eleman geliyor bu eleman da piç erkek tabi ki, fotoğrafçı, gitarist ve motoru var. free takılıyor. bildiğin özgür, uçarı falan filan. kızımız efendi erkeğin ne kadar sıkıcı olduğunu bir kez daha hatırlayıp, atıyor kendini bunun kollarına. ondan sonra hoşçakaaaaalllllll......
şimdi işin alt metin kısmına geçelim. nedir verilen? neredeyse son zamanlardaki tüm aşk filmlerinde üzerine basılan "aşk için her şeyi yap" saçmalığı! bu romantik filmlerin de sevdiğim yanı bu; gerçek hayatta gerçekleşmelerinin imkansız olması.. yoksa ne olurdu halimiz a dostlar? düşünsenize, yıllardır birlikte olduğun, "evlenmeyi bile" düşündüğün kadını her an böyle bir piçe kaybetme korkusu ne yapar lan adamı? iyi peki, kızın her an gitme ihtimalini, sıkıldığını, hayallerinin umursanmadığını falan filan ortaya koyalım, o zaman ben de erkeğin her an sıkılıp gitme, hayalleri ile aşkı arasında kalıp hayallerini tercih eden kızı siktir etme hakkını saklı tutuyorum. allaha şükür ki, böyle aşk meşk fasa fisolarına prim veren bir adam değilim artık, yoksa habire yer kazığı otururdum yerime. neyse. diyeceğim odur ki, filmde kıza hak verip yönetmen neyi veriyorsa onu alan arkadaşlara selamlarını gönderiyorum. la biraz oturun düşünün amına koyim, nesi mantığa sığıyor lan bu hikayenin?
ama...
şu yukarıdaki bi ton şeyi bi kenara bırakırsak, ankara aşığı bir adama bu yapılmaz lan! lan olum yıllarımın geçtiği mekanları özenle seçip mi koydunuz filme lan? lan ben var ya neyse bişey demiyorum lan. ankara'nın karakteristik mekanlarını her gördüğüm sahnede, gurbette olan benim kalbime iğne üstüne iğne saplandı. istanbul'lu, izmir'li arkadaşlar belki anlamaz ama ankara türkiye'nin en ilginç şehridir. hiç bir cazibesi olmamasına rağmen neden insanlar buraya aşıktır, bilinmez. ankara güneşliyken değil, bulutluyken sevilir. hafif bulutlu havada güneşin uzaktaki kızıllığı, ankara'ya aşık eder adamı. off of...
bunun haricinde, babanın kaset kaydı sırasında gözlerim doldu. bir erkeğin var olma mücadelesindeki ilk engelini aşıp babasına karşı koyması ve babanın oğluna hak vererek, onu sevdiğini söyleyerek yenilgiyi kabullenmesi duygusaldır her erkek için. yanımda annem olduğu için kazık kadar adamın ağlamasını görmesin diye derin derin nefes alıp verdim ve gözlerimi bol bol kırpıştırdım. sonra hoşçakaalll girdi, ben yine türlü alengirlerle göz yaşlarımı sakladım. son zamanlarda çok sulugöz oldum lan.
Kızların, erkek arkadaşlarını götürebilmek için uzun uzun ikna oyunlarına girdikleri filmdir. Bunun nedeni, her Türk erkeğinin girdiği Mehmet Günsür sendromu olabilir. Filmden çok, Mehmet Günsür'ü izlemeye giden kızların, erkek arkadaşlarında yarattıkları sendrom diyebiliriz buna kısaca. Tüm bu gereksiz açıklamalardan sonra, film hakkında birkaç lakırdı etmek isterim. çünkü blogum kapandı. Oraya aklıma gelen saçma sapan her şeyi yazıyordum. Dns ayarlarını bile değiştirdim, ama yine kapandı. Bir süre böyle buralarda saçmalayacağım. Neyse konumuz o değil.
Güzel bir film olmuş. Standartların üstünde. Biraz Cesaretin Var Mı Aşka adlı Fransız yapımı filmden esinlenilmiş tabii. Tesadüfler de abartılmış yer yer. Ancak, Türk sinemasının gelişimi ortada. Ne kadar batıda çekilen filmlerin bizim kültürümüzle entegre olarak bize uyarlanmış halleri gibi olsa da bu yeni nesil duygusal filmler, yine de hoş vakit geçirmeye sebebiyet verdiğinden izlenesi.
Bülent Ortaçgil şarkıları neden filmlerde kullanılmaz ki diye düşünürdüm hep. Benim iç sesimi duymuşlar sanırım. Çok da güzel olmuş. Şu âna kadar Mehmet Günsür ile ilgili hiçbir fire vermeden gidiyorum. Ama dayanamayacağım. Çok yakışıklı anasını satayım. Neyse, film güzel. Popüler kültüre uygun. Sanatsal yönden bakmayın, izleyin gitsin..
piyasada böylesine dandik yapımlar varken içlerinde kalite kokan nadir filmlerden biri. romantik komedi tadında başlayıp dramın babasını gösteren, ruh halinize göre ağlama seviyenizin yükseldiği bi çalışma. müziklerinden oyunculuklara kadar alkışı hak ediyor doğrusu, pek tabii bülent ortaçgil'in eylül akşamı şarkısına sanki filmle birlikte çıkmış gibi davranılmasaydı daha iyi olabilirdi.
Müziklerin bir filmi nasıl alıp götürebileceğini, bir film için ne anlama gelebileceğini gayet güzel göstermiş. Her müzik öyle uyumlu ki filmin sahneleriyle daha iyisi olamazdı herhalde.
--spoiler--
Aşk tesadüfleri gerçekten sevse ya. Hep alışık olduğumuz tarzda bitseydi ya bu film de. Hep mutlu olsaydılar. ilk kez bir filmde istedim böyle bir klişenin olmasını. My Sassy Girl'ün de gerçek bir hikaye olduğunu düşünerek en güzel repliklerden birinin "Kader nedir bilir misin? Sevdiğin kişi için tesadüflerden bir köprü inşa etmektir." olduğunu varsayarsak soruyorum şimdi bu kadar tesadüf olamaz mı? Olabilir ya da olsun ne olacak.
Ayrıca Ekşi'deki şu yoruma katılmamak elde değil: Aşk, Mehmet Günsür'le aşk filmi çevirip akşam Yılmaz Erdoğan'ın kel kafasıyla uyumakmış. *
--spoiler--