ask olmayinca mesk olmaz

entry2 galeri0
    1.
  1. 2.
  2. Vuku bulan her şey rasyonalite ile izah edilecek kadar kategorik değildir zira bazı hadiselerin izahı aşkta gizlidir. Gözlerini kemiyete dikenler, mühürlü kalpleriyle manayı keyfiyette göremezler lâkin.

    On binlerin ölüme koşarak "ölmeden mezara girdiği" Çanakkale destanı da rakamlarla, stratejilerle izah edilemeyecek bir aşk destanıdır.

    Bakmayın bazılarının resmi kayıtlardaki 55 bin şehit sayısı azmış gibi yaptıkları 250 bin abartısına. Ve bakmayın "Çanakkale geçilmez" stratejik sloganlarına. Çünkü AE2 (The Silent ANZAC) denizaltısı maalesef geçmiştir ve istanbul önlerine kadar ilerlemiştir. Bu yüzden rakamlarla sınırlayamazsınız bu destanı.

    Ve bütün stratejik indirgemelere rağmen "aşk" destanıdır Çanakkale. Enver Paşa'nın 5. Ordu teşekkülü ve başına da Liman von Sanders'i getirmesine, Liman Paşa'nın 25 Nisan'da yapılacak olan dünya tarihinin en kapsamlı çıkarma harekâtına ilişkin yanlış tahminlerine(!), bu tahminler sonucu yapılan yanlış sevkıyatlara ve neticesindeki ağır kayıplara rağmen bu böyledir. Hatta ve hatta bu ve buna benzer sebeplerden ötürü savaşın uzamasına, böylelikle Almanya'nın Avrupa'da rahat nefes almasına rağmen...

    Ne yani Almanlara mı aşk besliyorduk? içilen bunca şahadet şerbeti Almanların şerefinemiydi?

    Asla ve kat'a...

    Bazı ittihatçıların Alman sempatizanlığına karşı, ne 9.Tümen komutanı Albay Halil Sami ne 19. Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal ne 27. Alay Komutanı Miralay Mehmet Şefik ne 3. Tabur'un komutanı Mahmut Sabri Bey ne Asteğmen Muharrem ne de bunlar gibi nice kahramanlar ve komutalarındaki kahraman erler Alman aşığıydı. Nitekim hiçbiri "inayet-i Alaman'a istinaden" çarpışmadı.

    Müttefiklerin ana çıkarma yeri olarak planladıkları Seddülbahir ve Kabatepe sahillerinin sorumlusu 9. Tümen komutanı Albay Halil Sami Bey ve emrindeki üç alayı onlarca kilometrelik kıyı şeridini Liman Paşa(!)'nın hakaretlerine rağmen kahramanca savur. Bu kahramanlığı daha sonraları görevinden azledilerek ödüllendirilecektir ve Çanakkale'deki hiçbir kitabede ismi geçmeyecektir ta ki birkaç yıl evvel lûtfedilipte Ezineli Yahya Çavuşun kitabesine yazılana kadar.

    25 Nisan'da ANZAC (Australian and New Zealand Army Corps) güçlerinin apansız çıkarmasıyla zayıf noktamızdan gelen saldırıyı, Asteğmen Muharrem ve komutasındaki bir avuç er Haintepe'de karşılamıştır. Kendisinden kat be kat üstün düşmana ağır kayıplar verdirmelerine rağmen çoğu şehit düşer.

    Liman Paşa'nın takıntısı yüzünden verilmeyen hareket emrini gözleyen Miralay Şefik Bey, uzaktan gelen çarpışmanın uğultusunu duyduğundan müteessir bir bekleyiş içindedir. Sonunda beklenen emir gelmiştir ve 27. Alay, dualar eşliğinde giydikleri temiz çamaşırlarla, abdestlerini alarak "inayet-i Hakk'a istinaden" taarruza geçerler ve ANZAC güçlerini püskürmeyi başarırlar.

    Liman von Sanders'in 19. Tümen ile Eceabat'ta ihtiyatta kalmasını emrettiği Yarbay Mustafa Kemal, Albay Halil Sami'nin emriyle 57. Alay'la Conkbayırı'na intikal ederek kahraman Mehmetçiğe "Ölmeyi" emreder.

    Güneyde ise 3.Tabur komutanı Mahmut Sabri Bey, Yahya Çavuş ve arkadaşları, geniş bir sahil alanını, ingiliz hava keşif raporlarında anlatılan "denizi kırmızıya döndüren" bir hamasetle müdafaa ederler.

    Anadolu yakasındaki güçler Alman Paşa(!) Weber'in emriyle beklemektedirler. Lakin Almanca düzenlenen sahte bir belgeyle tümen komutanı ikna edilir ve alaylar hızla Gelibolu yarımadasına ilerler.

    Bütün bu yapılanlar Alman aşkı için miydi?

    Bazıları için belki evet... Ama bu kahramanlar için zinhar evet denemez.

    Öyleyse neydi? Neydi Albay Sami'yi ordu komutanına karşı koyduran? Neydi Asteğmen Muharrem'i ölümün kucağına iten? Neydi Yarbay Mustafa'ya ölmeyi emrettiren? Neydi 27. Alay'ı şeb-i ârusa hazırlanırmışçasına ölüme hazırlatan? Ve neydi Yahya Çavuş ve arkadaşlarına denizi kırmızıya boyattıran? Neydi Batumlu Dursunoğlu Cemil'i, Yemenli Tevfik'i, Şam'dan Abdülkadir'i, Üsküplü Sami'yi, Trablusgarplı Ulvi'yi ve Alisbari'yi, Kudüslü Hulusi'yi, Medineli Muhammed'i memleketlerinden kaldırıp kilometrelerce ötede toprağa düşüren?

    Toprak kaygısı olamaz çünkü bu kahramanların memleketleri şimdi ayrı ayrı ülkelerin sınırlarında. Irka istinaden desen değil çünkü bu destanın altında Türk'ün, Kürt'ün, Laz'ın, Çerkez'in, Arnavut'un Boşnak'ın hâsılı "bütün akvâm-ı beşer"in imzası vardı.

    O halde neydi?

    Bu soruya ben cevap veremem o şanlı kahramanlar dururken.

    Miralay Şefik Bey hücum hareketini telefonla Albay Sami'ye bildirirken "inayet'i Hakk'a istinaden taarruza geçiyoruz” demesi destanın adını koyuyor zaten.

    Conkbayırı'na düşmandan önce varan 57. Alay'ın "Allah Allah!" nidalarıyla ANZAC askerlerinin üzerine yürümesi cevapların en güzeli...

    1918 yılında Ruşen Eşref ile yaptığı röportajda Mustafa Kemal söyledikleri destanın ta kendisi;

    "Biz kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz. Yalnız size "Bombasırtı Olayı"nı anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafeniz 8 metre; yani ölüm kesin, kesin; Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulamamacasına hepsi düşüyor. ikinci siperdekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar gıpta edilecek bir ölçü ve tevekkülle; biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve hiç ufak bir çekingenlik bile göstermiyor. Sarsılmak yok... Okumak bilenler ellerinde Kur'an-ı Kerim Cennet'e girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. işte Türk askerindeki üstün ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer örnek. Emin olmalısınız ki; Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur."

    Kudüs'ten, Hulusi'yi, Medine'den Muhammed'i buralara sürükleyen, Halife-i rûy-i zemin'in -yeryüzünün halifesi- "cihad" çağrısına kulak kabartan değil şahadet arzusuyla yürek kabartan "yüksek ruh" idi.

    Ve ŞAHADET...

    Şahitlik etmek... Ahirette, dünyaya dönüp tekrar yaşanılması istenen tek şey..

    Bu şahitliği kutsî kılan nedir?

    Yeryüzünün mâliki Allah'tan başkası olamaz muhakkak. Şahitler biliyordu neye şahitlik ettiklerini. Biliyorlardı mükâfatını ve ecrini...

    Biliyorlardı "...Biz Allah içiniz ve O'na döneceğiz" (Bakara -156)

    Ve şahadet ediyorlardı;

    Şahadet ederiz ki; Allah'tan başka ilah yoktur.

    Şahadet ederiz ki; Biz Allah içiniz.

    Şahadet ederiz ki; O'na döneceğiz.

    Ve canlarıyla ispat ediyorlardı şahidi olduklarını. Ama biliyorlardı ölmediklerini. Çünkü Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" denmezdi. Onlar diriydiler. (Bakara-154)

    Kazanan onlardı. Pusuya düşen kırk sahabîden biri olan Füheyre, sırtından sokulan hançer göğsünden çıktığında katilini hayrette bırakan "işte şimdi ben kazandım" sözlerini söylerken yanılmamıştı.

    Çanakkale şehitleri de islam'ın ilk şehitleri gibi "ölümü öldürerek" kazandılar. "Bedrin aslanlarının" namazını kıldıran ve toprağa veren Resulullah (s.a.v.), en az onlar kadar şanlı kahramanlara "Agûşunu açmış" bekliyordu. Bundan daha büyük mükâfat ne olabilir?

    Aşkla mücadele edip maşukuna eren tüm şehitlerimizi zahmetle değil rahmetle anıyoruz. Bizim gibi "hayat süren leşlere" şefaat ederler inşaallah.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük