insan bir akarsu gibidir. bazen küçük bir dere gibi usulca akar, yeşertir kıyısını. bazen çağlayan gibi akar, dağıtır doğasını.. insan su gibidir aktıkça temizlenir, durdukça kirlenir, kokar.. ve her insan doğduğu andaki masumiyetine geri dönmek için, bütün günahlarından ve kirlenmişliklerinden arınmak için yaşar. aradıkça da masumiyetini daha çok kirlenir. bir su kaynağından ilk çıktığında tertemizdir. içmeye doyamazsın. bir bebeği öpmeye doyamamak gibi..
insan bir tren yolu gibidir. ne kadar kıvrılırsa kıvrılsın bir rayın üzerinde gider. tren özgürlüğü hatırlatır bazılarına ama rayı yapan, rotasını çizen başkasıdır. bir tren bazen içindekileri özgürlüğe, bazen esarete, bazen bir doğuma bazen de bir ölüme taşır. herkes hayatında bir defa trene binmek ister ama tren insanı istediği yere değil, gittiği yere götürür.
insan bir akarsuysa da, bir tren yoluysa da onu yatağından, rayından, doğasından çıkaran teş şey aşktır. hani şu tarifi yapılamayan, hani herkesin kaçıyor gibi göründüğü ama yakalanmak için dualar ettiği.. hani herkesin yok öyle bir şey dediği ama en az allah kadar varlığından emin olduğu şey.. aşk..
uslu bir çocukluktan ve yaşanmamış bir ergenlikten çıkıp, adına üniversite denen gurbet bilinmezliğine düşeli 20 sene olmuş. kendimi bulma arayışımın ilk adımlarını attığım gurbette başkalarının çizdiği bir rayda tren olamayacağımı farkettiğimde; kendi rayımı döşemeye başladım. dostlarımı kendim seçtim. ideolojimi baştan yarattım. tarzımı, zevklerimi, eğlencemi, yanlızlığımı ve kalabalıkların sınırını ben çizdim. özgürlük insanın kalbindedir dedim. daha öğrenciyken kendi paramı kazanmaya, başını önünden kaldıramayan utangaç çocuktan bir işletmeci, bir müzisyen ve bir yazar yaratmaya başladım. özgüvenim arttı. hayallerim genişledi. yolculuklara çıktım. çok az uyudum çok şey gördüm. anlatmayı sevdim yıllarca suskun kalmış bir çocuk olarak. insanların çapları kadar anladığını farkedince susmayı keşfettim yeniden.dinlemeyi öğrendim. bildiklerimi anlattıklarını görünce yanlızlığı keşfettim. yanlızlığın çok kalabalık olduğunu anlayınca benim gibi insanları aldım hayatıma. herkesin ayrı bir hikayesi olduğunu farkedince sıradaki hayat gelsin dedim. çok anlattım, çok dinledim, çok yaşadım, çok gördüm, çok okudum, çok izledim. dedim ki yaşanacak bir şey kalmadı. ama bir şey eksik. sebzesi, eti, yağı, suyu bol konmuş bir yemek yaptım hayatı ama bir şey eksik tadı yok. herkesin imrendiği bir adama dönüştüm, ağzımın içine bakan, sözcüklerimi yeni bir tarikatın ilk mürşidleri gibi dinleyen dostlarım oldu. ama bir şey eksik. bir yemeğe istediğiniz kadar çok şeyi koyun. kimsenin akıl edemediği sosları katın.. elinizin tadını, dilinizin sözcüklerini, hünerinizi katın yine de bir şey eksikse o tuz' dur. tuzsuz yemek karnını doyurur adamın, damağının tadını aç bırakır..
o kadar çok şey yaşadım ki hayata dair dünyanın en güzel yemeklerini yemiş kadar oldum eğer hayat bir sofraysa. ama ne yaparsam yapayım bir şey eksikti işte. kocaman evimin odalarında aradım, uykularımda aradım, en derin rüyalarda, en uzun romanlarda, en afili sözcüklerde aradım bulamadım. ne aradığını bilmeyen bulamazdı.anladım. tuzsuz yemeğe alışmaya çalıştım olmadı. bir eksikle yaşamaya çalıştım bu hayatı olmadı. sonra bir gün..
28 yaş bir erkek için çok sıkıcı bir yaştır.. ne gençliğine ne orta yaşına ait değilsindir.. yaşadıkların geride kalmış, yaşanacaklar anlamsızlaşmıştır. hayatında eksik olan şeylerin bile öenmi kalmamıştır. kendi çizdiğin raylardan çıkmış, başkalarının rayında bir tren, ne treni bir vagon olmuşsundur. bir evin vardır, kokusu olmayan.. arkadaşların vardır, zamanı olmayan.. filmler vardır tadı olmayan.. şarkılar vardır ruhu olmayan.. artık hayatında bir şey değil herşey eksiktir.. sonra bir gün..
bugün 37 yaşındayım. yollarını arşınladığım, ışıklarında kaybolduğum bu şehire tam dokuz yıl önceki ilk gelişimdi.. konuşma, ikna etme, başka açıdan görme becerilerimi ticarette kulllanmaya karar vermiş, binaların bile gri olduğu bu şehirde eksiklerimin yokluğunun belli olmayacağına kendimi inandırmış, düzenin çarkları arasına kendimi saklamış, iş-uyku-alışveriş-sinema şeklinde ilerleyen neredeyse memurvari bir hayat kurmuştum. anlatmaktan ve dinlemekten yeterince sıkılmış, dünyanın bir tezgah olduğunu farketmiş, alan değil satan tarafta olmayı seçmiş, içinde trenler, akarsular öldürmüş bir esnafa dönüşmüştüm. akşam olsa da eve gitsem' in versiyonlarından birinde figüran olup çıkmıştım. sonra bir gün.. o geldi. hayır gelmedi. çarptı. hayatıma. ruhuma. tenime. eksikliğime..
önce kokusu girdi kapının eşiğinden. sonra bütün o tanrıçalığı.. dünya durdu. ben öldüm. kendi içimdeki dolmaz sandığım o eksiğe, dipsiz bir kuyuya gömüldüm. fırtına sonrası denizin gri bir sakinliğe kavuşması gibi bütün ruhum dinlendi. hayatım anlamını buldu. şarkılar nakaratını, romanlar paragrafını, resimler ışığını buldu..
tam 1 metre 20 santim uzağımda karşımda duruyordu. ama ben aramızdan geçen rüzgarın tenimi ürperttiğini bugün bile hatırlıyorum ensem üşüyerek.. buyrun nasıl yardımcı olabilirim dedim.. bir kitap arıyorum dedi. ismini bilmiyorum.. bir şiir kitabı. şairini biliyorum sadece dedi. içimden dedim ki bütün şiirlerin şairi sizsiniz şu an. bütün şarkıların güftesi siz! buyrun hangi şairin dedim? abdürrahim karakoç dedi.. şaşırdım. öyle çarpıcı, öyle gerçekdışı, öyle güçlü öyle başka bir duruşu vardı ki. çocukluğumun ilk şairlerinden, gönül adamı karakoç' un kitabını arayan bir modern zaman prensesi.. birden çok kitabı var hangisi acaba dedim.. mihriban şiiri hangisindeyse o olsun dedi. dedim neden o? ben dedi. şiiri bilmiyor şarkıyı biliyordum.. dinliyor ama duymuyordum. bugün biri sözlerini şiir olarak okudu yanımda ve bir cümlesi vurdu beni dedi. hangi cümleymiş o dedim; aşk kağıda yazılmıyor dedi..
lambada titreyen alev üşüyor
aşk kağıda yazılmıyor mihriban..
o kitap yoktu raflarımda. o kadını bir daha görmedim. ama o şiiri bir daha hiç şarkı olarak dinlemedim. ama defalarca okudum. o kadının adı neydi bilmiyorum. ama hayatımdaki eksik doldu. aşksız yaşamak tuzsuz yaşamakmış anladım. ve hiç bir yemek tarifinde tuz yazılmaz. ve hiç bir aşk yaşandığı kadar bir kağıda yazılmaz anladım..