-ikisi de garip bir şekilde çok karmaşıktır. hatta işin felsefi boyutuna bile inilse; ikisinde de acı çekileceği bile bile bu işe girişebilme mevzusu çözülemez.
-kolayına kaçıp acısızlarını tercih edenler olsa da; ikisi de 'tüketilirken' çoğu tüketici var olan acıyı görmez. görmemekle de kalmayıp haz bile duyulur. fakat unutulmamalıdır; ikisi de tümüyle içerde kalmayacaktır ve her şeyin sonunda ikisinin de bir dışa vurumu veya dışarıya çıkışı olacaktır ki asıl acı da odur..
-ikisinde de malzeme, malzeme kalitesi veya eldeki veri hayati önem taşır.
-ikisini de adam gibi becerebilmek için insanüstü bir çaba sarf etmek gerekir. ikisi de o alın terini görmezse veya hissetmezse, arzu edilene ulaşmak imkansızlaşır.
-ne kadar insanüstü de olunsa; gösterilen çabanın sonucunda alınacak tat hiçbir zaman önceden kestirilemez.
-"sevdiceğini serbest bırak. geri dönerse senindir, dönmezse zaten hiç senin olmamıştır." lafından mütevellit; biraz da "aşk" olgusunu "sevdicek" gibi bir somut ile şekillendirip; gidenin veya dönmeyenin de ne kadar değerli olup, peşinden ne kadar koşulduğunu da göz önünde bulundurursak; tavana yapışıp da düşmeyen çiğ köfte ile benzerliğine de deyinmeye gerek kalmayacak sanırım.*
-bir de 'etsiz çiğ köfte' durumu vardır ki; zamane gençliğinin aşk'ı "et ete deyecek hacı" olarak tanımlamasıyla ters orantılı ilişkilendirebiliriz..
ve tabi ağzının tadını bilen için kalbe giden yol mideden geçer. burdan da bir sebep-sonuç ilişkisi çıkarabilir miyiz bilmiyorum ama fazla da zorlamadan; sonuç itibariyle gerçek şudur ki;
her ikisinede büyük bir iştahla başlanır. zamanla o çok mükemmel ve inanılmaz biri olarak görülen sevgili, giderek pekte aşık olunası ve size layık olmayan bir kişi ile yer değiştirir. buna mukabil ağızda müthiş bir tat bırakmış olan çiğ köftenin saltanatı da yerini yellenme seslerine bırakmıştır.