aşk hikayeleri

    5.
  1. kastamonu nun ilçesinden, sadece telefonda tanıdığım, bir ergenlik aşkım vardı. hiç unutmam yıllar geçse de unutmayacağım unutamayacağım.

    yanılmıyorsam 2007 yılındaydık. tabi o zaman ergenlik başa bela bilirsiniz ya. sevgilimiz yokken bile ayrılık şarkısı dinleyen nesildik biz.

    ilk okul 6.sınıf a gidiyorum. arkadaşım başka ilçede liseyi kazandı. bir gün tatilde görüştük bununla. sms in moda olduğu dönem. neyse uzatmayayım bir kız la konuşmak istiyorum yalnızım adam akıllı arkadaşım bile yok ama yüz yüze bir kızla konuşma cesaretim de yok.

    liseye giden bu arkadaşımdan bir numara aldım. oda bilmiyor kimin numarası olduğunu. ne kız beni biliyor ne ben kızı. neyse ilk mesajımı yazdım. "slm nbr" gibi ergenlik içeren bir mesaj. cevap verdi. her gün sesini duyduğum yaşadığını bildiğim kanlı canlı biri var telefonun ucunda ve bana arkadaş oluyordu o yalnızlığımda. resmi bile yok elimde konuştuk arkadaş olduk. abi çok iyiydi ya ne konuşursan konuş çok eğlenceliydi çok garipti.

    her şeyi anlıyor tam bana göre biriydi. gönül bu durur mu, durmaz tabi. zamanla ben buna aşık oldum. ama nasıl aşk. bildiğin aşkından verem olacam. onun o ince tiz si sesi var ya hala kulaklarımda. esrarengiz olması daha çekici geliyordu demek ki. neyse ben buna yazıyorum seni seviyorum falan. nasıl dil döküyorum. geceleri falan ağlıyorum durum o kadar ciddi. zaten ergeniz mahvoluyorum her gün. yürüdüğüm yolda, konuştuğum kişi de, bindiğim arabada her yerde o var arkadaş. ben diyorum seni seviyorum o diyor biz arkadaşız. abartmıyorum en az iki üç yıl ben ona aşık, o başkasına aşık konuştuk. her gün her gece. benle konuşuyor ama takmıyor. arkadaşız da arkadaşız. ne arkadaşmış arkadaş.

    neyse lise ye başladım ben hala seviyorum ama gerçekten seviyorum. bir insan görmediği bir kızı nasıl sever ki. demek ki böyleymiş. bu arada sevgilileri oluyor ayrılıyor hepsinden haberim var. sevgilisi varken de terk edemiyorum. soluduğu havayı solumak istiyorum. hala baktığım her yerde, her kişide. onunla bir dakika oturup konuşmak için her şeyimi verecek durumdayım.

    msn muhabbetlerinin olduğu dönem. görüntülü konuşmaya karar verdik. ilk kez göreceğim nasıl heyecanlıyım nasıl. hani yıllarca hayal ettiğiniz bisiklet var ya sanki ona kavuşacaksınız öyle düşünün. lan alt tarafı kamerada göreceğim.

    vakit geldi kamerayı açtı. utandım kapattım. dayanamayacağımı düşündüm. Allah ım o nasıl bir güzellik tatlılık hoşluk. hala gözlerim doluyor ellerim titriyor. bu kız nasıl sevilmez nasıl vazgeçilir bilmiyorum. öylesine aşığım ki. evine aşığım, okuluna hocalarına her gün gezdiği arkadaşlarına aşığım. keşke bir günlüğüne yanındaki arkadaşlarından birinin yerine geçsem onu öylece izlesem. ne hayaller kuruyorum aah ah.

    cesaretimi topladım tekrar açtım kamerayı ve o an, Hüseyin Tatlı nın da dediği gibi artık hiç bir şeyin anlamı yok eskisi kadar güzel değiller dedim. her şeyim oldu bir anda. en sevdiğim yemek, en sevdiğim ders oluverdi. ilk listeye yerleşiverdi birden. ama ben ne kadar hayranlık duydum sa o, o kadar uzaklaştı benden. keşke görmeseydi beni. belki aşık olabilirdi bir gün bana. ama ben bırakır mıyım kesin benim olmalı diyorum yoksa öyle böyle değil abi hayatım söz konusu. yaşayamam ben o acıyla. ölüyüm ondan iyi diyorum her gün.

    zaman geçti ben her fırsatta teklif ediyorum o her fırsatta reddediyor. ama başardım bir kere olsun denemeye karar verdi. biliyordum sevdiğinden değildi. sadece beni mutlu etmek içindi. işte o gün resmen benim günümdü. sevinçten havalara uçuyorum nasıl seviyorum Allah bilir. şiirler yazıyorum her şey yolunda. sebepsiz gülücükler. sabahlara kadar konuşmalar ardı arkası kesilmiyor. ama görmek istiyor insan canlı halini. hep biraz daha fazlasını isteriz ya işte o durum. hey gidi esrarengiz sevgili hey. neler yaşadım, ne kadar yaşadım hayalinle. keşke hiç sevdiğimi söylemeseydim de şimdi arkadaş gibi konuşsaydık. böyle olacağını bilseydim karşılıksız sevmeye devam ederdim.

    neyse gün geldi ben kastamonuya gitmeye karar verdim. lise 2 daha çocuğum ve çıktım yola. param sadece kastamonuya gidecek kadar var. aynı gün içinde dönecem, 20dk falan göreceğim ve geri dönüş parasını o verecek. kastamonulular bilir merkezde bir kışla parkı var orda görüşecez. düşünsenize gelmese geri dönemeyeceğim ama bir kere bile düşünmedim ben o ihtimali.

    o büyük an geldi. beklemediğim bir durum olmadı iyi kızmış ekmedi ve 20dk gördüm onu canlı. sadece 20dk vardı nasıl değerlendirsem diye düşünmeden bitecek ti akışına bıraktım bende. kıyamadığım için dokunamıyorum. Allahım o nasıl bir şeydi öyle. bir insan bu kadar mı şirin olur. anlatmaya sıfatlar yetmez. kamerada gördüğümde nasıl heyecanlanmıştım canlı gördüğümdeki heyecanı anlatamam. hiç gitmek istemedim yanından. hani orda, o parkta yaşa benle dese yaşayacağım. dünya umrumda değil. sanki insan değil muazzam bir varlık. birde kardeşi ve arkadaşları vardı yanında. tabi onlar gittiler beni gördükten sonra.

    öyle bir parfümü vardı ki bugün bile tanırım, abartmıyorum. bazen yanımdan bir kız geçiyor o kokuyla öylece kalakalıyorum. o 20dk ya neler sığdırdım neler. hayatımın en güzel 20dk sıydı kesinlikle.

    ayrılma vakti gelmişti. gözlerimiz dolmuştu. ben hiç bir saniyeyi kaçırmak istemeden ona bakmak dinlemek istiyordum. ama saatler, dakikalar işte acımasızca geçiyordu. kimi zaman hain kimi zaman katil kimine göre de geçmek bilmeyen bir şey değil mi zaten. o an arkama bakmadan ayrıldım ordan. biliyorum bir dönsem kalırım gidemem. hayatımın en acı ayrılığıydı hissediyordum bir daha yaşayamayacaktım.

    günler geçti biz birbirimize mektup kargo hediye falan gönderiyoruz. çok mutluyuz mutluymuşum aslında o değilmiş belli oldu sonra. usulca hayatımdan çıkmaya karar verdi bana sormadan. öylece bir gün gidiverdi. bana yaşattığı güzellikleri koynuma koydu ve öylece gidiverdi. beni hatıralarıyla, hayalleriyle bırakıverdi. sen gittin ya sevgili o kadar çaresiz kaldım ki. o kadar yalnız kaldım ki. ne kadar yalnız kalınabiliyorsa o kadar yalnız kaldım işte. hala dolmadı yerin.

    okuyorsan sana diyorum esrarengiz sevgili. gidişin bile çok asildi. sessiz bir çığlık attım arkandan, dağlar taşlar duydu ama sen duymadın. senden sonra ben üniversiteye başladım. öğretmen oldum. seni aradım her bir sıfatta. seni aradım her sohbette ama bir daha gidişinin acısını yaşama korkumdan sana ulaşamadım hiç. biri kastamonuluyum deyince gözlerim dolar oldu senden sonra. senden sonra bir çok sevgilim oldu ama hiç biri için hissettiğim duygular sana olan kadar muazzam değildi. sevdiğimi sandıklarımda ben seni aramışım oysa. yıllar sonra fark ettim.

    belki okursun diye yazıyorum. buradan bir daha haykırmak istiyorum seni çok seviyordum. şimdi neler yapıyorsun bilmiyorum. kimlesin bilmiyorum. evli misin bekar mı. mutlu musun değil mi bilmiyorum. yalnız bildiğim şey hala gözümde çok değerli ve çok güzelsin. Allah yolunu açık etsin. hiç üzülme. hayat insana neler yaşatır bilemeyiz. bir gün bir yerde karşılaşırsak eğer konuşma, söylemek istediğini kömür gözlerinden de anlarım ben.
    3 ...
  2. 3.
  3. 1.
  4. Tamamen Gerçek Hayattan Alıntı Bu Aşk Hikayesini Okurken Çok
    Duygulanacak
    Hüzünlenecek ve Bu Hikaye'nin Etkisinde Kalacak ve Bu Etkiyi
    Üzerinizden Bir
    Kaç Gün Boyunca Atamayacaksınız. Hiyakenin Konusu Bir Gençin Sonu
    Ölümle
    Biten Çocukluk Sevdasını Anlatıyor...

    BIZIMKISI BIR ASK HIKAYESI

    Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben bu satırları
    yazarken
    gözümden damlalar akıyor klavye üzerine. Erkekler ağlamaz lafı bana
    göre
    değil. Ağlamaktan hiç utanmadım,duygularım,acılarım beni boğduğu zaman
    hep
    ağladım.Yine ağlıyorum... Sizleri tanımıyorum ama sizlerle paylaşmak
    istiyorum.Lütfen;bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen
    yazılı
    satırlar olarak geçmeyin. Okudukça yeryüzünde insanlar neleri yaşarmış
    diyeceksiniz buna eminim. Bir memur ailenin en küçük çocuğu olarak
    babamın
    tayininin çıktığı bir köye taşındık.Huzursuzdum,okulumu bir köy
    okulunda
    okumaktansa ,şehirde medenice okumak istiyordum.kaydımı yaptırdı babam
    okula.ilkokul 4. sınıftan başladım köy okuluna.Beni bir sınıfa
    verdiler.Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve hangi sıraya
    oturmak
    istiyorsan otur dedi bana.Bir kızın yanı boştu sadece oraya
    oturdum.Hayatımı
    adadığım,gidişiyle beni bitiren insanla ilk o zaman tanıştım.ismi
    Altınay
    idi.Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti.Masmavi
    gözleri,gamze yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü,yanlış yazdığım
    notlarımda kendi silgisiyle defterimdeki hatayı silmesi beni o minik
    yaşımda
    ona bağladı.O dönemlerde çocukça bir arkadaşlıktı. Zaman ilerledikçe
    onsuz
    tek saniye geçiremiyordum.ya ben onlara gidip ders çalışıyor, yada o
    bize
    geliyordu.Mükemmel bir paylaşımcıydı.Yüreğini,sevgisini,dostluğunu daha
    o
    yaşta vermişti bana.ilkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada
    bitirdik.Hep
    onunla hep ona biraz daha alışarak. Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize
    rica
    ettik ve bizi aynı okula yazdırdılar, hatta aynı sınıfa,hatta aynı
    sıraya
    oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar.Başarmıştık.
    Yine
    aynı sıradaydık.Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki
    onsuz
    hayat bana huzur vermiyordu.Yaşımız olgunlaştıkça o beni,ben onu daha
    çok
    seviyordum.Çocukça başlayan arkadaşlığımız sevgiye aşka dönüşmüştü
    ortaokul
    yıllarımız bitmek üzereyken.Şehir merkezinde.Ailelerimiz liseye
    geçtiğimiz
    sırada ortak bir karar aldılar.Buna göre tek ev kiralayacak ikimiz aynı
    evde
    kalacaktık.Annem de bizimle kalacaktı.Allah\\\'ım o karar bize
    iletildiğinde
    dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu.Ona aşık olmuştum.Aynı
    duyguları o
    da paylaşıyordu ve bunu fark eden ailelerimiz okul bittiğinde
    evlendirelim
    diye karar almışlardı bile.Ona tapıyordum artık.Haşa Allah\\\'a şirk koşar
    gibi
    günah işlercesine seviyordum.ilk elini tuttuğumda sakın bir daha
    bırakma
    demiştim. Yanakları kızarmıştı,utanmış ve başını önüne !
    eğmiş,gülümsemiş ve
    elimi sıkı sıkı kavramıştı.Artık her gün elele tutuşup okula gidiyor
    okuldan
    çıkarken elele dolaşıyor geziyor öyle gidiyorduk evimize.Arada bir
    elleri
    terler ve her terleyişte elini elimden kurulamak için çekerdi.Bunu her
    yaptığında kızar elimi bırakma diye azarlardım,hep tamam tamam diyerek
    gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu. Her şey harikaydı,dünya
    cennet
    gibiydi gözümüzde.Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde.Nihayet liseyi
    de
    bitirmek üzereydik.karne dönemi gelmişti.Karnelerimizi aldık hiç
    kırığımız
    yoktu.Sevinçle sarıldık birbirimize elimi tuttu.bunu kutlamak için bir
    cafeye gidip cola içerek kutlayacaktık.Okulun az ilerisinden geçen bir
    çakıl
    yol vardı.Her zaman toz duman içinde olurdu.çakıllarla kaplıydı.O yolun
    benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar rol
    oynayacağını
    bilsem hiç girer miydik o yola.Neler vermezdim o yolu yürümemek için.
    Eli
    yine elimdeydi,ansızın elini çekti,terlemişti yine eli.Sanırım dört
    adım
    atmıştım.Dönüp yine azarlayacaktım.Çünkü hem elimi bırakmış,hem de
    geride
    kalmıştı.Dönüp baktığımda Dünya başıma yıkıldı.Sanki gök kubbenin
    altında
    kaldım.yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu.ne yapacağımı bilemedim
    üzerine
    kapandım yüzüne yapışmış saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o
    görüntüyle karşılaştım.Başı kesilmiş bir tavuk gibi
    çırpınıyordu.Suratına
    bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım mavi
    gözlerinden biri akmıştı.Suratının yarısı yoktu.Hırlıyordu bana bir
    şeyler
    demek istiyor kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler
    demeye
    çalışıyordu.Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir
    taş
    suratına saplanmıştı.Ölürcesine bir aşkı,geleceğimizi kibrit
    büyüklüğünde
    bir taş parçasının bitireceğini bilemezdim.Donuk donuk hiç konuşamadan
    yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ellerini tuttum kaldırdım
    başını göğsüme dayadı ve elimi sıkı sıkı tuttu.Akan kan ellerimize
    damlıyordu.Yoldan geçen bir araba durmuş bizi seyrediyordu,hastaneye
    yetiştirelim dediğimde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti.Kimse
    arabaya
    almıyordu.çevreme bakıp yardım eden demekten,ona dönüp seni
    seviyorum,beni
    bırakma,dayan demekten başka bir şey yapamıyordum.iki dakikalık bir
    çırpınıştan sonra kucağımda öldü.Cennet olan Dünya 5 dakikada cehenneme
    döndü.Tam dokuz yıl oldu onu yitireli.
    Kendime olan güvenimi yitirdim.Artık kimseyi sevemem,kimsede beni
    sevemez
    korkusundan kurtaramıyorum kendimi.Bitkisel hayatta gibiyim.Tek elimde
    kalan
    bu net.bu net aracılığıyla sizinle paylaşmak istedim.Yitiren,ya da ben
    yitirenle paylaşmak isteyen herkese elleri terlese bile ellerimi
    bırakmamaları şartıyla elimi uzattım.Dost,kardeş,arkadaş ne olursanız
    olun
    ama elimi bırakmayın.Size sesleniyorum, elimi bırakmayın lütfen...

    Bu yazıyı okurken sizinde eliniz terlediyse o zaman bilin ki sizde sevdiniz….
    duygulandınız hatta ağladınız ama işte kader…
    http://www.canim.net/hikaye/2486-.html
    4 ...
  5. 2.
  6. mine g. kırıkkanat'ın hikayelerden oluşan kitabı.

    "...sabah sersemi üstüne geçirdiği bornozun cebinde küçük, yumuşak bir şey buldu. el kadar, pembe, dantelli bir külot. bu kez içi cız etmedi, şaşırdı. çay yapmak üzere mutfağa girdiğinde, saydam sürahinin içinde bir yüzük, kendisini bekliyordu, 'beşinci yıl halkası...' diye anımsadı. buzdolabını açıp tereyağının çıkarırken, neredeyse küçük dilini yutacaktı. peynirlerin ve yoğurtların arasında, tavşan tüyü pomponlu bir terlik duruyordu. telaşla öteki teki aramaya başladı adam. mutfaktaki tüm dolapları gözden geçirdi, bulamadı. köşe bucak evi aramaya başladı. artık anlamıştı. her delikte ona ait eşya çıkıyordu. koltuk yastığının altından gecelik, sigara kutusundan ruj, çin vazosundan diş fırçası... ter içinde kalmıştı. gönülsüz bir hazine avcısı gibi bulduğu ganimetleri masanın üstüne topladı. korku dolu bir önseziyle kitaplığa saldırdı. yanılmamıştı: rasgele çektiği kitabın ilk sayfasına; ss yazılmıştı. bir zamanlar paylaştıkları ortak dilde, 'seni seviyorum'un kısaltılmışı. ikinci kitap da benzeri mesaj taşıyordu. üçüncü ve dördüncü de...

    adam, duvarları boydan boya kaplayan binlerce kitaba baktı umutsuzlukla. evet, yatağını, kitaplarını ve yaşamını ister istemez, uzun bir süre başka bir kadınla paylaşamayacaktı.

    kendisi korkmasa, gelen korkardı ss'in yerine geçmeye"
    1 ...
  7. 4.
  8. Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için hızla yürürken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm.. Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım.. içinde üç dolar ve sararıp kat yerleri yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu…

    Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi, alıcı adresi yerinde bir posta kutusu numarası vardı. Bir ipucu bulabilmek belki biraz damerakımı giderebilmek için zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım. Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda, özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve “Sevgili Michael” diye başlıyordu.. Ve “Annesi yasakladığı için onu bir daha göremeyeceğini” anlatarak devam ediyor.. “Ama sakın unutma, seni daima seveceğim” diye bitiyor.. imza.. Hannah!..

    Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmez hemen telefon idaresini aradım. Görevli kişi, kendisine bildirdiğim adreste yaşayanların telefon numarasını vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat ısrarım karşısında: “Belki, size yardımcı olabilirim” dedi. “Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar Kabul ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin..” dedi. iki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi.. “Bağlıyorum efendim.” Telefonda, karşıdaki hanıma “Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını” sordum.

    “Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık” dedi. “Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?..” “Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip ederseniz, belki adres bulursunuz..” deyip bana huzurevinin adını verdi.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş..

    Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki ordan bilirlermiş.. “Bunların hepsi aptalca aslında” dedim kendi kendime.. içinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı..

    Bir kadın “Şimdi Hannah’nın kendisi bir huzurevinde” dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim.. Ses;

    “Evet, Hannah burda yaşıyor” dedi.. Saat ona geliyordu ama hemen yola çıktım, Hannah’yı görmek için.. Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama.. Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip..

    Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve “Genç adam” dedi, “Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi..” Derin bir nefes daha..

    “Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep..” Bir ufak sessizlik.. Bir derin nefes daha.. “Ve onu hep sevdim..”

    iki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden.. “Ve hiç evlenmedim.. Michael gibi birisini bulamadım ki..” Hannah’ya teşekkür edip odadan çıktım.

    Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız “Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size” dedi..” Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim” dedim.. Cüzdanı elimde sallayarak.. O sırada yanımda dikilip duran hademe bağırdı.. “Hey baksana.. Bu Bay Michael’ın cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten.. Üç kere ben buldum, koridorlarda.

    “Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında kitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi. Michael elini arka cebine attı, hızla.. Sonra sevinçle “Evet bu benim cüzdanım” dedi. “Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum.” “Hiçbirşey borçlu değilsiniz” dedim. “Ama özür dilerim. ipucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum.” “Mektubu mu okudun?” “Sadece okumakla kalmadım.

    Hannah’yı da buldum..” “Buldun mu? Nerde? iyi mi? Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen söyle..”

    “Çok iyi.. Hem de harika” dedim, yavaşça.. “Bana onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım.”

    Elime sımsıkı sarıldı.. “O benim tek aşkımdı.. Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim.. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti.” “Bay Goldstein” dedim.. “Gelin benimle..” Asansörle üçüncü kata indik.. Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu..

    Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu.. “Hannah”dedi.. “Bu bay’ı tanıyor musun?” Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden..”Michael” dedi, Michael, kapıda, kısık sesle..

    “Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?..” “Michael” diye yutkundu Hannah. “inanmıyorum..

    Bu sensin. Benim Michael’ım.” Michael Hannah’ya doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar.

    Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı..”Gördün mü, bak?” dedim “Yaşamda, yaşanması gereken herşey, er ya da geç, birgün kesinlikle yaşanacaktır.”

    “Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim?

    Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı..

    Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi…

    Aşklarını onsekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan 76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahında keşke siz de bulunsaydınız… Altmış yıl önce bittiği sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığı yerden nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız.
    1 ...
  9. 6.
  10. Biz insanlar.... Nankörler... Biz nankör insanlar... Hepimiz birer nankörüz. Aşk hikayelerini, ayrılıkları şarkılarda ve filmlerde konu olduğu zaman duygulanırız. Ancak çevremizden birinin başına gelse unut deriz sadece. Acılar, hüzünler sadece filmlere mi aittir? Oysa bilemeyiz o insanların ne kadar yıpranmış olduğunu. Sevmez insanlar dert dinlemeyi. Oysa ki o dertleri filmlerde izleseler duygulanacaklardır. Kitapta okusa o hikayeyi beğenecektir insanoğlu. Çevresinden birisi yaşadığında umursamaz bile. Nankördür insanoğlu. Nankörüz biz.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük