bi gün, bir gece daha doğrusu, kışın ayazında o'nun evinin önünde yattım, niye deme? aşıktım yattım işte.
nasıl kalkacağımı hiç mi hiç bilmiyordum tabi, gidip yatmaya karar verdiğimde..
olay..
geceyi dışarda geçirmek için bizimkilerden de izni koparmışım, ama izin vermelerinin mümkünü yok başta, hep yanımda janti kıyafetle dolaşan pantol gömlekli efendi arkadaşımı alet ettim, onda kalacağım dedim, bizimkiler de efendilik bulaşır belki deyerek izin verdiler..
elemana tembih ettim sonra.., aman ayıp olur yalan olur şakirt falan demesin diye hemen telefonu kapatmaya yelteğimde: sikmeden gelme sesini işitir gibi oldum ama umursamadan çıktım yola..
ulan bi kez olsun görür müyüm o'nu düşüncelerini tekrarlıyordum yolda..
gece tam karanlık değil, umrumda da değil yol çabuk bitsin diye hızlı hızlı hayal kuruyorum, gözüm yolda aklım onda.. adımlar parkeler sokaklar derken eve yaklaşıyorum..
tam bu esnada, ardımdaki çocuk gülüşmelerine takıldı kulağım, gözümü de çekti sonra, döndüm... iki çocuk, siyahlaşmışlar, zenci gibi değil ha, belki yağ parçacıkları belki de yardım bekledikleri insanların kalp karartıları.. bi inşaata girdiler,, durup izledim, hayali de aşkı da durdurdum o an kafamda, onlar hala gülüyorlar, inşaat bitene kadar rahatlar tabii, keyifleri gıcır yani..
gitsem mi dedim ardlarından,, bi an içerinin halini görmeye içerim dayanmaz diye düşündüm, vazgeçtim peşlerinden gitmekten, belki de onları görünce; onların benden benim de kendimden utanmamdan korktum, aklımla vicdanım arasına yine o girdi, yola devam dedim, şarkıya başladım beraber yürüdük biz bu yoll.. noluyo lan!
konuyu kömür gibi dağıtmayalım..
sonra o çocukların hali geldi gözüme, o ve onlar arasında savaş başladı sanki. bir secdicek geliyor bir yavrucaklar.. ulan geceyi ben de dışarda geçirecem diye düşündüm, utandım kendimden, empati kurdum.. onlar mecbur ki dışarda, bense kendimi mecbur etmekten başka yediği halt olmayan bi adam. adam değilim aslında!!
aşk acısı kafesine hapsolmuş, (yok yok beni hapsetti o kara gözlü kız demiyorum sana, kendim attım kendimi oraya) hayatı kaçırmaya tam da mikro kalmış kendimi düşündüm.. belki de yaşamak denen o şeyin oksijen alıp vermek olmadığının farkına varmalı diye ekledim düşünceme.. tam da kendini bi kızın gölgesine hapsetmiş zavallının karşısına ekledim hem de..
Yaşamayı, yok yok rahat yaşamayı dahi takmayan, hayatta zor görmemiş, çaresizlik görmemiş, açlık görmemiş, üşüme görmemiş, yani üşüme derken; gece üstünün açılması sonra da sanki senin değil de annenin içi üşürmüş gibi hemen koşup üstünü örtüp de biten üşüme değil bu üşüme.
Bu üşüme şöyle; sokakta kalmış, daha kötüsü sokaktan hiç 4 duvar arasına giremeyecek çocuğun: üstünde sadece yırtık bi elbiseyle, tabi üstündeki yırtık bez parçası elbise hükmünü alır mı bilmem ama, normalde burnunu silmeyeceğin o bezle dondurucu ayaza karşı koymaya çalışması, bu üşüme.. Bu üşüme o çocuğu gören ama elinden bişey gelmeyenlerin yüreklerindeki üşüme.. bu üşüme; o çocuğa tiksintiyle baktığımızda, vicdanın gözbebeklerindeki üşüme.. bu üşüme hayvanlaşan insanın üşümesi..
Bu üşüme daha çook anlatılır, yürekte hissedilir ama konuyu mıknatısla çekeyim toparlayım yine,
işte hayatında hayata dair hiç bi zoru görmemiş bünyem, kendi zorunu kendi yaratıyor, adını aşk acısı koyuyor, adeta hayata hoyratça şımarıklık savuruyor. aç kalmayarak susuz kalmayarak ve tabi üşümeyerek yaşadığı hayatta ne kadar şanslı olduğunu bilircesine, tıpkı zengin çocukları gibi şımarıklık ediyor ismini aşk acısı koyduğu serkeş duyguyla.
O yüzden hiç kendimi fasulyeden saymamam gerektiğini biliyorum. Aslında bir şeyin gerekliliğini bilenler genelde sadece bilmekle yetinirler.
Ama bu kez gerekli olanı yapmazsam, hayata sarılmazsam, aşk acısı kakafonisinden vazgeçip, gözümün görmesine kulağımın duymasına şükretmezsem, ağzımın ortasına okkalı yumruk şovlar yapmaya devam edecek hayat; biliyorum..
mis gibi ağızda dağılan yumruklar..
Kalbim zorlanmaya devam edecek eğer durmazsam, biliyorum
Telafi edilir mi aşk..
Bütün gereklilikleri, olması gerekenleri bilsem de bunu bilmiyorum işte..
Ama eğer aşk acısı kafesinden çıkarsam, belki çiçekler vardır hayatın öbür ucunda, yaşanacak çok güzel duygular vardır, yemeğin salçasını baharatını tamı tamına koyan aşçının mutluluğunu da anlayabilirim belki o zaman..
şehrin tüm insanları sözleşmişcesine birlikte yürüdüğü, hani o en işlek merkezin kalabalık kaldırımları var ya, günde 3-4 km yürüyen biri olarak, o kaldırımlarda kim bilir kaç tane değnekle yürüyen insanın yanından geçiyorumdur hızlı hızlı, onların yavaş yürümesine homurdanarak..
eğer aşk acısı kafesinden çıkarsam; değnekle yürüyenlerin gözündeki hızlı yürüme sevdasını görürüm belki, ve her gün yürüdüğüm 3-4 km yolu zevk alarak yürürüm belki, sanki o;nun elini tutarak yürümek gibidir belki..
belki.. belki öyledir, belki değildir, ama aşk acısı kafesine hapsolmaktan iyidir dimi..