yaklaşık bir aydır mutfak penceremden gördüğüm işçilerin işi gerçekten çok ağır. sabahın yedisinde geliyorlar, akşam sekize kadar kaldırım, park taşı döşüyorlar. arada bir böyle fiyakalı bir iki adam gelip başlarında bekliyor. galiba mühendis veya sorumlu firma yetkilileri. onlar köle gibi çalışırken başlarında beklemeleri sinirlerimi bozuyor. ama napcan kader işte. o işçileri seyrederken ailelerini, çoluk çocuğunu, eşini düşündüm. acaba karısı onun halinden anlıyor mudur, akşam eve gidince onun emeğine, yorgunluğuna saygı duyuyor mudur diye kendi kendime sordum. erkekler bütün güzellikleri hakkediyor bence. *
ağır bir işte çalışmakla ne kadar güçlü olduğunun ölçüsünü ağırlığımıza borçluyuzdur. her insanın ağır bir işi vardır kendine göre. genel de aile bireylerinin büyükleri bu işlerin altındadır. fakat devlet işlerine girmek en zorlarından biridir. bir hakim olmak, bir avukat olmak en şerefli görev ve iş iken hatta en ağırı iken, bu mesleği en berbat şekle getiren insanlardan biriyizi biz.
hayatımda gördüğüm en ağır iş reklam ajansının müşterisinin kıçını yalaması gereken, her lafı hatta küfrünü sineye çeken kreatif direktörünün yaptığı iştir. para için 3 kuruşluk insanların ağız kokusu çekilmemelidir.
diğer yandan inşaat,vs işinde çalışanlar kondisyon ve uzmanlıklarına göre hakettikleri parayı kazanıyorlarsa, işleri sandığınız kadar ağır değildir.
yaşam derdidir. geceleri çöpleri toplayan insanlara attığı çöpten daha çok iğrenerek bakan insanları görünce çileden çıktığım doğrudur. twitter'da "hayata gülümse çöpçü abi seni seviyoruz" yazısını görünce umudumu yenileyen insanlar olduğunu hatırlatır. saygıyı en çok hak eden insanlardır.
ağırlığı somut olarak değil de soyut bir kavram olarak ele aldığımda benim için de geçerli bir durum aslında. yetişir mi yetişmez mi, yarına kalır mı kalmaz mı kaygısı, ömür törpüsü. geçmiyor zaman, geçmiyor günler. bu ağırlık ve bu baskı bazı bazı öldürecek, sonum olacak. inanıyorum.