yunan yönetmen theo angelopoulos'ın mükemmel ötesi filmidir. bu kadar geç izlememden kaynaklı utanç hissediyorum.
--spoiler--
yönetmenliğinin 35. yılında theo angelopoulosun bu 12. filmi, 20. yüzyılın başlarında göç etmek zorunda kalan yunanlara adanmış.
başrolünde ağulu bir müzik olan bu ağıt bolşevik devrimi sonrası odessadan sürülen rumların, ağaları önde, selanik yakınlarında olduğu düşünülen bir çayıra gelmeleriyle başlar. filmin bu ilk sahnesi aynı zamanda angelopoulosun kullanacağı göstergeleri tanıttığı bir sekanstır.
odessadan gelen grubun ağası ve onun ailesi filmin başkahramanları, angelopoulosun kendi babasının adını verdiği spiro ağa, odessadan gelirken yanında bir de küçük eleni getirir. ilk sahneden son sahneye kadar erkeklerin yarattığı tüm acılar bu kadının etrafında geçecek biçimde anlatılır.
filmin başrolünde müzik olması, spironun oğlunun bir müzisyen olması, akordeon çalması, angelopoulos'un filminin karakteristik özellikleri arasında sayılabilir. fonda yunan tarihi kan ve gözyaşlarıyla yazılırken, nikonun çabalarıyla kurulan bir orkestranın yaptığı müzik duyulur sürekli olarak. türk ezgileri, rum ezgilerine karışır. coşkulu dans müzikleri çalarken dahi, bir hüzün ve ağlama isteği hissedilir.
su, bayraklar, siyah bayraklar, beyaz bayraklar, beyaz çarşaflar, kayıklar angelopoulos'un film boyunca kullandığı imgelerdir.
yunanlar yaşadıkları savaşlar nedeniyle sürekli hareket etmek zorunda kaldılar. filmde görülen harekete hazır gemi, sal ve kayıklar, bu zorunlu hareketliliği simgeler.
beyaz bayraklar, barışa duyulan özlemi ya da saplantıyı gösterirken, film boyunca tüm beyaz bayraklar ya devamlı kanla kirlenir ya da barış çağrısı yapmak yerine ülkenin kendi çocuklarını içinde saklayan bir paravan olarak kullanılır. çocuklar saklanırlarken bile müzik yapmaya, adeta düşünmeden otomatik olarak çalmaya devam ederler.
siyah bayraklar ise filmde eksikliği hiç hissedilmeyen ölümün göstergesidir. insanlar filmde pek sık öldürülürler. herkes ölmeye ya da öldürmeye adaydır. yunan insanının duymaya zorlandığı suçluluk duygusu. insanların devamlı yanlış yaptıklarını düşünmesi. beraberlikleri onaylanmayan çifte gözdağı vermek için koyunların bacaklarından koca bir ağaca asılmaları biçiminde gerçekleştirilen katliam, doğrudan kim olduğu bilinen çayır insanları tarafından gerçekleştirilen tek katliamdır. bunun dışındaki tüm tehditler ve katliamlar hep dışardan yönlendirilir.
i̇kinci dünya savaşı ellerini filmdeki aileye her iki cepheden birden uzatır. hem pasifik'ten, hem de avrupa' dan. i̇ç savaş da, dışardaki savaştan kurtulabilmiş olanları kavurur ve yok eder. mitolojik bir göndermeyle, ikiz kardeşler bile büyüyünce karşı cephelerde vuruşarak birbirlerini öldürürler.
film bir kadının, eleninin etrafında dönse ve ilk sahneden son sahneye kadar hep eleni görülse de, o bu filmde sadece bir figüran gibidir ve başrolde aslında erkekler vardır. her türlü kötülüğü yapan, tüm savaşları başlatan, işkenceye başvuran, kovan, sahiplenen, bir ulusun tarihini ateş ve barutla şekillendiren erkeklerdir. filmdeki orkestranın bile tüm elemanları erkektir. eleniye kalansa bol bol gözyaşıdır.
Müziğiyle bir bütün olmuş filmdir. Çok çarpıcı sahneleri vardır, ne yazık ki bokun püsürün içinde underrated kalmıştır.
"Dün gece rüyamda, birlikte yola çıkıyorduk…
Nehrin kaynağını bulmak üzere.
Yaşlı bir adam kılavuzluk yapıyordu.
Biz yürüdükçe nehir küçülüyor…
Ve binlerce küçük dereye bölünüyordu…
Birdenbire, yukarıda, karla kaplı tepelerin altında…
Yaşlı adam, güneşsiz ve nemli bir yerdeki
Yabani ot kaplı bir toprak parçasını gösterdi.
Her bir ot yaprağı zaman zaman yumuşak toprağa düşen…
Küçük çiğ damlaları tutuyordu.
Bu çayır dedi yaşlı adam, nehrin kaynağıdır.
Sen uzandın ve nemli çimlere dokundun…
Elini kaldırdığında, bir kaç damla aşağı yuvarlandı…
Ve toprağa gözyaşı gibi düştüler…"
Toplumsal bir şiirin sinemasal anlatımı olarak gördüğüm angelepoulos filmi. Çocukluk aşklarının sebepsiz savaşlara kurban gittiği..
Oldukça geniş bir perspektifte Sessiz, sade, minimalist bir yaklaşımla anlatılmış film. için eziliyor, yorulduğunu hissediyorsun. Yaşadığımız toprakların ortak kaderi bu; tarihte döngüsellik.. özgürlüğü arayan insanların kendini zamanda ve mekanda sınırlandırmak zorunda kalması.. yıkımlar, yok oluşlar, yalnızlıklar. Kardeşin kardeşe düşmanlığı, hiç bir yere sığamamazlık..
Uzun mu uzun bir film olduğunu eklemeden de geçemeyeceğim.