dün işten çıkıp eve giderken kalabalık bir çocuk parkında sarışın bir kadın dikkatimi çekti. yanında yaşça büyük başka bir kadınla beraber bir banka oturmuş ona bir şeyler söyleyerek ağlıyordu. 25 yaşlarındaydı bu ağlayan kadın. belli ki derdini anlatıyordu yanındaki teyzeye. anlatırken de içini çeke çeke ağlıyordu.
girdim ben de çocuk parkına, oturdum onu görebileceğim uzak bir banka ve yaktım közü ciğerimi yakan bir sigara.
tanrım, sarışın sevmesem de bu çok güzel bir kadındı ama.
ağlamaktan kızarmış gözleri 20 metre öteden belli oluyordu. küçük bir kız çocuğunun masumluğu vardı üzerinde.
babasından bir şey istedikleri zaman eteğinin yanından tutup sağa sola sallanan ve babişkom bana ne aldı diye şirinlik yapan o küçük kız çocuklarının masumluğu...
ağlıyordu ağlayan kadın. avucunun içiyle gözlerini silerek ağlıyordu.
belli ki canı feci yanıyordu. bazen susuyor, sonra içini çekerek ağlıyordu. dalıyordu uzaklara.
ama ağlıyordu işte kadın. belki bir ayrılık, belki bir ihanet gibi duruyordu. birinin ölümü değildi bu göz yaşları, ölüm yok gibiydi.
cıvıl cıvıl neşeli bir çocuk parkında, o masmavi bulutlar, sanki kapkara olmuş da onu boğuyor gibi ağlıyordu.
sonra 5-6 yaşlarında bir kız çocuğu geldi yanına. elini tuttu ağlayan kadının, kafasını hafifçe sağa doğru eğip gülümsedi kadına. belli ki kızıydı onun. güldü ağlayan kadın. annelik iç güdüsüyle karşılık verdi kızına. iki eliyle yüzünü sevip öptü sonra. tekrar güldü kızına. hadi git dedi oyna...
küçük kız koşarak gitti kaydıraklara ve ağlayan kadın başladı yine toprağa göz yaşı bırakmaya.
anladım...
ayrılık göz yaşlarıydı o topraktaki masum sıvı.
terk edilişinin isyanıydı. kendisi için değil kızı için ağlıyordu. elini kaldırıp kızını gösteriyordu teyzeye. onu göstererek ağlıyordu. anlatıyordu derdini, anlatırken o masumluğunda sanki bir nefret de var gibiydi. ağlıyordu.
küçük kız kaydıraktan bakınca sustu. kızına bakıp güldü yine.
sonra kalktı vedalaştı teyzeyle. aldı kızını gitti evine.
belki de yanıldım.
belki de o sorumsuz adam bekliyordu evde.
belki de asıl kara bulutlar o dört duvarın içinde.
içimi cız ettiren kadındır. ne olursa olsun, kim olursa olsun, haklı olsa da, haksız olsa da kadınların ağlamasına dayanamıyorum arkadaş içim parçalanıyor.
çünkü kadınlar ağlayınca dünya kararmaya başlıyor, bulutlar kaplıyor her tarafı. zannedersem dünya da ağlıyor... *
ilginç bir biçimde çoğu erkekte tüm sertliği, kararlılığı alan kadının dışa vurduğu ruh hali, hani salya sümük, çığlık ata ata, numaradan değil içten geleninden bahsediyorum.
Ağlayan kadın, iç parçalar, beraber ağlatır, aşık eder belki de. Ya da saygı duyulur, hayat anlamsızlaşır iki elin kanda olsa yardım edesin gelir.
gözyaşlarını içine akıtır. acılarını içinde taşır. taşınmaz hale geldiğinde o acilar kendini sokaklara vurur. özellikle de yağmurlu havalarda vurur ki, gözyaşlarının süzülüşü görünmesin, yağan yağmurla birlikte kaybolup gitsin diye. bir insan yirmi dört saat ağlayabilir mi? evet ağlayabilir, kalbiyle, beyniyle, ciğerleriyle, en son gırtlağına düğümlenen hıçkırıklarla ağlar. en son hıçkırık, ağlamanın en basit şeklidir. siz hiç kalbinizle, beyninizle, ciğerleriniz yanarak; aylarca, ağlamanın ne olduğunu tecrübe ettiniz mi? ve hala bunu engelleyememenin acısını bilir misiniz? siz sırf sadece aşık olduğunuz için bir ömür boyu mahkum edildiniz mi? siz hiç kendinizi ifade edebilmek için adım adım boşanmaya razı edildiniz mi? siz hiç gözünüzün önünde kendi katledilişinizi seyretmek zorunda kaldınız mı? sizin eşiniz elinizden bir yıldız gibi kaydı mı hiç, ve siz sonunu gördüğünüz halde bir şey yapamamanın verdiği çaresizliği, beyninizde, yüreğinizde yaşadınız mı? ağlayan kadın budur işte. ya da başka bir deyişle ağlatılan ve hala aşık olan salakça.