başımıza gelen hüzünle karışık ağlatan olaylardır. bu durumla ilgili olarak en son ne zaman ağladığımı hatırlıyorum;
askere giderken bilet almak için otobüs terminaline gitmiştim. kimse yoktu yanımda yalnızdım. yakınlarımdan bunu bilhassa rica etmiştim, beni uğurlamaya kimse gelmesin diye. neyse biletimi aldım, baktim ki otobüsün kalkmasına 20 dakika var. memleketimde son bir çay içmek için cafeye doğru yöneldiğimde yolun kenarında yıllardır görmediğim ilkokul arkadaşım murat'ı gördüm. ayakkabı boyacılığı yapıyordu.
bu murat arkadaşım ilkokulda iken sınıfın en başarılı öğrencisiydi. her sınavda tulum çıkarırdı zehir gibiydi. müthiş zeki idi. sınıfta en popüler kişiydi haliyle. onu o halde görünce şaşırdım tabi. bu kadar başarılı bir öğrenci olan murat arkadaşım nasıl ayakkabı boyar dedim kendimce. ''abi parlatalım mı?'' dedi bana.
- murat beni tanımadın mı kardeşim? ben ilkokul arkadaşın .....!
- vay kardeşim, nasılsın iyimisin. özlemişim seni gel bir iki laf edelim.
- çok iyi olurdu ama zamanım yok kardeşim, 15 dakika sonra otobüsüm kalkacak.
- hayrola yolculuk ne tarafa?
- askere gidiyorum kardeşim nasipse.
- hayırlı teskereler kardeşim. sağ sağlim dönersin inşallah.
- inşallah kardeşim.
konuşulması gereken ayaküstü muhabbetten sonra, sormaya çekindiğim, hatta anlamadığım şekilde utandığım soruyu yönelttim;
- murat yanlış anlamazsan bişey sorucam sana kardeşim?
- tabi, buyur sor .......?
- kardeşim sen bizim sınıfın hatta okulun en başarılı öğrencisiydin, kusura bakma ama bu ayakkabı boyacılığı da nerden çıktı? yanlış anlama bunu küçük bir şey olarak görmüyorum ama seni ben daha farklı yerlerde düşünüyordum kardeşim. bana imkansız gibi geliyo ama puanı falan mı tutturamadın yoksa öss'de?
hüzünlendi bu. kendimi daha kötü hissetmeme neden olan bir hale büründü. boynunu büktü, oturduğu yerde sanki küçüldü gitti boynunu bükünce. sonra bir iç çekti, başını kaldırdı, yüzüne kederli bir tebessüm takındı ve dedi ki:
- ne puanı ......, ben liseye bile gidemedim kardeşim!
- neden???
- işte nedeni bu!!!
dizlerinin üzerindeki örtüyü kaldırdı. birde ne göreyim iki bacağı birden yok. o öyle bir şok hali ki. ilkokulda iken tenefüste top oynadığımız arkadaşımın bacakları yoktu! o yaşıma kadar o hissi hiç yaşamamıştım. kelimelerle ifade etmek çok güç. boğazım düğümlendi yutkunamadım bile. o an hiçbirşey demeden arkama bakmadan kaçmak istedim. yüzüne bile bakamadım arkadaşımın. gözlerimi kaçırarak kısık bir sesle;
- nasıl oldu?
- çok büyük bir motor kazası geçirdim. kamyonun altında kalmış bacaklarım. hastanede gözlerimi açınca bacaklarımı kestiklerini gördüm. maddi durumumuzu biliyosun kardeşim. anadan yok babadan yok, annem yaşlı bir kadın zaten. babamda hasta. birde benden küçük beş kardeşim var. velhasıl bu halde bile çalışmam gerekti.kaderimiz böyleymiş ne yapalım kardeşim okuyamadık. şimdi zamanın yok, daha sonra uzun uzun konuşuruz bunları. hadi sen otobüsünü kaçırma.
onu doğru düzdün teselli edecek konuşmayı bile yapamadım. teselli edilecek hali yoktu zaten olan olmuş. o mahal'den bir an önce uzaklaşmak için, saatime bakar gibi yapıp;
- kardeşim otobüsüm kalkmak üzere. inan çok üzüldüm ama sen güçlü bir insansın. bunu da atlatırsın. herşeye göğüs gerersin. bir kardeşinde benim unutma. hadi allah'a (a.c.) emanetsin kardeşim.
oradan uzaklaşırken arkama dönüp bakamadım. o tabloyu bir daha görmek istemedim. çünkü bu tür şeyler ileriden bakınca daha acı görünüyor. otobüsteki yerimi bulana kadar kendimi zor tuttum. yerime oturduktan sonra yaslanmak için yanımda getirdiğim yastığa yüzümü gömerek sessis sessiz ağladım. etrafımdaki yolcular ''sayılı gün geçer üzülme asker'' diye teselli ettiler beni. gözyaşlarımın asıl sebebini söylemedim gerek te yoktu. kafamda milyon tane düşünceyle askere uğurladım kendimi. ama askerliğim boyunca o günkü kadar zor bir gün daha geçirmedim.
bir keresinde hoşlandığım çocuk beni bir parkta kaldırımın kenarında otururken görmüştü. saat tam 11:56 pm'di, çok net hatırlarım saatleri.
dizlerimi karnıma çekmiştim. kitaplarım tam yanımda üst üste duruyordu. en üstte de jane austen'ın bir romanı vardı. emma'ydı sanırım. çok özenmiştim, saçlarımı yeni kestirmiştim. yanıma gelip "why do you look so sad?" demişti. i wanna sleep in your arms diye geçmişti içimden harfi harfine. diyemedim. bir şey yok dedim.
mavisi havadan bile soğuk bakışlarıyla yanıma oturup bir sigara içti. yıldızlardan söz etti biraz. yıldızların gözlerinde olduğunu söyleyemedim. söylesem bile anlamazdı. Anlamadığı bir şey vardı, anlamadığı çok şey olduğu gibi.
eve gittiğimde saatlerce dayak yemiş gibi bitkin hissediyordum.
sevdiğiniz insan tarafından istenmediğinizi öğrenmeniz durumudur. ağlatır... her gün ağlarsınız dışınızdan içinizden her şekilde. çünkü öğrendiğiniz anda bilirsiniz ki yaşanılan ve yaşanılacak olan her şey yalandır.
annenizin başta olmak üzere aile fertlerinin başına kötü bir şey gelmeleri veya ölmeleri gibi durumlarda içine düşülebilecek insansı hal, tavır ve tutumlar durumudur. "o kız bana şöyle yaptı", "o çocuk beni aldattı", "o bana verdiğim değeri vermedi" gibi saçma salak ve ergenvari durumlardan dolayı ağlayan, zırlayan insanların ağzına vurasım geliyor sayın sözlük.
uzun zamandır o kadar itilmiş, sevgisiz kalmış, olmayan aşk kırıntılarıyla doymaya çalışmışsınızdır... karşınıza "o" çıkar...
hayatta hiç birşeye inanmayan siz, şükretmeye, inanmaya başlarsınız. gözlerine baktığınızda hiçbir soru işareti olmaz. ilk defa korkmak istemezsiniz, düşünmek istemezsiniz. onunla herşeyi yapabileceğinizi, gidelim dese gideceğinizi görür ve inanamazsınız kalbinizin bu denli açık olduğuna.
herşey berraktır mutlusunuzdur...
işte o zaman oturup ağlarsınız hayatınızda ilk defa aşktan...