burda yaşadıklarımız ve gördüklerimizden öğrendiğimiz bir şey var ki o da aziz nesin in ufak ama önemli bir rakamsal hata yaptığıdır.Şöyledir ki yüzde altmış azdır efendim artık bu sayı yüzde seksenbeşlere çıkmıştır.kendisini rahmetle anıyoruz.
Diyelim ıslık çalacaksın ıslık
Sen ıslık çalınca
Ne ıslık çalıyor diye şaşacak herkes
Kimse çalmamalı senin gibi güzel
Örnegin kıyıya çarpan dalgaları sayacaksın
Senden önce kimse saymamış olmalı
Senin saydığın gibi doğru ve güzel
Hem dalgaları hem saymasını severek
De ki sinek avlıyorsun sinek
En usta sinek avcısı olmalısın
Dünya sinek avcıları örgütünde yerin başta
Örgüt yoksa seninle başlamalı
Diyelim zindana düştün bir ip al
Görmediğin yıldızları diz ipe bir bir
Sonra yıldızlardan kolyeyi
Düşlemindeki sevgilinin boynuna geçir
Say ki hiçbir işin yok da düşünüyorsun
Düşün düşünebildiğince üç boyutlu
Amma da düşünüyor diye şaşsın dünya
Sanki senden önce düşünen hiç olmamış
Dalga mı geçiyor düşler mi kuruyorsun
Öyle sonsuz sınırsız düşler kur ki çocuğum
Düşlerini somsomut görüp şaşsınlar
Böyle dalgacı daha dünyaya gelmedi desinler
Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum
Derlerse ki bu işler bişeye yaramaz
De ki bütün işe yarayanlar
işe yaramaz sanılanlardan çıkar
Aziz Nesin
Bu yazıyı 1972 yılında, noter senedinin düzenlenmesi, mahkeme tescil kararının alınması ve Resmî Gazete'de ilanının yayınlanmasıyla birlikte Nesin Vakfı'nı yasal olarak kurduğum zaman yazmalıydım. Olmadı. 1974 yılında Nesin Vakfı'nın yapılarını kurmaya başladığım zaman da yazabilirdim. Yazamadım. Hiç değilse Nesin Vakfı'na ilk çocuğu aldığım 1980 yılında olsun yazmam gerekirdi. Yapamadım.
On beş yıldan beri bir türlü yazamadığım yazıdır bu.
Nesin Vakfı'nda kimsesiz ya da yoksul çocuklar barınacak, korunacak, devlet okullarında okutulup yetiştirilecek... Evet; ama amacım salt bu mu? Hiç kuşkusuz, bu amaç bile önemsiz sayılamaz; ama bence eksik sayılır. Kimsesiz ya da yoksul bir çocuğu koruyup büyütüp okutup, devlet okullarından ve üniversitelerinden ellerine birer diploma tutuşturarak yaşama salmak önemli bir iş olmakla birlikte, benim Nesin Vakfı'nı kurmaktaki amacım ve burda yapmak istediğim salt bu değildir. Nesin Vakfı'nın çocukları devletin okullarında okuduklarına göre, öğrenimlerini bu okullardan alıyorlar; ama eğitimlerini Nesin Vakfı'ndan alacaklardır ve bu eğitimin başka eğitim yöntemlerinden önemli ayrımları vardır. (Ayrıca, Türkiye'de eğitim yöntemi ya da yöntemleri olup olmadığı tartışılacak bir konudur.) Nesin Vakfı'ndaki çocuklarımın, kendi soyumdan gelen çocuklarımdan bence hiçbir ayırdı olmadığı için onlara Vakıf çocuklarım diyorum. Vakıf çocuklarıma nasıl bir eğitim vermek, onların nasıl insanlar olmasını istiyorum? Sanırım, sanırım değil, kesinlikle inanıyorum ki, bunu çok kişi merak ediyor. Biliyorum, bu meraklıların çoğu iyi niyetli, iyi düşünceli değil. Kendilerine pek aykırı, hatta karşıt gelen bir ideoloji doğrultusunda Nesin Vakfı'ndaki çocukları eğiteceğim, sananlar pek çok. Önce, Vakıf yapılarının bulunduğu Çatalca'dakilerin pek çoğu böyle sanıyor; bunu onların davranışlarından, tutumlarından anlıyorum. Bunlardan başka, kurulduğu on beş yıldan beri, görev olarak, teftiş amacıyla ya da merak güdüsüyle olsun bir kez bile bir görevlisini, müfettişini, memurunu Nesin Vakfı'na göndermemiş, Nesin Vakfı'nda ne alınıp satıldığıyla hiç ilgilenmemiş olan; ama buna karşılık sürekli sert yazılarıyla Vakfa harcadığım paralardan "katılma payı" adı altında yüzde beş para (yani haraç) isteyen ve bu paraları ödeyemediğimde beni mahkemelere veren Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün de böyle sandığı, davranışlarından açıkça belli. Nesin Vakfı'nın amacına benzer amaçla kurulmuş başka eğitim vakıflarım yönetmekte olanların da böyle sandıklarında kuşku yok; çünkü kendileri de korudukları çocukların ve gençlerin kendi çıkarları doğrultusunda yetişmelerine çalıştıklarına göre, beni de kendileri gibi sanmaları doğal. TV de kimi devlet yetkilisinin vakıflardan konuşurken ve vakıf kurumunu överken "Ama hainane maksatlarla kurulmuş olan vakıflar olduğunu da biliyoruz." gibilerden sözleri de gösteriyor ki, onlar da Nesin Vakfı'nın amacının, en hafif anlatımla, solcu yetiştirmek olduğunu sanıyorlar. (Elbet, hainane maksatlı vakıflar, holdinglerin, dinsel derneklerin ya da kuvvetlerin kurduğu vakıflar olamaz. Olsa olsa, Aziz Nesin'in bütün malım mülkünü, bütün varım yoğunu, bütün canım yaşamını adayarak kurduğu ve öteki bütün vakıflar gibi bağışlarla, yardımlarla değil, salt Aziz Nesin'in emeğiyle yaşayan Nesin Vakfa olabilir.)
"Vakıf yoluyla Türkiye'de sosyalizm kurulamaz!" diye beni eleştiren, solcuların akılsızları da beni öyle sanıyorlar. Dahası, benim vergi kaçırmak için bu vakfı kurduğumu yayarak, iç çirkinliklerini boşaltıp rahatlamaya çalışan sözde solcular da başka türlü düşünmüyorlar. Vakıf adı altında ondan bundan para toplayarak bu paralardan yararlanacağımı ve hiçbir zaman vakfı tamamlayıp vakfa çocuk almayacağım dedikodusunu yapanların da sanısı bu. (Bu yüzden başından beri Nesin Vakfı'na yardım kampanyası açmadım. Hiç kimseden bağış istemiyorum. Okurlarımın kendiliklerinden verdikleri bağışları geriye doğru bir eğri çizmekte olduğu görülür. Bu inceleme ve araştırmayı yapmak eğitbilimcilerin görevidir. Bu acı gerçeklerin en acısı da, değişen müfredat programlananda açıkça görüleceği üzere, Türk insaninin üreticilikten tüketiciliğe geçirilmeye çalışılması ve dış (yabancı) etkilerle tüketmen yetiştirilmek üzere insanımızın eğitilmesidir. Türk insaninin üretmen olmadan tüketmen olarak eğitilerek yetiştirilmesi, Türkiye'nin dışa bağımlılığım gösterir ve bu dıştaki parlak cilalı görünüşe karşın özde geriye doğru gidişin başlangıcıdır.
Şimdilik sayıları yirmi beş olan (ilerde seksen olacak) vakıf çocuklarımın üretmen olarak yetişmeleri için eğitilmelerine çalışıyorum. Üretmek deyince anladığımız çok geneldir: tarımsal, hayvansal, endüstriyel, el zanaatıyla ve doğal kaynaklardan elde edilen bütün maddî ürünleri üretmek, hizmet üretmek, düşün üretmek, sanat yapıtı üretmek; özetleyin üretilebilecek her şeyi üretmek.
Üretimin, insanın yeteneğine, bilgisine ve çalışmasına göre üç aşaması vardır: Yapıcılık, kuruculuk, yaratıcılık. Yaratıcılık, doğuştan genetik yetenekleri, üstün zekayı gerektirebilir; ama normal sayılan, sakatlar ve uyumsuzlar da özel eğitilerek, her insan yapıcı ve kurucu olarak üretmen yetiştirilebilir.
Vakıf çocuklarımın, yeteneklerine göre yapıcı, kurucu ve yaratıcı üretmenler olacak biçimde eğitilmelerini istiyorum.
Okuldaki öğretimle Nesin Vakfın’daki eğitimin çeliştiği bir gerçektir. Çünkü okullarda dersler yineleterek ve ezberletilerek öğretilir. Ezberletme yoluyla öğretim, üreticiliğe ve hele yaratıcılığa engeldir. Ezberletme yoluyla bilgilerin öğretildiği çocukların ve gençlerin üretici ve yaratıcı olarak yetiştirilmesi olanaksızdır. Ezberletilerek öğretilmiş insanlar, öğrendikleri bilgileri yinelerler, o bilgilerin öykünücüsü (taklitçisi) olurlar, ama yeni bilgiler üretemezler ve yaratıcı olamazlar; öğrendikleri bilginin bekçisi olurlar ama sahibi olamazlar. Edinilen bilginin sahibi olabilmek için, o bilgiyi kullanabilmek gerekir. Nesin Vakfı'nda eğitim, yaptırarak, uygulatarak, düşündürerek bilgi vermeye yönelik olduğundan, doğal olarak, okul öğretimiyle Nesin Vakfı eğitimi arasında kaçınılmaz bir çelişki vardır. Bu çelişkinin, çocuğun kişiliğinin gittikçe oluşmasıyla giderilebileceğini sanıyorum. Gelişmiş bir kişilikte, ezberletilerek öğretilmiş bilginin üreticiliği bütünleyeceği bile düşünülebilir.
Vakıf çocuklarımla, haftanın bir, kimileyin de iki günü toplanır, konuşuruz. Toplantılarımızda onlara sıksık yineleyerek söylediğim şudur:
"Benim söylediklerimi, büyük diye tanıdığınız başkalarının sözlerini de ille benimsemek zorunda değilsiniz. Sözlerimin yanlış bulduğunuz, herhangi nedenle benimseyemediğiniz yerleri varsa yada tümüne karşıysanız açıkça söyleyin, tartışalım. Salt benim değil, hiç kimsenin sözünü olduğu gibi benimsemek zorunda değilsiniz. Kim olursa olsun, ne kerte büyük sayılırsa sayılsın, herkesin sözünü, davranışını, tutumunu, yazısını, gerekli bulduğunuzda eleştirmelisiniz. Salt insanları değil, gelenekleri, tabuları, yasaları, görenekleri, verilmiş yargıları, her şeyi eleştirmelisiniz. Eleştirmek, her zaman haklı olduğunuz anlamına gelmez. Ama bir şeyin, eleştirdikten sonra benimserseniz, neyi, niçin kabul etmiş olduğunuzu bilirsiniz. Eleştirinin amacı eleştiri değil, doğruyu bulmaktır. Eleştiri olsun diye eleştirmek, yani her zaman, her yerde, her ne olursa olsun ille de eleştirmek alışkanlığı, bilgiçlik taslama biçimine gelebilir. Bunu önlemek için de, özeleştiri ve özdenetim gereklidir." Vakıf çocuklarıma, eleştirmeden benimsedikleri bir şeyin (düşüncenin, yargının vb.) gerçek sahibi olamayacaklarını anlatmaya çalışıyorum.
Nesin Vakfı'nda ceza yoktur. Nesin Vakfı çocukları hiçbir durumda cezalandırılmazlar. Örneğin, sınıfta kaldı ya da çok kötü bir davranışta bulundu diye çocuk vakıftan atılmaz. Nasıl kendi soyumuzdan gelen çocukları, kötü çok kötü şeyler yaptı diye evimizden atamazsak, Vakıf çocuklarım da, her ne yaparlarsa yapsınlar, v akıftan atılmayacaklardır. Örneğin sınıfta kalan ya da bütünlemeye kalan Vakıf çocuklarımı hiçbir biçimde cezalandırmadığım gibi, onları avutuyorum. Üzülmemelerini söylüyorum. Başarısızlıklarının, gelecek başarıları için onları hızlandırması gerektiğini anlatıyorum. Bu yöntemin, cezalandırmaktan çok daha etkili olduğunu, başarısı için çocuğa itici güç verdiğini deneyimlerimde gördüm.
Ceza vererek çocuğu eğitme yönteminin yanlışlığını kendi yaşam deneyimlerimizden de biliriz. Biliyoruz ki insan, en değişken varlıktır. Diyelim 10-13 yaş arası çok hırçın, tembel, atak saldırgan olan bir çocuğun, on beş yaşından sonra değişerek, çalışkan, uslu, başarılı olduğu çok görülmüştür. Belki biz de böylelerinden biriyiz. Hangi alanda olursa olsun bütün başarılı insanların yaşamlarında başarısızlık ve başarı zikzakları görülmektedir. Çocuğun okulda hiç başarı kazanmaması da olasıdır. Böyle çocuklar, yaşamın kılgısal işlerinde başarılı olabilirler.
Nesin Vakfı'ndan çocuklar atılmaz; çocuklara ceza olarak bilinen hiçbir işlem yapılmaz. Çocuklar döğülmez.
Altı yıldan beri Nesin Vakfı'nda çocuklar var. Bu cezalandırmama ilkesini hep uygulayabildim mi? Hayır. Suçumu söylemeliyim: Kendi ilkemi bozarak altı yılda iki kez çocukları dövdüm. Bunu yaptığım için de hem utanıyorum, hem kendimi suçluyorum, hem de dayak attığım çocuklardan daha çok maddî ve manevî acı çektiğimi biliyorum. (Dayak attıktan sonra, türlü yürek, tansiyon, ve dinginleştirici ilaçlar alarak zor kendime gelebildim.) Bana sakın "Çocuklar dayağı hakketmişler miydi?" diye sormayın. Her ne olursa olsun hiçbir zaman çocuk (elbet büyükler de) dayağı hakketmiş olmazlar. Bundan sonra bu suçu hiç işlemeyeceğim. Benden sonra da Vakıf çocuklarımın hiçbir biçimde cezalandırılmalarını istemiyorum. Çocuklarımın onurlarını kırmamak için onları neden dövdüğümü açıklamayacağım, ama niçin dövmek zorunda kaldığımı anlatmalıyım. Çocuk hiçbir zaman ? olamayacağı için cezalandırılmaz. Çocuk suç işlese de suçlu değildir. Çünkü onun suç işlemesinin nedeni, önceden iyi eğitilmemiş olmasıdır. Öyleyse suçlu olan çocuk değil, çocuğu eğitmek görevi olup da eğitmemiş olanlardır. Çocuğu eğitmesi gereken insanın, suç işledi diye çocuğu cezalandırmak amacıyla dövmesi, çocuğun kişiliğinde asıl suçlu olan kendisini dövmesi demektir. Çocuğu eğitmek için dövmek, önceden çocuğu eğitmemiş olmanın cezasını çocuğa yüklemek oluyor. Bilindiği üzere, çocuğun eğitimi doğduğu, hatta ana rahmine düştüğü andan başlıyor. Vakıf çocuklarım Nesin Vakfı'na çok küçük yaşlarda gelmiş olsalardı, elbet onları eğitecektik ve suç sayılan şeyleri yapmayacaklardı. Ama doğduğum çocuklar Vakfa on dört-on beş yaşlarında, kişilikleri oluşmuş olarak gelmişlerdi. Ben altı yılda iki kez bu çocukları döğerken, gerçekte onların geçmişteki yanlış eğitimlerinin yada eğitimsizliklerinin cezalarını bu çocuklara yüklemiş oluyordum; bir anlama dayak yoluyla bir eğitim ameliyatı yapmak zorunda kalmıştım. Bütün bu gerekçeler, çocuklara dayak atmakta haklı olduğumu kanıtlamaz elbette.
Nesin Vakfı'nda ceza olmadığı gibi, maddî ödül de yoktur.Çocuk hangi başarıyı gösterirse göstersin, karşılığında maddî ödül alamaz. Çünkü, her basarı onun görevidir. Bunun karşılığında beni ve arkadaşlarını sevindirmiş, mutlu etmiş olur; kendisini kutlarım. Basarı kazananlara maddî ödül verilirse, türlü nedenlerle başarı kazanamayanlar ödül alamayacağı için, dolaylı olarak cezalandırılmış olurlar. Bu ödül, çocuklar arasında kıskançlık, sevgisizlik, haset yaratır. Her çocuk üstün basarı gösteremez ve bu yüzden maddî ödülden yoksun kalması haksızlık olur. Başarı karşılığında verilen maddî ödülün bir kötülüğü de, ödülün özendiricilik nitemi yüzünden, çocukların salt ödül kazanmak için yarışa alıştırılmaları ve her başarılarından sonra, ödül bekleme gibi bir kötü alışkanlık edinmeleridir. Ayrıca, başarı kazanan çocuğa ödül olarak verilen şeye, basarı kazanamayan çocuklarında gereksinimleri vardır.
Yaşam, doğal olarak bir yarışma, hatta bir savaşımdır ve bunu değiştirmek de bizim elimizde değildir. Bu yüzden ödülün, yaşam savaşında insanda kazanma tutkusu ve özendiricilik yarattığı yansıtamaz. Vakıf çocuklarımın da, değişik yarışmalara katılıp ödüller kazanmalarını isterim. Örneğin, Vakıf çocuklarımın okullarından takdirname ve teşekkür belgeleri almaları beni sevindiriyor. Genel olarak ödüle karşı değilim. Ancak, bu ödül kazanmanın kendi aralarında, kendi evlerinde, yani Vakıfta olmasını uygun bulmuyorum. Onların babaları, dedeleri olarak, içlerinden başarılı olanları ödüllendirip, başarısızları ödülden yoksun bırakmak istemiyorum.
Bununla birlikte Nesin Vakfı çocukları bol bol armağan alırlar. Armağan, herhangi bir şeyin karşılığı olarak verilmez. Armağan vermek için, yılbaşı, bayram, ders yılı sonu, ders yılı başlaması, lise bitirme, yaş günleri gibi pek çok vesileler vardır ve bulunur. Armağanı bütün Vakıf çocuklarım alırlar ve hepsinin armağanları ayrı ayrıdır.
Her yıl Nesin Vakfı'nda çalışmak üzere Alman pedagoglar gelir. Bu yıl gelen pedagog Bayan Erica Ollerdissen-Belsen, Vakıftan ayrılacağı gün, Vakıf çocuklarıyla birlikte bir toplantı yaptık. Bayan Erica'ya, eğitim yöntemlerimizde gördüğü yanlışlarımızı söylemesini ve bizi eleştirmesini rica ettim. Bayan Erica iki eleştiri getirdi. Bunlardan biri, çocukları çalışmaları için izlence (program) yapmadığımız, bu yüzden hangi çocuğun hangi işi yapacağının ve kimin sorumlu olduğunun bilinmemesiydi. Oysa biz çocuklar için, günlük ve haftalık izlenceler yapıyorduk. Ancak çocuklardan kimisi, izlencelerdeki görevlerini yapmıyorlar yada yapamıyorlar ve bundan dolayı cezalandırılmadıkları için de, Bayan Erica izlencelerin yapılmadığını sanıyordu. Burada bizim yanlışımız, ceza vermediğimize göre, çocuklardan izlencedeki görevlerim yapmayanlara sorum duygusunu yeterince verememiş olmamızdı.
îkinci eleştirisi şuydu Bayan Erica'nin. Çocuklardan kimisi, mallarına, eşyalarına sahip olmuyor, mallarının değerini bilmiyorlardı. Örneğin oldukça yeni ayakkabısının ökçesine basarak bahçede dolaşan bir çocuk, ayakkabılarım geceleri, her teki aynı bir yerde olmak üzere dışarıda, yağmurda bırakıyordu. Ben bahçede bulduğum böyle bir çift ayakkabının sahibinin kim olduğunu bile araştırmamıştım. Örneğin ayakkabısını kötü kullanıp erken eskiten çocuklara da yeni ayakkabı alıyordum. Oysa bunlara yeni ayakkabı almayarak, mallarına sahip olmalarını öğretmemiz gerekirdi.
Pedagog Bayan Erica'nın dediğini yapamazdık. Çünkü bu, Nesin Vakfı’nda uygulamaya çalıştığımız eğitim ilkesine aykırı olurdu. Örneğin ayakkabısını kötü kullanıp erken eskitti diye yeni ayakkabı almamak, çocuğu dolaylı olarak cezalandırmak ve arkadaşlarının yanında aşağılamak olurdu. Salt o çocuğu arkadaşlarının yanında utandırmamak için, bahçede bırakılmış ve ökçelerine basılmış ayakkabının sahibini araştırmamıştım.
Bizim eğitim yöntemimize göre, kötü kullandığı için ayakkabısını erken eskitene yeni ayakkabı almamak yerine, o çocuğa ayakkabısını nasıl kullanması gerektiğini, bizim aylık harcamalarımızı, gelir ve giderlerimizi, çektiğimiz sıkıntıları anlatıp öğretmemiz gerekiyordu. Biz bu görevlerimizi tam olarak yerine getirememiştik ki, çocuk da Vakfa gelmeden önceki eski alışkanlığıyla ayakkabılarının ökçelerine basarak ayakkabılarını giymiş, her teki bir yanda bahçeye atıp bırakmıştı.
12 Eylül 1980'den sonra, anarşinin sorumluları ve suçluları olarak 17-20 yaş arasındaki çocuklarımızı asan bir ülkede, cezasız eğitimin yararını anlatmanın zorluğunu, hatta olanaksızlığını biliyorum. Ancak şuncasını söylemeliyim ki: Asıl suçluların çocuklar olmayıp, onları yanlış eğitmiş ve onlara yanlış örnek olmuş bulunan büyükler olduğu gerçeğinden kalkarak, bugüne dek çocuklarımız cezasız eğitilmiş olsalardı, 1980'den önceleri çocukları ve gençleri suça iteleyen, kışkırtan, özendiren ve onların suç işlemelerini önlemek görevleriyken bu görevlerin yerine tam getirmeyen sorumlular, görevliler, yetkililer, politikacılar yurt içinde ve dışında dolaşırlar ve hala Türkiye'nin politikasını yönlendirmeye çalışırlarken, 17-20 yaş arası çocuklar ve gençler suçlu diye asılmazlardı.
Vakıf çocuklarınım, benden sonra da cezasız yetiştirilmelerini diliyorum.
4. Nesin Vakfı'nda yasak yoktur.
Nesin Vakfı'nda çocuklara hiçbir şey yasak değildir. Çünkü yasaklama, bir eğitim yöntemi olamaz. Yasaklama, ancak yasağın sürdüğü, o yasak baskısını yapanın varolduğu sürece geçerlidir. Yasağı koyan gücün bulunmadığı yada zayıfladığı zamanlarda yasak kalmaz. Eğitimde önemli olan, yasak koymadan, yasak konulacak şeyi çocuğun eğitilerek kendiliğinden yapması yada yapmamasıdır. Çocuk, neyin, nasıl, ne zaman yapılıp yapılmayacağına kendiliğinden karar verebilecek biçimde eğitilmelidir. Konulan yasak, kime, kimin ölçütlerine, değer yargılarına göre yasaktır? Yasakları kimler, kimlerin çıkarları için koymuştur? Kimi koşullarda yasaklara uymak olumsuzluk, yasakları çiğnemek de olumluluk olabilir. Çocuk, yasak konusunda da eleştiri getirerek bunları düşünebilmelidir.
Uygulamadaki örneklerimizle Nesin Vakfı'ndaki yasaksızlığı nasıl sağladığımızı anlatmaya çalışayım.
Nesin Vakfı'nın ortaokul ve lise öğrencisi olan kız ve erkek çocukları, dersleri çok olup da (örneğin sınav günleri gecesinde) geceleri geç saatlere dek çalışmak zorunda kaldıkları zaman, mutfağa girip kendilerine çay yapıyorlar. Aşçı, mutfağı dağıttıkları gerekçesiyle çocukların gece mutfağa girmelerini yasaklamamızı istedi. Yasağı gerekli görmedik. Bu kez de, mutfaktaki tüp gaz ocağını yanık bırakıp, çaydanlığı da yanan ocak üstünde unutup yatıyorlardı. Kendilerine böyle yapmalarının tehlikeleri ve zararları birçok kez anlatıldıysa da bu unutkanlıkları sürdü. iyi bir insan olan Vakıf yönetmeni önlem olmak üzere, çocukların girmemesi için geceleri mutfağın kapısını kilitlemeye başladı, yani mutfağa giriş yasağı koydu. Öğrendiğim zaman, bu yasağı kaldırttım. Çünkü mutfağa girişi kapıyı kilitleyerek yasaklamakla çocukların ocağı açık ve çaydanlığı da ocak üstünde bırakmalarını önlüyorduk ama, işi bittikten sonra ocağın söndürülmesi ve çaydanlığın yanan ocak üstünde unutulmaması gerektiği konusunda çocukları eğitmiş olmuyorduk. Bizim Nesin Vakfı'nda koyduğumuz bu yasağın kalktığı zamanlar yada böyle bir yasağın olmadığı yerlerde, çocuklar o yanlışı yine yapacaklardı. Vakıf çocuklarıma mutfağa girmelerinin kesinlikle yasak olmadığını, ama mutfağın dağıtılmasından aşçının haklı olarak sinirlendiğini, bu yüzden mutfağın darmadağın edilmemesini, ocağın açık bırakılmasının zararlarını ve tehlikelerini yineleye yineleye anlattık. Onlar da, Vakfa gelen yeni çocuklara anlatıyorlar. Şimdi bu iş yasaksız olarak yürümektedir.
Çocuklardan kimisi, geceleri kilere girip portakal, mandalina gibi yemişleri yiyor, orda var sanılan yemişler ertesi gün bulunamıyordu. Sorulduğunda, kimin yediğini de söylemiyorlardı. Vakıf yönetmeni baş edemeyince kilerin kapısını kilitlemek zorunda kalmıştı. Kilitle yasak koymanın bir umar olmadığını, kapı kilitlenince girip yemişleri alamasalar bile kilitsiz olan başka bir yerden başka şeyler alabileceklerini, önemli olan başka bir yerden başka şeyler alabileceklerini, önemli olan çocuklara, kapı açıkken bile kilere girerek oradan gizlice yemiş alıp yemelerinin Vakıf’ın öteki çocuklarının haklarını yemek olduğunun anlatılmasının, öğretilmesinin gerektiğini önce yönetmenimize anlattım. Şimdi kilerin kapısı açıktır. Kilerin bir anahtarı da çocuklardadır. Kilerimizden hiçbir şeyimiz de eksilmemektedir. Günün birinde kilerimizden herhangi bir şeyimiz eksilirse, biz kesinlikle biliriz ki, kilerden o şeyi çocuklarımızdan başka birisi almıştır.
Nesin Vakfı'nın bahçesindeki ağaçlarda yemişler olunca, hep birden toplanır ve birlikte yenilir yada soğuk hava deposunda saklanarak sonradan yine birlikte yenilir. Teker teker çocukların ağaçlardan yemiş koparmalarını, öteki Vakıf çocuklarının haklarım yemek olduğunu anlattım. Ağaçlardaki yemişler hepimizindir. Ancak yere düşmüş olanlar yenilebilir. Bunu küçük Vakıf çocuklarım bile, büyük çocuklardan öğrendi.
15 Ağustos 87 Cumartesi günü çalışma odamın penceresinden bakıyordum. Dört buçuk yaşındaki Hakkı'nın koşarak ağaçların arasına daldığını gördüm. Ne yapacak diye merakla izledim. Ağaçların arasından çıktı. Elindeki elmayı tulumbada yıkayıp yemeye başladı. Pencereyi açıp niçin ağaçtan elma kopardığını sordum. Hakkı'dan önce, onun az ötesindeki Elvan (on bir yaşında) sorumu yanıtladı:
- Ağaçtan koparmadı, yerden aldı, ben gördüm.
Dört buçuk yaşındaki Hakkı bile, kendi yasağını kendi koyarak Nesin Vakfı'nın yasaksızlık ilkesine uyabiliyor. Büyüyünce Hakkı, kimi yasakların saçmalığını anlayacaktır elbet.
Türkiye, belki de dünyanın yasakları en çok olan ülkesidir: "înşaata girmek yasaktır!", "Burada cigara içmek yasaktır.'","Yere tükürmek yasaktır.'", "Çöp ve izmarit atmak yasaktır.'", "Buraya işemek yasaktır!" (Yani, buradan başka yere işenebilir.) "Çimenlere basmak yasaktır!", "Çiçekleri koparmak yasaktır.'", "Pencereden sarkmak yasaktır!", "Köpek var, girmek yasaktır.'" Yasaktır, yasaktır, yasaktır... Yapılmaz, edilmez demezler. Yapılmaması rica olunur, demezler. Lütfen yapmayın, demezler.
Türkiye dünyada en çok yasakların bulunduğu ülkedir, ama aynı zamanda dünyada en çok yasakların çiğnendiği ülkedir de... Ne denli çok yasak konulursa, o denli de çok yasak çiğnenecek demektir. Nesin Vakfı'nda hiçbir yasağın konulmamasını ve uygulanmamasını diliyorum, ben varken de, yokken de...Nesin Vakfı'ndaki çocuklarıma uyguladığım ve benden sonra da uygulanmasını istediğim eğitim yöntemlerinden birkaçını yazabildim. Yazmam gereken daha başka eğitim ilkelerimizi de yine bir öykü havasında yazacağım.
Kendi soyumdan dört çocuğum ve altı torunum var. Burada sıraladığım eğitim yöntemlerini ve ilkelerini, soyumdan gelen çocuklarıma uygulayabildim mi? Hayır, uygulayamadım. Çünkü o zaman bunları bilmiyordum ki, daha öğrenmemiştim ki... Vakıf çocuklarım, soyumdan gelen çocuklarımdan çok daha iyi eğitmeye çalıştığım kesindir. Neden böyle oldu? Çünkü, insan babalık zanaatını öğrenmiş olduğu zaman artık baba olma gücünü yitiriyor; baba olma gücü varken de babalık zanaatını bilmiyor.
Kendisi çatlamadan
Toprağı çatlatamaz tohum
Asmışım sinirini mutsuzluğun
Ayrımsayamıyorum bile öyle mutsuzum
Acısını artık duyamıyorum
Ki kendim öyle bir acı olmuşum
Nasıl görmezse göz kendini
Kendimi arıyor bulamıyorum...
Ateist olarak ölen çok kaliteli bir yazar,türk halkının cahilliğine yaptığı dokundurmalarla (bkz: turk halkinin yuzde 60 i aptaldir)aydın insanların hislerine tercüman olmuş büyük ustadır.
Aziz Nesin (asıl adı Mehmet Nusret) (d. 20 Aralık 1915, Heybeliada, istanbul - ö. 5 Temmuz 1995, Alaçatı, Çeşme, izmir), mizah, kısa öykü, tiyatro ve şiir dallarında pek çok yapıtı bulunan Türk mizah yazarı.
fil hamdi, yepetaş, deliler boşandı, yeşil renkli namus gazı operası gibi muhteşem eserleri kaleme almış olan mizah yazarımızdır. best of niteliğindeki "sizin memlekette eşek yok mu" kitabı da mutlaka okunmalıdır.
hikayeleri hem güldürür hem de düşündürür. çok haklıdır yazma gereği duyduğu konularda, üstelik öyle bir üslupla yazar ki... kelimelerle anlatılamaz kısaca. ayrıca herkesin dini imanı, kendinedir. sırf bu yüzden böyle bi yazara çamur atılmamalıdır.
türk insanını çok iyi analiz edebilmiş gözlem yeteneği yüksek bir yazar. yazdığı mizah öyküleriyle yurt dışında ödüller almış kitaplarından gelen geliri kurduğu vakfa bırakmış yurtsever insan. yüzde 6o da yanılmamıştır. iyi bir gözlemci zaten bunu tespit edebilir de söylemeye cesaret edemez. ben bile yaşamımda yaptığım aptallıklarla kendimi yüzde 60 ın içine koyabiliyorsam. yüzde 60 ı kabul edemeyenler yaşamlarında hiç aptallık yapmamış zeki kişiler olduğunu düşünüyorlardır. her toplumun içinde akıllılar az aptallar çoktur. akıllılar aptalları kandırarak iktidar olabilirler. aziz nesin bunun farkına varabilmiş nadir türklerden biridir.
"bu yeryüzünde öyle meslekler vardır ki, o meslekten olanlar, o mesleği yapanlar, kendilerini tanıtacak kart bastıramazlar. bunlar kendilerini tanıtırken, yaptıkları işi söyleyemezler. örneğin orospuların, örneğin yankesicilerin, örneğin dolandırıcıların, örneğin genelev işletenlerin kartları yoktur ve bu işleri yaptıklarını söyleyemezler.
biliyoruz ki bu dünyada kapitalistler de var... ama niçin adında kapitalist olduğunu bildiren tek parti bile yok dünyada? yoktur, olamaz; çünkü kimi meslekleri yapanlar o meslekleri yaptıklarını açıklayamazlar, mesleklerini bildiren kart bastıramazlar. örneğin yukarıda saydıklarım gibi..."
diyerek kapitalizm havarilerine ayarlardan ayar beğendirmiş aydınlık insan. özlüyoruz haliyle...
insanların sevmek zorunda olmadıkları ama seve seve değilse de sike sike saygı duymak zorunda oldukları yazardır. harika bi adam, harika bi yazar, harika bi gözlemci.
güzel insan, özel yazardı. çocukken başlamıştı beni güldürmeye. (bkz: şimdiki çocuklar harika). çocukken bu çok sevdiğim adamın -bana okumayı sevdiren bu adamın- yıllar sonra çok büyük bir aydın, yüce gönüllü bir hümanist olduğunu öğrenince çok mutlu olmuştum. iyi ki vardı, hala da var. kitaplarıyla.
yıllarını kara mizaha vermiş birinin bu derece anlaşılamaması çok vahim. kara mizah diyorum duy beni. kara murat demiyorum. olmamış şeyleri olmuş göstermek dedin de aklıma cüney tarkan geldi. kartal tibetten pike yaptı bir kuzuya diyorum. kara mizah olmamışı olmuş göstermekten çok uzak bir kavramdır. bilakis - hele hele bu ülkede - hakikati biraz mizahla pişirip sunmaktır okuyucuya. yılların eleştirmeni gibi konuşuyorum farkında mısın ? la fontenden bahsetmiyoruz azizim aziz nesin diyoruz. nesin'in yazdıkları bu ülkenin gerçeklerinin zemzemle yıkanmış halidir desem benle duşa girer misin?
kendisini anlatan trt yapımı belgeselde nesin'e sorulan " nasıl yazarsınız ,şartlar nasıl olmalı yazdığınız ortamda?" sorusuna nesin: " sakız leblebim ve rakım olmadan yazamam" demişti. ironi ütü değildir demek istemişti yani. ok ?