ayşe arman

    258.
  1. gerçekten türkiye de mi yaşıyor sorusunu akla getiren saçma bir köşe yazarı.
    deniz sekiyle cezaevinde yaptığı röportajda oturup karşılıklı ağlamışmış.yahu arman açlıktan bir ekmek çaldı diye yıllarca hapis yatan çocukların olduğu bir ülkede yaşıyoruz, iki kuruş para görünce kendini şaşıran torbacımı, keşmi ne olduğu belirsiz bir kadının durumu ne kadar adaletsizce dimi?çok duygusal, göz yaşlarımıza hakim olmaksızın okuyoruz kendisini...
    45 ...
  2. 1.
  3. köşesinde ishal olsa anlatan hürriyet gazetesi yazarı.
    röportaj yapma konusunda ise başarılı.
    http://www.aysearman.net
    35 ...
  4. 439.
  5. 31 çekmeyi, pipinin 31 kere çekilmesinden ibaret zannediyormuş bir zamanlar. ama üzülmesine gerek yok. çoğu erkek de o yaşlarda öyle zannediyordu.

    - ee? 31'e kadar yaptım olmadı. demek ki henüz erkek değilmişim. tasoya devam.
    28 ...
  6. 153.
  7. hangi duygusu eksikti buna yöneldi diye, kişinin kendisiyle iç hesaplaşması olan bi cümleyi köşesinde kurmuş ve bunu da din'e bağlayabilmiş hatun.

    biri ya da birileri kendisine, "din"'in zaten, kişinin iç boşluklarını doldurabilmek için var olduğunu anlatmalı.

    ehehe çok hoş kadın bu ya.

    - ay inanmıyorum ya sevgilim artık namaz kılıyor.
    - ee ne olmuş?
    - ya ne olmuşu mu var. artık bara gidemeyecez. içki içemeyecez. ben yazılarımda, sevişmeye başlamadan önce "besmele" çeken bi adamla yiyişmelerimizi nasıl yazayım ki artık?
    - ee sen de daha fazla kızına yönelirsin.
    - a aa bak bunu hiç düşünmemiştim. haklısın!
    - ayşe!!
    - efendim?
    - "küçükken sevişmeden ölmekten çok korkardım" diye açıklaması olan sendin di mi?
    - ay evet acayip korkardım yaaaa. kabusumdu o benim. allahtan açık ara kapattım o farkı.
    - belli anam belli.

    sürekli; seks, sevişme, yiyişme, öpüşme, gittiği- geldiği, yediği-içtiği şeyleri anlatan bi kadını gazeteci yapanların, hatta o'na bi de eşek kadar köşe ayıranların "eder"i bu olsa gerek. hayır sürekli aynı şeyleri yazmak "hangi duygusu eksiktide buna yöneldi" sorusunu sordurtuyor adama.

    ben sordum misal.

    becermek kelimesi için bi defasında şöyle demişti hanımefendi;

    "bir erkek, bir kadını "beceriyorsa", aynı anda o kadın da o adamı becermiyor mu?

    peki o zaman niye ortalığa atlayan "onu götürdüm!" imasında bulunan hep erkekler oluyor?
    sen onu götürdüysen, o da seni götürdü... "

    haklısın be ayşe; bu düzen seni sen de bu düzeni "götürdün"!!!!

    o değil de hangi erkek yazar, köşesinde bu kadar seks konuşsa, karısıyla yatak hikayelerini köşesine taşısa, sol şeyine taktığı ismi ( hanımefendi sol memesine isim takmıştı) köşesinde yazsa abazan olur abi! kısa ve net.

    yalan mı?
    31 ...
  8. 281.
  9. 'hıncal uluçla bir röportaj yapmaya karar verdim. çünkü kendisi seks olmadan da aşk olur diyor. ben olmaz diyorum. yaptık röportajı. en gizli seks anılarını anlattı bana. ama okuyucuları uyarıyor: bu yazıyı iftara kadar okumayın!'

    hay allah belanı versin senin.
    27 ...
  10. 62.
  11. dubai'nin beach road'ında maksimum hız limiti 70, al wasl'da ise 80 imiş. mazallah iki kez bu hız limitini aşarsanız sonu üç gün hapse kadar gidiyor. ayşe arman köşesinden bildirdi. allah'ıma bin şükür; neredeyse al wasl'da 82 km hız yapacaktım. vallahi hayatımı kurtardı.
    bu arada alya da topaç gibi oldu, çok kilo aldı. ayrıca kocası ayşe'ye karım diyor sürekli, lütfen sefgilim desin. evlendiniz diye aşkınız bitmedi. takip ediyoruz burada.
    (bkz: ayşe arman okumak)*
    10 ...
  12. 210.
  13. başörtüsüyle gece klübüne değil bir üniversiteye veya bir askeri tesise girmeye çalışşa daha iyi işler yapacak olan kadın.
    12 ...
  14. 204.
  15. tespit yapmaya kalkışırken karşı cinse duyulan ilgiyle malum mahalle baskısı arasındaki farkı idrak edememiş sarışın.

    yazar demiyorum, sahibi olarak bulunan "karanlık doğanların" yalnızca omurgasız köşecisi..ilk olarak dikkat çeken bir hatuna bakmak dünyanın heryerinde olur..ismailağaya gitmene gerek yok avrupa'ya çıksan da aynı be güzelim.ikincisi kendi beynince yapmaya çalıştığın "hangi mahallede baskı var" tespiti için yollara çıkmana gerek yok, zira ortada "devlet baskısı" var.o giydiğin elbiselerle üniversite kapısına git, aradaki farkı idrak et, son olarak köşeni doldur..
    9 ...
  16. 206.
  17. http://www.hurriyet.com.t...r/12053542.asp?yazarid=12
    12 temmuz 2009 günü hürriyet pazar'da linkteki yazısı yayınlanan dişi. aşağıdaki yazımda hitap edeceğim insan üstü varlık.

    (arman'ın yazısını okumayanlar, bu yazıyı okusalar da bir şey anlamayabilirler. alttaki metin başlı başına spoiler içermektedir. arman'dan yapılan alıntıları "bu kısmı okumasanız da olur" içerisine aldım; gazetedeki yazıyı okumuş olanlar o kısımları atlayabilirler. gerçi çok insan okumayacaktır bu yazıyı, ancak ben okuyacak olan bir kişi bile olsa, ona zulmetmek istemedim.)

    sevgili ayşe hanım, bu yazıda size hiç sevmediğim bir hitap şekli de olsa "sen" diye hitap edeceğim. hani sen karışmaya çalışmışsın ya bizim aramıza, sıcak hisset; yabancılık çekme istedim. beğenirsen daha da samimi olabiliriz ileride.

    --bu kısmı okumasanız da olur--
    ...
    Nihat Odabaşı'nın fotoğraflardan sonra posta kutuma düşen mesajlardan biriydi: "Soyunmakta ne var, kolaysa örtün güzelim! Örtün de, bu ülkedeki baskıyı, zulmü gör..."

    AYŞE KARŞI MAHALLEDE

    işte her şey, bu kışkırtıcı mesajla başladı.
    Mesajı atan kişinin herhalde aklına gelecek son şey, benim bu sözleri ciddiye almamdı.
    Ama aldım.
    Çünkü merak ettim.
    O herkesin diline düşmüş, milleti de birbirine düşürmüş "bez parçası"nı kafama bağlayıp, şehri istanbul'da bir o semte, bir bu semte gidecektim.
    --bu kısmı okumasanız da olur--

    işte her şey kalemini böyle kışkırtıcı bir şekilde eline almanla başladı. sana o mesajı atan kişinin herhalde aklına gelecek son şey, senin bu sözleri bu şekilde algılaman olurdu.
    ama öyle algıladın.
    çünkü şımarıksın, asıl hayatı bile tanımıyorsun. karşı mahalle derken dünyanın diğer ucuna gittiğinin farkında değilsin. önce nişantaşından çıkıp istanbul'u sırf görmek için gezebilirdin. başını örtmene falan da gerek kalmazdı bazı şeyleri görmek için. "bez parçası" diye aşağıladığın bir şeyi kafanda kabullenmeden saçına tutturmaya çalışman ne kadar objektif olacağını koklattı zaten bizlere. "neyse" dedim, yazıyı okumaya devam ettim kabak çekirdeğimi çıtlatırken (biz böyle kuruyemiş falan yeriz arada).

    yazıyı okurken sıkılıyorum, imdadıma sibel yetişiyor. bana bir şarkı gönderiyor, "ama bunu sessizce ve hissederek dinle, rahatlarsın biraz" diyor. önce slow takılmaya karar veriyoruz. bu arada üzerimde de bir şort var sadece. ama asıl rahatsızlığı şarkıyı dinlemeye çalışınca yaşıyorum.

    "duyamıyorum şarkıyı sibel"

    maruz kaldığımız şey, şarkıyı dinlemek için sessiz ortam bulamamamız.
    Şöyle ki, burası çeliktepe! gece saat 03.00 olmasına rağmen gürültüsü eksik olmaz. her zaman "naime" diye bağıran bir teyzemiz, köşe başlarında konuşan delikanlılarımız, balkonlarında birbirleriyle sohbet ederken mikrofon yutmuşçasına konuşan ailelerimiz; arabasıyla geçip, müziği son ses açan ve kornaya asılan magandalarımız mevcut. burası istanbul ayşe, senin de yaşadığın şehir.

    Louis Vuitton esprisini(!) yapmadan geçiyorum.
    senin fotoğraflarına bakıyorum, "bu, sen misin?" diye şaşırıyorum. hani nihat odabaşı'ın objektifinden gördüğümüz o şuh kadın.
    merve'nin sözleri kulağımda o esnada, "daha önce seni okuyan bir sürü insan vardı, atıldın sözlükten. bu kez uludağa* geldin, buradan da atılma" demişti.

    bak, bozulmak, darılmak yok... ne hissediyorsam(format* el verdiğince) yazacağım... amacım kimseyle dalga geçmek değil... ama sana yalan söylemek istemiyorum, lafı kıvırmak da...
    (merak edenler için tesettürlü fotoğrafları: http://www.ensonhaber.com...anli-ayse-arman.html?no=1 )
    çok çirkin olmuşsun be ayşe, gitmiş o güzel bacaklı şuh kadın. burnu kocaman bir şey gelmiş, senin de dediğin gibi. alınma ama biz senin bacaklarına bakmışız be ayşe, nasıl tanıyalım bu halde seni...

    eskiden yolda yürürken insanlar sana bakarlarmış. gazeteci olduğun için falan değil, evvel eski bakarlarmış. bakar, doğrudur. bir de iett otobüsüne bin bakalım nasıl bakıyorlar anla. anla aslında bu ülkede "kadının" ne çektiğini. tesettüre gelene kadar görmen gereken çok şey var be ayşe...

    --bu kısmı okumasanız da olur--
    ...
    Kimse, benimle göz göze gelmek istemiyor. Yokum sanki.
    Acayip bir duygu.
    Hayat boyu ayrışmaya, farklı olmaya çalışmışım. O da şimdi yok.
    Bedenim bile sanki benim değil.
    Demek ki, saç deyip geçmemek gerekiyor, bir bildikleri var ki kadınların kapanmasını istiyorlar, çünkü saç kapanınca, insanın yüzünün anlattığı şey azalıyor, kaba hatları çıkıyor, burnu öne fırlıyor...
    Ve sizi temin ederim en büyük yalan "Türban göze vurgu yapıyor, gözün güzelliğini ortaya çıkarıyor..."

    --bu kısmı okumasanız da olur--

    aslında anlamışsın, ama kabullenemiyorsun; ne acı... kimse seninle göz göze gelmek istemiyor, yoksun sanki. yoksun bu hayatta, bu şehirde bir tesettürlü olarak.

    evet, burnun öne fırlamış; buna ben de çok üzüldüm. halbuki "ne kadar seksi bir kadın" derdim hep, üzdün bizi ayşe...
    gözün güzelliğini çoğu zaman ortaya çıkarıyor o "bez parçası(!)". bir erkek gözüyle söylüyorum bunu; vallahi çıkarıyor, göz güzel olduğunda...

    --bu kısmı okumasanız da olur--
    ...
    Hiçbir şey olmuyor. Yeryüzünde kimsenin umurumda değiliz. Bir bakış fırlatıp hayatlarına devam ediyorlar.
    Laf yok, hakaret yok.
    Mahalle baskısı yok.
    ...
    --bu kısmı okumasanız da olur--

    kimsenin umrunda olmaman yeryüzünde... yok sayılmak!
    daha büyük bir baskı olabilir mi yok sayılmaktan? neyi anlamaya çalışıyorsun be ayşe, söyle de onu anlatalım o halde...

    --bu kısmı okumasanız da olur--
    Tabii alışmamış başta, türban adam gibi durmuyor, rüzgár yüzünden bazen saçma sapan hallere giriyor. Birbirimizin örtüsünü kolluyoruz.
    Boğaz'ın rüzgárı, saçlarımızda gezinemiyor diye hüzünleniyoruz...

    "...Ortaköy Meydanı'na yürüyoruz, hava da nasıl sıcak, pişiyorum.
    Üzerimdeki her şey fazla geliyor..."
    --bu kısmı okumasanız da olur--

    "alışmamış götte don durmazmış" benzetmene değinmeden geçiyorum...

    boğaz'ın rüzgarı, saçlarında gezinemediği için hüzünlenmek; sıcaktan pişmek... düşün ki bunu siyasi sembol olarak takıyorlar. hangi ideloji için insan zevklerinden bu kadar mahrum kalır? düşündün mü hiç?

    --bu kısmı okumasanız da olur--
    Ortaköy meydanına gidiyoruz, Levent arkamızda gölge gibi takip ediyor bizi. Bir süre kayıkların üzerinde oturuyoruz, geleni geçeni izliyoruz.
    Şimdi istikamet Ortaköy House Cafe ...
    Boğaz'ın en güzel yerindeki kafeye girince, "Oh be" diyoruz, bir güzel bara kuruluyoruz. Her çeşit insan var içeride, kimse kafasını bile kaldırmıyor.
    "Bugünün en heyecan verici alkolsüz kokteyli ne?" diye soruyorum.
    Bir Mohito geliyor ki...
    içine atla o kadar güzel, o kadar serin...
    Bir ara aklıma düşüyor, "Yoksa bunlar bizimle dalga mı geçiyorlar?" diyorum, anladılar da numara mı yapıyorlar...
    Yooo, gerçekten tanımıyorlar.
    Servis iyi ve hızlı...
    Orada Demet'le kara kara düşünüyoruz... Hiç beklediğimiz gibi çıkmadı...
    Mahalle baskısı sıfır... Yandık... Bunun haber değeri yok... Ya da var mı?
    Birilerinin bağırıp, çağırması lazımdı...
    "Gidin, defolun, sizi istemiyoruz" demesi...
    Demediler...
    Neyse ne, olan bu...
    Bir de Reina'yı deneyelim...
    Oraya girmeye çalışalım...
    Ne bileyim izmir'e gidelim, Kordon'da çarşafla dolaşalım...
    Haşemayla yüzelim...
    Tüm bunları, alkolsüz kokteyl içerken düşündük.
    Bir de alkollü içseydik!
    Fatih'te minik etekle dolaşma fikri de o anda ortaya çıktı...
    --bu kısmı okumasanız da olur--

    oldu mu şimdi ayşe? tesettüre karşı olan yobazları sınarken ortaköy'de, nişantaşı'da gez; mini etek giyip ismail ağa'ya yürü...
    bu mu şimdi senin gazetecilik anlayışın? kafandaki kıyas bu mu?

    neyse, çok eleştirmeden devam edeyim diyorum. o sırada hüsamettin(evet bu ülkede bu tarz isimler var ve biz onlarla arkadaşlık ediyoruz ayşeciğim. alya, lila uzak kalıyor biraz.) yetişiyor imdadıma. "kahvaltı yaptın mı?" diyor ve salça kutusunun içerisine bir yumurta bırakıp haşlamaya başlıyorum.

    birilerinin bağırıp çağırmasını mı istiyordun ayşe? "defolun, istemiyoruz sizi" demesini mi?
    gel hadi ben sana yaşatayım bunu. ciddiyim, seve seve yaparım bunu.
    hadi gidelim bir üniversite kapısına. reina falan gerekmiyor canım benim, bir üniversite kapısı! üstelik, dubai'den gelmiş numarasına, ingilizce konuşmaya da gerek yok. aynı ülkenin, aynı dilini konuşacağız kapıdaki güvenlikle. türkçe konuşacağız. "sadece bir geceliğine rezervasyona geldim" demene de gerek yok, bu üniversitenin kayıtlı öğrencisiyim ben diyeceksin. çıkarıp kimliği sokacaksın gözüne. neyle karşılaşacağını biliyorsun değil mi? bilmiyor olamazsın. o kadar da olmamalı sanırım...
    hadi kapıda yapmayalım bu kez, değişik bir şey yapalım. girelim bir üniversiteye birlikte. sonra okulun içerisinde başını ört, gezmeye başla. bak bakalım nasıl panik oluyor insanlar. hiç bir şey yapmayacaksın, ders notuna bakıp, kantinde bir çay içeceksin sadece....

    geçtim, tesettürü geçtim ayşe; derdim bu değil. sen kadın olmanın ne demek olduğunu bilmiyorsun. bu ülkede kadın olmak ne demek bilmiyorsun. evet, ben belki ayda bir regl olan bir anatomiye sahip değilim; ama inan senden daha iyi biliyorum bu ülkede kadın olmanın ne demek olduğunu.

    hadi gel, mesai bitimi trafikte seyr edelim seninle. metrobüsten inip, 25t'ye binelim. çok kalabalık, mecburen temas olacaktır. gel bir de gündüz binelim. sürtsün amcanın biri pipisini kaba etine, dokunsun bacaklarına. anlar mısın ki o zaman kadın olmayı?

    yazının devamı da az çok aynı şeyler. ismail ağa'daki yobazlıktan da bahsetmişsin. bunu zaten hepimiz biliyoruz, temcit pilavı servis etmenin anlamı yok.

    sevgili ayşe arman, üzülerek söyleyeceğim bir kaç kelam daha var.
    biz sevgiliyi kokusundan, arkadaşı sesinden, dostu gülümsemesinden, ana'yı kilometrelerce uzaktaki hislerinden tanırız. seni tanımayan arkadaşların, seni zaten hiç tanımamışlar; yazık. ya da bir şeyleri bize farklı anlatıyorsun. ikinci ihtimal daha umut verici.

    "sen örtünme" diyemem, ama biz seni üzerinde "ömer" yazan sağ memenle*, sütun bacaklarınla sevdik. biz seni böyle gördük, ki anlattığına göre çevren de böyle görmüş. bize bir daha böyle şeylerle gelme lütfen. memenle, bacaklarınla çok daha güzelsin.

    gün bitti ve ben sıkıldım. bana bir "gün" borçlusun ayşe.
    -
    12 temmuz 2009 pazar. saat 17.00'ye gelirken, koca bir günü nasıl piç ettiğimin belgesidir.
    saygılarım, sevgilerimle;
    matural flavor.
    10 ...
  18. 470.
  19. bazen bizim sözlük kızları ayşe den daha güzel yazıyor.
    cidden bak.
    bu kadın hem kötü yazıyor hem de para veriyorlar al yaz diye.
    7 ...
© 2025 uludağ sözlük