şarkılar ayrı düşenlerin özlemini kutsar...
aşk efsaneleri ise kavuşamayanların çilesini resmeyler...
Aşk denince akla meczup sevdalılar gelir...
misal,sevginin kudreti tasavvur edilecekse şayet, dağı delmeye gayret eden ferhat hatırlanıverir... ya da çölü aşmaya niyet eden mecnun... ( ki değil midir zaten mecnunun manası deli)
sevda destanlarında meşkin kırıntısı vardır belki; ötesi bu meşkin ağır diyeti...
ve hep orta yerde kesilmiş bir film gibidir sevdalıların hikayesi...
baştan sona bir hüzün... ve nihayetinde ölüm...
sevdalıların ölümüyle bitmez ama herşey... aslında en başa döner insan... ve sevdanın sadece bir göz,dudak ve beden temasından ibaret bir şey olmadığını hisseder.. ki böylesi bir idrak, bilginin en değerli olanıdır.. bildiğini hissetmek çünkü bilge kılar insanı...
kitap okumakla bilge olunmaz... bilelim ey sözlük müdavimi cemaat... idraki duygu ile pişiren, duygu ile yoğuran, idraki duygunun fırınına veren sevdalar... ahhh o sevdalar... o sevdalar ki, insana şu dizeyi de söyletir:
+ Sana bakmak allah a inanmaktır...
neyse efenim... yozlaştıran dünya üzerinde, yarım kalmaya mahkum sevdalardan bahsediyorsak şayet, biz de onların mahiyetine uygun bir şekilde yazımıza son verelim...
bu yazı da bir hüküm yok... sadece nisyandan ibaret insana bir zikir var...