bir yeriniz kesildiğinde ya da bir yere vurduğunuzda ilk an hissetmezsiniz acısını ya sıcağı sıcağına, ilk başta böyledir.
bir kaç gün geçmeye başlayınca, değer verdiğiniz biri ise ayrıldığınız süreç;
önce ufak tefek (evinizde unutulmuş bir saç tokası mesela) ayrıntılar cız ettirir içinizi, daha sonra anılar iyisiyle kötüsüyle çıkar gün yüzüne, karşınıza. hatıralar ne kadar çok dönerse beyninizde, o kadar zevksiz olur hayat.
alışkanlıkar daha sonrası... uzun bir ilişki ise, en son unutacağınız olan kokusu ok gibi saplanır ciğerinize. nefes daralır, günler bulutlar karanlık olmaya başlar...
insanoğlunun en önemli özelliği sanılanın aksine beyin&akıl değil her şeye alışabilmesidir. anne baba evlat ölümüne dahi alışan biz insanlar, hayat devam ediyor mantığını yavaşça oturtmaya başlar kafada.
o ana kadar ise, tüm renkler gri-siyah, kokular ise anıları çağrıştıracaktır.
sevgiyle kalın, sevgiyi bulduğunuzda sımsıkı sarılın. hayat çok kısa, kaybetmeye değmez. bizler kaybettik siz kaybetmeyin.
Çok yüksekten boşluğa atlamak gibi bir şey. Bu boşluk karanlık ve dipsiz yere çakılmayi bekliyorsunuz ama uzun süre düşmeye devam ediyorsunu. geçti, çıktım oradan derken mesela gülüşleriniz aklınıza o gelip kesiliyor düşmeye devam ettiğinizi anlıyorsunuz. Neyse ki hiç yere çarpmıyorsunuz ya düşmeye alışıyorsunuz ya da bir el uzanıyor tutunuyorsunuz. Alışılıyor, azalıyor, şanslı olanlar için o hisler bitiyor...
insan içinde bir eksiklik hissediyor, bir parçasıni kaybetmiş başıboş tek başına bir çare gibi oluyor. Hayattan tat almamaya hayattan sıkılmaya koca bir boşluk oluşuyor insanın hayatında.
istediğiniz kadar nefret edip, istediğiniz kadar aşık olun. Ayrıldıktan sonra, mutlaka bir burukluk oluyor. Sevmeyen birisi olsa bile, artık benim değil düşüncesiyle biraz olsun üzülebilir. içgüdülerin rolü büyük.