ayıran ölüm ise dahildir yoksa yeni sevdaların yolunu açar ayrılık sadece... söylenen güzel sözler, edilen yeminler, o muhteşem bakışlar, o el ele iken terlene ten, gülüşler ve sessiz kalmanın bile verdiği o muhteşem mutluluk ayrılık geldiğininde başkasına hissetmek için giderler...
yani ne ayrılık sevdaya dahil ne de sevda ölüm ayırmadıkca devam ediyor...
--spoiler--
yalnizlarin en buyuk sorunu
tek basina ozgurluk ne ise yarayacak
bir turlu cozemedikleri bu
olu bir gezegenin
soguk tenhaligina
benzemesin diye
ozgurluk mutlaka paylasilacak
suc ortagi bir sevgiliyle
--spoiler--
onu çok aradığınızda, onu yine çok aradığınızda ve heryerinizde vucudunuzun agir yanik sizilarinı hissettiğinizde açıp okunulası atilla ilhan şiiri. zuhal olcay yorumuyla içimde tamamlanan ezgi.
atilla ilhan şiirinin bi kısmı kullanılarak yapılan şarkıyı vedat sakmandan dinlediğinizde ruhunuzu saran duygu yoğunluğunu hissedeceksiniz.
Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
En görkemli saatinde yıldız alacasının
Gizli bir yılan gibi yuvalanmış içimde keder
Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın
Çünkü ayrılık da sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili
Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
Onu çok arıyorum onu çok arıyorum
Her yerinde vücudumun ağır yanık sızıları
Çünkü ayrılık da sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili
Ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu
Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
Yaseminler unutulmuş tedirgin gülümser
Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Çünkü ayrılık da sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdaya dahil
çünkü ayrılanlar hala sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
sözlerine sahip atilla ilhanın mükemmel şiiri. zuhal olcay söyleyince ise bambaşka işte.
Sevdadan ölmek.
Seven adam neden ayrılsın ölüm yoksa sonunda hatta varsa sonunda.Bir taraf seviyordur diğer taraf gidiyordur demek ki ayrılıklar tek taraflı sev-dadanmış.Ne şarkılar yazılmış ne şiirler bu nedir anlamadım seviyorsan neden ayrılık olsun.Sevmek kelimesinin hakkını veremeyen insan toplulukları yaşar bu durumu bence ve yine yazılmış bir türkü vardır ki anlatır içine işleye işleye.
ayrilikta sevdadandir
bir ay doydu niye doğdu
beni kederlere doğdu
yokluğun ömrümü saydı
tütün bastım oy yarama
geceler ömrümü sağdı
tütün bastım ay yarama
vedalaşmadan gidersen
yürek anlar ayrılıyı
ayrılık da sevdadandır
ben bilirim sevdalıyı
yüreğimi yer yaşarım
ay karanlıya şaşarım
yüreğimi yer yaşarım
ayın şavkına şaşarım
zühre olmazsan geceme
topraklara karışırım
zührem olmazsan geceme
karanlığa karışırım.
söz - müzik: tunay bozyiğit
seslendiren: emrah altınok
tam da böyle demişti işte.
yine gideceğini bile bile sustum,dinledim. sarhoş bir kadın balladı sana benimki.
ben susarım sormam. sonra sen susarsın.
sonra hayatımıza soktuğumuz yetim ihanetler susar.
bazen olası bir ayrılığı tahayyül etmeye çalışırsın bir sevda ihtimalinin içindeyken. hazırlıklı olmaya çalışmak de istersen, istersen melankoli düşkünlüğü, istersen de yalnızken de başının çaresine bakabildiğini hatırlama ihtiyacı. o ihtimalin daha ilk dönemeçte tipiye tutulduğu bi anda vuruverir bu his. ya da o dönemeç aşıldıktan sonraki en mutlu ve en sorunsuz anında yakalayıverir seni. huzur batmamalıdır oysa. ama daha önce, varlığı yoklukta bulmak zorunda bırakılmış bi insansan, sıyrılamazsın öyle kolay o korkulardan. kahretsin, ne zaman gitmemişsindir ki korkularının üstüne? ne zaman yüzleşmeden örtbas etmişsindir ki duygularını? kör cesaretini yitirmek istemeyen, ondan beslenen ve hep bu cesareti, gücü sebebiyle ilk adımını attığı güzelliklerin son adımını atmak da kendisine bırakılan bir insansan, bu kez o ayrılık anı gelip çatmadan provasını yapmaya başlar gönül. nasılsa gidecektir, nasılsa kalmayacaktır, ya da belki de istese de kalamayacaktır. ve bu kez, onu diğer gidenlerle aynı kefeye koymamak, onların ardından bu kırılganlıkla onlara zarar verdiğin gibi, ona da zarar vermemek adına, bağışıklığını hatırlamaya çalışırsın. o giderse, gitmek isterse tutmayacaksındır. en bırakmak istemediğin o olsa bile ve istesen bırakmayacak güce eriştiğin bi hale bürünebildiğin halde, olabildiğince özgür bırakıcaksındır o'nu. o'nun özgürlüğüne duyduğun saygı, kendi çekeceğin sızıya bedel olsa da.
bambaşka bi şekilde dahil oluverir o an ayrılık sevdaya. o'nun; kendi yekliğini, gün gelip de ikinizin yekliğine tercih edebileceği ihtimali kalbe düştüğünde...
senin yekliğin? sen; o'nun yekliğini de kattığın için ruhuna, çoğalırsın, kendine sığmaz, kendinden taşarsın. aşmanın sırrı budur.
--spoiler--
aynı terasa açılıyordu, yanyanaydı kapılarımız kaldığımız pansiyonda. sabahları ya da akşam üzerleri karşılaşıyorduk. ortak duş, ortak mutfak, çekingen bir selamlaşma. aynı terasta yanyana kuruyordu çamaşırlarımız. bu ürpertiyordu beni. acemi, tutuk bir kaç sözcük eşliğinde beyaz şarap içerek aynı terasta seyrediyorduk günbatımını. bu da ürpertiyordu beni.
ışığın azalan şiddetinde yanyanaydı terasa vuran gölgelerimiz ve karışıyordu birbirine. elimizde olmadan gülümsemiştik bakışlarımız çarpıştığında. sahildeydik ve aynı kitabı okuyorduk ilk karşılaşmamızda da. sezon açılmamıştı, seyrekti sahiller, daha erken yaz gülümsüyordu. pansiyon önündeki sandalların kıpırtısı, çiçeklerin çekingen dirimi, günbatımıyla gölgelenmiş alanların rengi kalmış aklımda. ikimiz de yalnızdık ve birbirimize ilişmemeye çalışıyorduk adını kimselerin bilmediği o uzak sahil kasabasında... oysa güneşin batışını izlemek gibi kendiliğinden bir birlikteliğe dönüştü paylaştığımız şeyler. birbirinden kamaşmaya başlamıştı. tenlerimiz, dokunmasan da, yanındaki gövdeyi duymanın şiddetine dönüşmüştü. aramızdaki çekim tenin çağrısı hazırdı kendine kurulan bütün tuzaklara. o akşam terastaydık gene. gün çoktan batmıştı. çamaşırlar asılıydı, uzaktan şarkılar geliyordu ve kekik kokuları... nedense herzamankinden başka bakıyordun bana. sonra usulca dedin ki: "ilk kez birinin tenine dokunma isteği duyuyorum içimde." benim için yaz başlamıştı. "dokun öyleyse" dedim. sustun. uzun uzun baktık birbirimize. kendine nasıl karşı koyduğun okunuyordu yüzünün derinliklerinde...
sonra hiçbir şey söylemeden usulca kalktın, odana gittin, yavaşça örttün kapını. saatlerce orada, gecede ve terasta kaldım. sabah uyandığımda, odanın kapısı açıktı, eşyalarını toplayıp gitmiştin, baktım... yalnızca terasta unuttuğun havlu çırpınıyordu rüzgarda.
bir daha hiç rastlamadım sana. hiçbir yerde, hiçbir yazda. düşünüyorum aradan onüç yıl geçmiş. onüç yıl içinde uyanan o isteğin anısı saklı duruyor mu sende?
birden adını hatırlamadığımı farkettim bunu yazarken. ama terasta çırpınan havlunun rengi hala gözlerimin önünde...
onüç yıl sonra şimdi sevgilimden ayrıldığım bu derin, bu kavurucu günlerde, neden ansızın aklıma düştüğümü sordum kendime.
sonra anladım:
"bir aşk birçok aşktan yapılıyor ve ayrılınmıyor hiç bir seferinde!"...
--spoiler--