sonbahar ' a düşen sadece hatırlatmaktır yaşananları... diye devam edebilecek önerme;
" saçlarını gittikçe kısalttığın günlerde
sen söylemiştin bu sözleri unutmadım
-her aşk bir ayrılık gizler, ayrılıklarsa
bir merhabanın sıcaklığını taşır kendisinde
kalıcı olan hiçbir şey yok diyordun
an'lar var yalnız ömrü karşılayan
şimdi sımsıcak bir kar yağıyor yine
yüreğimin üstüne yağıyor hiç durmadan
ellerin nasıl da üşüyor, bozacının
karlı sesi doluyorken odamıza
hava gittikçe kirleniyor bu kentte
ve aralıksız kar yağıyor kar yağıyor
kar ayrılık hüznüdür ve ne çok
ayrılıklar yaşandı şu son birkaç yılda
yurdundan ayrılanları düşünüyorum ve birisi
özledim diyor, ülkemin kar kokusunu da özledim
hiçbir an'ını tanımlamaya kalkmadan
kısacık ömürler biçiyoruz kendimize
sonra yolculuklara çıkıyoruz, bir kentten
ötekine giderken özlüyoruz bir başkasını
özlediğimiz birileri olmalı diyordun
yanındayken bile özlediğimiz birileri
öyleyse kalkıp ati'ye gitmelisin, istanbul'a
belki hâlâ saklıyordur bir gülü kimbilir
yaşandı mı o sıcak kış, yaşlandık mı
aynalara bakmaya vakit bulamadık
dönüp dönüp birbirimize bakmalardan
yaşandı mı o sımsıcak kış, ne dersin "
adını unutuyorum bazen
yağmur sularına saldığım gemilerin güvertesinde
sahte voltalarla geziniyorken
parçalanmış balıkçı ağları,deniz fenerlerinin körelmiş ışıkları
vurgun yemiş süngerciler,
hatta soysuz kent korsanları hatırlıyor da
bir ben adlandıramıyorum adını
bir bana çok görüyor rüzgarların
ah.. o uzak kıyılarda münafık yakamozlarla oyalanmasan
ah deniz kızlarına bu denli yakın olmasan
yüzünü unutuyorum bazen
siyah beyaz film şeritlerinde izlediğim
güneyli bir figüran çehren
perdelerimde ne sesin nede iç çekişin var
gülmelerin gamzelerinde kardelenleri açtırırken
yeni yetme imgelerim göçmen kuşların
kanat çırpmalarıyla üşür gitmelerinde
oysa hüznün bir sabahçı kahvesi açılmayan fallara
oysa hüznün bir mülteci varoluş küskün sahralara
ah böyle soğuk taşlar arasında sıkıştırmasan kendini
ah böyle gökkuşaklarını karalamasan ellerinle
sokağını unutuyorum bazen
gece bekçilerinin soğuk ve tütün kokan ellerinde dolaşırken
kendi kendimde kayboluyorum
kime sorsam bilmiyor
kime yalvarsam söylemiyor yerini
çöp varillerinde sürtük kediler uyuz itler
köşe başlarında mavi sirenler kırmızı düdükler yürüyor üzerime
apartman boşluklarında çürümeye mahkum bir hırsız
yahut hiçbir örgütün kodlamadığı silik bir militanım
sokak lambaları kararma triplerinde
ah böyle emzirmesen acılarını
ah böyle ninnilerle uyutmasan koynunda
çocukluğunu unutuyorum bazen
kaldırımlarda parçaladığın dizlerin
damla damla düşlerimi kanatırken
kendi trajedimi bırakıp palyaçon oluyorum..
ilkin kimsesiz çocuklar çeviriyor etrafımı
ardından şarapçıların zulalarında tuzlu beyaz leblebiyim
tren garlarında intiharistana giden şairleri caydırıp
fahişelerin vesikalarındaki soğuk damgaları kemiriyor dişlerim
ama bir gece unutuyorum rolümü
repliklerim dilimle dişim arasında hükümsüzleşiyor
kaskatı kesilmişken orta yerinde sahnenin
günlerdir coğrafyanda biriktirdiğin bulutlar
suratıma bırakıyor yağmurlarını
özenle yaptığım makyaj dehlizlerime akıyor acıtarak
palyaçonu öldürüyor göz yaşların
en komik trajedisini tadarken yaşantısının
usulca gidiyor..
çocukluğunu hatırlıyorum
adını,yüzünü,sokağını hatırlıyorum bazen
ve ne zaman tren garlarında makyajı akmış bir palyaço görsem
içim kanıyor koskoca bir şehrin kahkahalarından
düşlerim düşüyor kimsesiz çocukların akıllarına
üşüyorum..çok üşüyorum.
son zamanlarda gördüğüm olaylara dayanarak doğruluğu kanıtlanmış önermedir. kıgelmesiyle ortamdaki sevgili sayısında hızlı bir düşüş yaşanmasıda bu durumun kanıtı olabilir.