necip fazıl kısakürek'in roman türündeki tek eseri. baş karakter nacinin üniversitede profesörlere karşı tezini savunurken yaşadığı diyaloglar oldukça manidardır. üstad keşke başka romanlarda yazsaydın dedirten güzel eser.
arka kapak yazısını okumadan direk kitaba başlanılması ile üstad necip fazıl'ın kendi hayatını romanlaştırdığı anlaşılan eseridir. veli söz ve ölçülerinden bol alıntı yapılan, esas yolun ne olduğunu harika bir üslup ile okuruna aktaran. tabiri caizse yer yer okur ve ilgilileri cümleler ile tokatlayan bir kitaptır. kalbinde biraz olsun iman olan herkes bu eseri okuduğunda evvela travma yaşayacaklardır. işlediği günahlara nefret ile bakacaklar ve tekerrüre ihtiyaç duymayacaklardır. o günahlara kin kusarcasına bakışlar atacaktır. sözün özü bu kitap çok farklı. kalemden ötürü değil verdiği davadan ötürü.
Tipimizin kendimize göre güzel çıkmamasıdır. Bu yüzden çoğu kişi aynadan korkar ve yüzünü aynadan saklamaya çalışır lakin kişi normalde bayan\bay'ın rahat bir şekilde hoşlanabileceği tiptedir. Ayna bir kabusdur. Ayna bir yalandır bu yüzden.
Ayna Samanyolu kanalında verilen genel kültür porgramıdır. Bu programda yalan olması imkansızdır 1.si cemaat hazırlıyor ve gezilen yerleri 2 kişi çekiyor ve o 2 kişinin videoyu değiştirmesi imkansızdır. Ayna'da yalan yoktur.
müthiş ifadeleri bulunan harika roman. ebebi yönü öyle kuvvetli ki, şu an mesela bazı yerlerini hızlı okudum sanki, az daha yavaş okusaydım ve cümlelerin üzerinde daha fazla mı düşünseydim demekten kendimi alamıyorum mesela. yer yer kurduğu cümleler bünyede balyoz etkisi yaratabilir.
özetle tam da üstad'a yakışır bir kitaptır. hani mesela kitabı yazarını bilmeden okusanız tahmin edersiniz müellifinin kim olduğunu. muhteşem uslup burda da kendini gösteriyor. naci'nin gel gitlerde dolaşan hayatı, belma'ya olan sadece tutkudan oluşan aşkı, hatçe'de farklı bir hayatı tanıyışı, kendine gelişi, mine'de ise kendisi ve toplum adına çeşitli çıkarımlarda bulunması mükemmel anlatılmış. islam'a bakış açıcı üzerinde fazlasıyla durmuş mesela. zamanında dinin nasıl göründüğünü, sırf tezinin konusu yüzünden üniversitede reddedilen naci'nin mücadelesini, basının pis anlayışını gözler önüne seriyor. annesi ve hüsmen ağa'nın ona verdiği akıllar, nasihatler harika.. sonunda çalkalantılı ruh dünyası dindiğinde kendi yolunu çizdiğinde öylesine dik duruyor ki her şeye, herkese karşı..
daha önceden fikrini belirtmiş olan bir yazar arkadaşa katılıor ve üstad keşke başka romnalar da yazsaymış diyorum..
kitaptan bir paragraf;
"dünya çapında heykeltraş roden e heykellerini nasıl yaptığı, yaparken ne düşündüğü sorulur.
cevap: ben heykelimi yaparken, onu mermer içine gömülü hazır bir vücut gibi hayal ederim. adeta mermerde gizli heykelin üzerindeki moloz tabakasını soyarım ve eserimi meydana çıkarırım..
roden in bu tarifinde üstün idrak metodu, vecd anlayışında toplanıyor ve bildiğini, anladığını sanmaya karşı gerçek bilme vrupa anlamayı kabuktan icerilerde arama ve inandiktan sonra bulma cehdine yol veriyor.
işte tüm mesele; nur topu i̇slâmı asırlar boyunca üzerine yığılan küf, pas ve moloz tabakalarindan sıyırıp ortaya koyma davası..
ve onun aslında dışarıdan hiçbir şeye muhtaç olmadığını kestirme şuuru .."
Naci bey düşünen, her şeyi izaha girişen, maddeci değil ruhçu birisidir. Çevresinde bulunan mine ve ressam abid ile sık sık fikri tartışmalara girer. Mine hırslı, aklıyla hareket eden, Naci bey ile zıd bir bayandır. Ressam abid ise ikisi arasında gidip gelen, fikirlerini daha çok saman altından yürütüp açığa vurmayan, biraz nabza göre şerbet veren birisidir. Naci içine düştüğü boşluğu ya Ressam Abid'in atölyesinde o boşluğu unutarak geçirir ya da kadınlara bir düşkünlük gösterir. Kafasını kurcalayan üç kadın vardır; Mine, Belma ve Hatçe. Hatçe saflığı ve onun için bambaşka şey ifade eder. Hatçe aslında Naci'nin savunduğu fikirlere en yakın olan isimdir fakat bir kere karşılaşmışlardır. Mine ise kendisinin tam zıddı bir fikre sahiptir. Mine naciye karşı, naci'nin görüşüyle şunları hissetmektedir:
''bu kız, aramızdaki fikir ayrılığının delice öfkesini yaşıyordu ve beni yeren yazıları da hep bu hınç noktasından idare ediyordu. Bilemem, bu noktada nefrete çalan aşk mı? aşka çalan nefret mi hakim?''
Neyse daha kısaca özetlersek konu şöyle: Hatçe ölümcül bir hastalığa yakalanır ve bu sırada naci ile evlenirler. Hatçe ölür. Naci arayışlara girer. Naci mine'den kopar; belma'dan ise ilk uzaklaşmıştır. Doçentlik tezi kabul edilmez. Asistanlığına istifa eder. Kitabını yayınlayıp meşhur olur fakat bu olayların arasında arayış ve çileleri hep devam etmektedir. islam tasavvufu ve insanlığın beklediği nizam, eseri dahilde ve hariçte çok ses getirir. Naci aklıyla imanını tahkik etmek için çok çabalamıştır fakat bir yerden sonra aklı ve kendi bu işi halledemez olmuştur. Vehimler ve hatarlar arasında boğulmaktadır. Bir mürşit aramaktadır. Bunu kayınbabası hüsmen ağa'ya söyler o da cami cami dolaşmasını söyler. En sonunda da aradığı o mürşiti bir gece vakti Eyüp'te bulur, O da Abdülhakim arvasi hazretleri'dir(kitapta ismi geçmez ama onun dergahı da oradadır)....
Başka şeylere değinecek olursak:
-Kitabın üslubu necip fazıl'ın şiirleriye büyük paralellik göstermektedir. Sert ve lafı gediğine koyan o hitabet ustası kişi romanında da şiirleri kadar başarılıdır. Özellikle tasvirlerin yapıldığım kısımlar Necip Fazıl'ın şiirlerinin dizelerini hatırlatır.
-Kitaba biyografik roman denilirse bence çok yalnış olmayabilir. Ben ve O adlı otobiyografik eserini okuyanlar ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktır. Naci bey'in kendisi, Ressam Abid'in abidin dino olduğunu farketmek çok basit tespitlerdendir. Bir de şu var ki: Necip Fazıl şiirlerinde ve otobiyografisinde bahsettiği, kendisini çoğu zaman buhrana ve sıkıntıya sürükleyen o kadınlardan şiirlerinde ve otobiyografisinde sadece kendisinde uyandırdıkları o sıkıntılı durumları yansıtarak okuyucularına ulaştırır. ben açıkcası kadınlarla olan ilişkisini hep merak etmişimdir. Bu romanı en azından okuyucularına bir fikir verebilir. Kadının islamdaki yeri ve kendisinde sebeb olduğu gitgeller bu romanda çok güzel bir biçimde ifade edilmiştir.
-28 yaşına kadar kendini geliştirmesi için ne ihtiyacı varsa karşılanan fakat yinede içindeki o arayışı durduramayan birinin romanıdır bu roman.
-şeriat ve tasavvufun aslında birbirinden kopmaz olduğunu gösteriri bu roman.
-En büyük eleştiriyi, softa ve yobaz müslümanlar ve cumhuriyet devrinde bu softa ve yobaz müslümanlardan islamı ayırması gerekirken bunu yapmayan ve islamı da toptan yobaz olarak gören rejimedir.
Açıkcası romanda tasavvuftan şeriate, dinlerden felsefelere, siyasetten sosyolojiye, tarihten psikolojiye bir çok konuya değinilir.
Fakat hepsinden de önce bu roman kesinlikle bir ''arayış'' romanıdır. Çölde Leyla'sını arayıp Mevla'sını bulan Mecnun'un 20. asırdaki bir izdüşümü de sayılabilir bir dava kitabı da sayılabilir. Bir çok yönden incelenmesi gerekir.
Ayrıca şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Romanda hatçe'nin hastalığıyla alakalı olan kısım gerçekten kendini romana bırakan insanın gözlerinden yaşlar akmasına sebeb olabilecek bir hissi insanın aklından kalbine döküverir...
Romandan bazı alıntılar:
''Kudsi hadis: Ben insanın en büyük sırrıyım; ve insan benim en büyük sırrım.''
''Allah'a malik olan neden mahrumdur; Allah'tan mahrum olan neye maliktir?..''
''Bu iş Ne akılla olur ne de akılsız...''
''Fırsatı doğmuşken belirtmeliyim ki , bizde devrim dedikleri hareketler, gerçek islam inkılabı olacağı ve yoazlığı tasfiye edip nur heykelini heykeltraşın mermer kitlesi içinden çıkaracağı yerde, bizzat din ve imanı tasfiye yolunda gitmiştir. Bir gün hakiki bir inkılaba zemin açılacak olursa, herk iki kutbun yobazlarını bir arada temize havale etmek ve köklerine kibrit suyu dökmek gerekecektir''
''Şeriatte, ferdden çıkaracak cemiyeti, tasavvufta da cemiyetten gelerek ferdi bulursunuz...''
aynadaki yalan da tasvir edilen üç kadın vardır: solcu mine, sosyete belma ve köylü kızı hatçe…
hali hazırda bu üç kadın tipini günümüze uyarladığımızda hemen karşılıklarını bulabiliriz. bir farkla ki, misal solcu kız mine, sadece “solcu” cenahta değil, islâmcı cenahta da görülebilir bir tip olmuştur.
belma da aynı şekilde. hatçe’ye gelince, onu ne solcu, ne islâmcı kesimde arayıp bulmak çok zordur. o halde bu romanda ideal kadın hatçe’dir, naci’nin hasreti hatçe’yedir, diyebilir miyiz?
roman kahramanı naci’nin hatçe’yi kavuşamadan kaybetmesi, ruhunun kıvranışları arasında bulduğunu sandığı “hakikatin” hatçe olmadığını söyleyebiliriz.
onun sadece bir “vesile” olduğunu, hatçe’nin tuttuğu “aynada” kendini-nefsini görüp bilmesi gerektiğini (“ayna tutan bir kadın”) ve erkeğin kadında bulduğunu sandığı “aşk”ın, aşk-ı ilahinin bir sureti olduğunu.
böylece Üstad’ın, “aynadaki yalan” isimli romanında, üstad’ın “kadın”ı bir fikir olarak değerlendirmesinin bütün teferruatlarını görebiliriz.
g.ş
asıl bir Müslümanın hususî hayatı yoktur.
o, akşamın belirli bir saatinde kepenklerini indiren bir dükkâncı gibi muayyen bir zaman çerçevesi içinde değil, her an ve her mekânda müslüman ve mesuldür.
boğazda, denize karşı, içinde esnemekli bir iki garsondan başka kimse bulunmayan bir lokaldeler...
mine, uzaktaki garsona haykırdı:
— garson, bir rakı daha!..
naci kaşlarını çattı:
— yeter artık içtiğin!.. burada kal!
— hiçbir şey olduğu yerde kalamaz! sonuna kadar gideceğim!
—konuşacağımız şeyleri hep savsaklıyorsun! neymiş bakalım konuşacakların?..
— hiç!
— hiç için mi beni getirdin buralara?..
— hiç veya her şey!..
— sende eskiden görmediğim şeyler farkediyorum. adeta romantikleşiyorsun!..
— sayenizde...
naci patlamak üzere:
— ne" istiyorsun benden mine?.. mine en keskin toniyle:
—seni istiyorum!
— en insana o türlü abanan cinstensin ki, tutmak istediğini kaçırmaktan başka bir şey gelmez elinden...
— bunun için mi kaçıyorsun benden?.. beni bir nezle mendili olmaya bile lâyık görmüyorsun!
— sen, erkek ve kadın arasında çekicilik sırrına kıyan, tek ve dikenli bir mizaç üzerinde direnen bir yaratılış üstündesin!.. hırs...
seni çıldırtacak kadar ateşli bir hırsa kapılabilirsin, fakat sevemezsin!
kendini sevdirmenin de sanatına yabancısın!
onun için, güzel buluş doğrusu, nezle mendili olmaktan ileriye geçemezsin!
akıl zahmetleri içinde kıvrandığın halde dehâ üstü kadınlık sezişinden haberin yok!
anne, deli olmaktan korkuyorum.
— korkma evladım, sen deli olmazsın! allah sana merhamet eder.
— anne, beynimin patlayıp kül olmasından korkuyorum!
— allah'a bağlan, yalancı dünyadan geç ve korkma!..
— anne, çok acı çekiyorum. her zerremi ayrı ayrı cımbızla koparsalar bu acıya denk olamaz.
— çektiren, sabır gücünü de verir. sabret!
boş konuşuyoruz, boş...
bütün bir ömür içinde söylediğimiz bir milyon kere bir milyon lâf, arayıp da bulamadığımız tek cümle için...
arayıp da bulamadığımız, arayıp da bulur gibi olduğumuz, bulur gibi olup da yine elden kaçırdığımız, elden kaçırıp da tekrar bulur gibi olduğumuz, tekrar bulur gibi olup da artık aramaya lüzum görmediğimiz tek cümle için...
o cümle nedir, o cümle?..
ben o cümleyi bilmiyorum...
fakat bütün mevcutlarla beraber, bütün cümlelerin, içinde eridiği ve yok olduğu tek bir kelime biliyorum.
her ân söyleyip de hiçbir ân hakikatine yaklaşamadığımız ve yaklaşamayacağımız tek kelime: <<allah>>
ve:
-gerisi boş, bomboş konuşmaktan, bir hastalıklı dırdırdan başka nedir ki?..
keşke ben <<allah>> kelimesinden başka, ağzından tek söz çıkmayan bir dilsiz olsaydım.
insanoğlu!
ben o kadar inanıyorum ki, isbat denilen her şeyi hakîr görüyor ve kaybediyorum.
insanoğlu!
isbatımız yok; yalnız imanımız var: allah... inanıyorsan gel!” “allah, delil büyüdükçe şüpheyi de büyüten ahmak aklın belasını versin!
(anlamak yok, inanmak var!) böyle diyor velî... ben ona aşıkım!
bütün dâva, güzellik ve dişilik büyüleri peşinde gezmekten başka tasası olmayan zavallı burjuva kızının tersi olabilmek...
bu ters oluşun baştan başa hesaplı üslûp ocağını kurmak...
halılarla kaplı bir sedir çerçevesi... patiska perdeli pencereler ve kapı tarafında rafları eski meşin cildli kitaplarla dolu bir etajer...
birbirlerine uzak oturdular.
husmen ağa kalın tabakasını çıkarmış, sigara sarıyor.
naci merak ve dikkatle etrafına ve etajerdeki kitaplara bakmakta...
elini, etajerin üzerindeki bir levhaya uzatıp sordu:
— şu levhada ne yazılı?
— «mûtû kable entemûtû»...
— ne demek?
— «ölmeden ölünüz!»
— müthiş!..
— siz bu harfleri bilmiyorsunuz değil mi?
— ne bilelim!.. günümüzde 60 yaşından küçük olanlar da bilmez.
husmen ağa sigarasını yakıp derin derin çekti:
— öyle!.. anaları, babaları, oğullarından, torunlarından kopardılar.
bu söz naci'yi ürpertti.
ruhunun, dile getiremediği çözümünü getirdi sanki...
— siz bir köy ağasına benzemiyorsunuz! okumuş, düşünmüş, bilmiş bir haliniz var... yolunuz, işiniz ne sizin?
çefkatli bir tebessüm:
— seksenindeyim... medresede okudum.
dünya Harbine, peşinden istiklâl savaşına katıldım.
okudum, hep okudum.
şehirlerde bunaldım.
nihayet dededen kalma toprağıma sığınıp bu köyde sonumu beklemekten gayri bir iş bulamadım, yol tutamadım. yeter mi?
--çok bile...