yusuf atılgan'ın kaleme aldığı başucu kitabı. Kitapta bir kelime var ki sıklıkla tekrarlanır; sürtünmek tramvayda veya yataktadır zikredilen bu edim. Peki "sürtünmek" kelimesi neden bu denli önemlidir? Bir temas olduğu aşikar ama bu temas derinlemesine gerçekleşmez, üstünkörüdür. Çarçabuk ve telaşlıdır. Ve sürtünme işlemi özünde törpülenmeyi, körelmeyi - daha da ilginci- bir şeye dönüşmeyi, herhangi bir şeye benzemeyi çağrıştırır. Sürtme eylemi sayesinde biçimini düzelttiğimizi düşündüğümüz bir bıçak gibi mesela... Sürtünme eylemini yapan artık herkes gibidir...Dahası, herkes'tir!
geçmişiyle ve toplumla kavgalı, insani ilişkilerinde problemler yaşayan, kendi oluşturduğu izole dünyasında yaşamını sürdüren bir adamın hikayesi. kendine ve başkalarına yabancılaşan, toplumun basmakalıp kanılarından sıyrılmaya çalışan, unutmak istediği anılarıyla boğuşan, geçmişte kalan çok küçük bir mutluluk anını canlandırmak için olmayacak işlere girebilecek kalibrede bir kişi aynı zamanda. başkalarının onayına bakmaksızın sadece içten gelen sevgiyi arar durur.
psikolojik çözümlemelerin önemli bir yer kapladığı, aşk&sevgi kavramlarının sorgulayıcı bir dille işlendiği özgün ve etkileyici bir anlatıma sahip. tek başına alıntılanası kısımlar öyle çok ki... tekrar tekrar okuma isteği uyandırıyor. sayfalar az gelir okudukça fakat az ama özlü, yoğundur.
okuduğum en iyi romanlardan biri sol framede görünce bir an yeniden okuduğum zamanlara döndüm sanki. hayatı anlamaya çalışmak için okunması gereken kitap.
yusuf atılgan tarafından kaleme alınan bir başucu kitabı. Güler ile tanışmasının hemen ardından bankta oturup isimler üzerine konuşurken şu cümleyi sarf eder:
"...Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. (...) (Sustu. Bir sigara yaktı.) Bakın, şimdi adımdan daha önemli bir şey biliyorsunuz: Sigara içtiğimi..."
Bu satır her ne kadar "Güler"i "ismiyle düşündüğü için mutlu" olan biri için çelişkili görünse de orada düşündüğü Güler'in ismi değil, Güler ismi verilen kişidir. Peki neden C. bir sigara içişi isimden daha önemli görür? Aslında cevabı çok basit; isim kişinin kendisine danışılmadan verilen bir nesnedir, sigara içmekse tamamen kendi kendine edinilen bir alışanlıktır... C ve alışkanlıklar... Bu da başka bir sorun tabii...
fa yeung nin wa izler gibi bir tat vardı. diyalogların arasındaki bütün betimlemelerin arkasında yumeji s theme çalıyormuş gibiydi. kitaba hiç öyle 150 sayfa diyip çıtır diye heveslenmeyin. hakkıyla okuyunca gayet de ağır. sonu da yokmuş gibi duruyor ama bence daha bile iyi olmuş. "buluştular" dese asıl meseleyi anlayamayacaktık. zaten kitap da öyle bitiyor : "anlamazlardı..."
c de bir acayip zat-ı muhterem. küçükken ondan travma etkisi yaratan sahne , c'de bazı kompleksler oluşturmuş. bacakları öpmek , gıcırdayan somya sesine dayanamamak , kaytan bıyıklılara tanımadan uyuz olması , sol kulağının kaşınması...babası yüzünden tabii. hiçbir zaman babasına benzememek için çalıştığı halde sonunda babalarının kopyası olup çıkan erkekler. "babanın günahları" gibi bir paradoks vardı da şimdi tam çıkaramadım. "belki yalnız garson biliyordu" ? *
# güldü. yaman adamdı bu dilenci. insanların işlerinden dönerken ucuza huzur satın aldıklarını biliyordu. cumartesileri , pazarları gelmiyordu.
# nasıl kolayca söyleyebiliyorlar bunu. sevmek! kelimelere herkes kendine göre bir anlam , bir değer veriyor galiba. bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?
# hava tanımlamasında başka bir değişiklik : hava iletken değildir! tam anlaşma mı istiyorsunuz? öyleyse , haydi bakalım insanlar , aranızda hava boşluğu bırakmayın!
# yoksa her şey ben olmadığım zaman , benim olmadığım yerlerde mi oluyordu?
# herkes onun gibi değil miydi? en az umutlanmaları gerektiği zamanlar en çok umarlardı.
# kadınların neden evlendiklerini anlıyorum : yalnız kalabilmek için.
# insan soyunu kurutmak mı istiyorsunuz , erkekteki bu sürtünme duygusunu alın , yeter!
# çabuk kurtulma özgürlüğü elindeyken kişinin dayanamayacağı kötü durum yoktu.
# insanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. olmak istedikleri , olamadıkları "kişi"yi anlatırlar.
yusuf atılgan'ın psikolojik yalnızlaşma temasını işledi harika kitap. Herşeye karşı olan bir adam ana karakterde ismi C. aylak aylak dolanıyor onun başından geçenler ve daha çok adamın iç dünyası ve kendi kendiyle yaşadığı sorunlar anlatıyor kitabın sonunda üzülmüştüm baya bu kitaba benzer bir de anayurt oteli var yusuf atılganın ikisi de tavsiye ederim harika kitaplar.
klişedir; bir kitap okudum hayatım değişti, benim için tamamen kitaplara bakış açımı değiştiren kitap olmuştur aylak adam. önceleri kitaplarda kendimi arardım, parça parça bulurdum ki odur kitaplarda/romanlarda insanı mutlu eden şey ama aylak adamdan sonra, okuduğum her kitapta, bu kitabı arıyorum; " aylak adam'a benziyor, aylak adam tadına yaklaşmış" vs.. ama bütün kitaplar sadece benziyor ya da yaklaşıyor.
yaklaşık 6-7 kez okudum, ara ara kitabı açıp herhangi bir paragrafını okuduklarım hariç ve ne zaman konusu açılsa, bir an önce eve gidip, kitabı alasım, herhangi bir sayfasından bir kaç paragraf okuyasım gelir.
kanımca, bir insana verilebilecek en güzel ve benim en çok vermeyi sevdiğim hediye bu kitap. kitabın içeriğiyle ilgili konuşmaya başlasam; pek anlatmakla olmayacak gibi, okumak lazım. halbuki ne kadar çok şey söylemek istiyorum kitapla ilgili. en iyisi okuyun, okutturun. her insanda, kendinden en az bir parça bulabileceği bir kitap.
neyse ben en iyisi, yeniden okumaya başlayayım kitabı...
--spoiler--
"dışarda çiğnenmemiş kar, üstüne bastıkça gıcırdıyordu. kitapçının köşesinden tenha caddeye dönerken içinde bir boşluk vardı. saatine baktı: ona geliyordu. nereye gideceğim? keşke polis kuşkulanıp karakola götürseydi beni. değişik bir gece olurdu. belki onu da bulup getirirlerdi. birlikte çıkardık. sonra, sıkıntı. o bitti. haşette kitap arayacağım. niye koşuyorsun? davete geç mi kaldınız? her zaman geç kalanlar bulunur. hindi dolması daha bitmemiştir. bu gece insanların hindi yemesi gerekir. bulamayanlar üzülür. yılbaşı hindisi ooo! eğlenmek de zorunludur bu gece. sinemalar, tiyatrolar, barlar doludur. evlerde toplantılar vardır. neydi o yılbaşı donattığımız masa. şu mehmet bey ne şakacı adam. kırdı geçirdi bizi.. ama karısı.. sorma kardeş. küçük kumarlarımız vardır. on kuruşluk tombalalar. şimdi kim bilir kaç evde, kim bilir kaç kadının aman ayol, bu ne kötü şans böyle sözüne karşılık kim bilir kaç erkek üzülmeyin; kumarda kaybeden aşkta kazanır diyordur. kim bilir kaç erkek de acele edip bu sözü ondan önce söyleyemediler diye onu kıskanıyordur. biliyorum sizi. küçük sürtünmelerle yetinirsiniz. büyüklerinden korkarsınız. akşamları elinizde paketlerle dönersiniz. sizi bekleyenler vardır. rahatsınız. hem ne kolay rahatlıyorsunuz. içinizde boşluklar yok. neden ben de sizin gibi olamıyorum? bir ben miyim düşünen? bir ben miyim yalnız?
yusuf atılgan'ın okuduğum tek kitabı aylak adam. gerçekten de aylağın tekiymiş önce onu söyleyeyim.
şimdi kitap bi' arayışın kitabı, dünyayla, insanlarla anlaşamayan, aykırı c.'nin hayata yabancılaşması. buraya kadar güzel. bu minvalde birçok kitap var;
ve aylak adam bu konuda yazılmış kitapların belki de en kötüsü.
peki neden?
ben kinyas ve kayra'nin kayra'sı gibi hayatı anlamış bi' karakter göremedim. hayatın bi' takım kurallarını kavrayamamış yeni yetme bi' adam gördüm kitapta.
tutunamayanlar'ın selim'i gibi güçlü bi' karakter de göremedim. (güçten kastım, hayatı anlamak ve bu hayatta yapamayacağını kabul edip intihar edebilmek) tam aksine işin kolayına kaçıp, ışık gördüğü her kadına yeşili yakan bi' adam gördüm.
zayıftın c. hayatının en büyük uğraşı olan "doğru insanı aramayı" da aylaklık olarak adlandırdın, küçüktün sen daha, hayatı anlayamamıştın ve ben de seni sevemedim.
Yusuf atılgan'ın en iyi kitabı olabilecek nitelikte olan romanı. toplum içerisindeki yalnızlığı ve sonrasında getirdiği yabancılaşmayi en iyi anlatan yapıtlardan. akıcı üslubu ve içerdiği merak duygusu bakımından bir solukta okunabilir.
kitaptaki karakterler arasında kendine yer bulan c nin umursamaz yaşamını ve devamlı içinde bulunduğu arayışı konu alan kitap tutunamayanların esin kaynağı niteliğindedir.
Boş beleş bir kitap. On sayfa dayanabildim. Son on sayfayı da okudum, hiç bir numarası yok. Yazar okuduğu kitapların etkisinde kalarak bir kopya çıkarmış hepsi bu.
ilk cümlesini okuduktan sonra bıraktığım kitap. üç aydır yazarın kitaba neden böyle bir cümleyle başladığını çözmeye çalışıyorum.
tanrım! lanet olsun. neden ben de herkes gibi okuduğum her şeye bayılamıyorum.
ciddiyim. ama okuyacaz tabii, popüler kültür sonuçta. sonra herhangi bir mecliste konusu açılırsa ne derim ben. apışıp kalmak yakışık olmaz doğrusu.
"eve gelirken on paket sigarayla bir deste kibrit aldı. odasının ışığını yaktı. elindekileri karyolanın altına, boş bavula koydu. çevresine bakındı. yoktu. oturma odasını da aradı. orada da yoktu. bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. kadınlar da böyleydi. dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu."
bu paragraf hep aklımda ama, aklımın bir köşesinde. geleceğimi tahmin edebiliyorum. inanın bu çok kötü.
"belki de insanlar kendi kendilerini düşünmek, hayaller kurmak için yeteri kadar yalnız kalamadıklarından anlayışsız oluyorlardı."
"kendi"ni "biz"e "çok tanıdık" anlatan bir adam, aylak adam.
parayla işi yok, çalıntı para yiyor,"kendi"nden başka hiç bir engel yok ona, toplumla olan sorunuyla nefretle omuz omuza ama yine de bununla barışık. aradığını bulamayacağını bile bile durmadan arıyor "o"nu, o "arayış"ların adamı,"aylakım ben" diyor ne iş yaptığını soranlara.
tam aradığımız hayat aslında, sadece "benliğimiz" engel olsa bize, ne para ne pul ne de mutluluk peşinde, sadece silik bir amaç içinde olsak, hepimiz birer "aylak" olsak,"olmayan"ları arasak ve "yanlışlıkla" "kendi"mizi bulsak,
ne güzel, güzeldi.
bilinç akışı yöntemiyle yazılmış olup, aynı yöntemle yazılan tutunamayanlar'dan daha karışık bir roman. c.nin babasıyla olan ilişkisini anlayabilmek için bayağı bir dikkat gerekiyor. uykulu uykulu bir süre okudum, ancak anlayamadım. sonra uykumu alıp, okuduğum yerleri tekrar okudum. gerisini siz düşünün artık. kitap bana kalırsa gerçek aşkı arayan bir adamın hikayesi değil. bildiğimiz oedipus kompleksi işleniyor romanda. hem yusuf atılgan, hem c. aşırı bir şekilde bunun etkisinde kalmış. buna çok dikkat edince açıkçası rahatsız olmuştum ben. bilmiyorum ama, belki de ben problem etmişimdir. ha ayrıca; bu roman, kesinlikle bir kez okunmaz. bunu bilerek başlayın.
kitaptaki en beğendiğim yere geleyim;
"eve gelirken on paket sigarayla bir deste kibrit aldı. odasının ışığını yaktı. elindekileri karyolanın altına, boş bavula koydu. çevresine bakındı. yoktu. oturma odasını da aradı. orada da yoktu. bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. kadınlar da böyleydi. dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu."