türk varoluşçuluğunun yabancı'sı. "belki de sadece aramak ve bütün kapıları çalmak kafidir" der ya tanpınar, aylak adam bay c de, gerçek sevgiyi bulabileceği kadını aramaktadır. başlı başına bir toplumsal muhalif olan c, bir nevi flaneurdür, yani düşünür-gezer. onun aylaklığı avarelik değildir. aylaklık dünyanın en zor işidir, bedel ödeticidir ve bay c de aylaklığının bedelini; bulmak için değil, aramak için yaşadığından, en sonunda gerçek sevgiyi ona vereceğini hissettiği kadını bulur bulmaz kaybetmesiyle, yani mutluluğa erememesiyle öder.
aylak adam, toplumsal gerçekçiler tarafından batıdan çalıntı ve gerçeklikten uzak olarak değerlendirilmiş olsa da, altmış yıl önceki türkiye'deki kalıplaşmış değerlere yüz vermeyen, onlara karşı çıkmaktan korkmayan ve yalnızlığın getireceği ebedi mutsuzluğa hazır olmasıyla ve dahi olan biten herşeye karşı neredeyse iradesiz kalmasıyla, edebiyat tarihimizin en ayrıksı, en gizemli kahramanıdır.
ikinci kez okuduğumda bambaşka şeyler bulduğum ancak yine de bir anayurt oteli olmayan kitap. bu arada kısa olmasından dolayı bu, anayurt oteli ve kürk mantolu madonna çok ayak altı ediliyorlar ya çıldırıyorum.
ha unutmadan hep merak etmişimdir aylak adam'in ikinci oldugu yunus nadi edebiyat odullerinde birincilik ödülü kime gitti diye, fakir baykurta gitmiş. bence iyi de olmuş.
1959 da yayınlanmış yusuf atılganın türk edebiyatımıza armağan etmiş olduğu başyapıttır. modern bir çizgide edebiyatını sürdüren atılgan
Bu kitabında "c" isimli bir karakterin kendi hayat anlayışıyla varolma çabasını anlatır.
Psikolojik yalnızlaşma teması ön plandadır bu yüzden psikolojik bir roman olma niteliğine de sahiptir
Ayrıca modern tekniklerle (bilinç akışı, iç monolog,iç çözümleme) kaleme alınan bu kitabı edebi kültürü zayıf insanların tek seferde anlayabilmesi güçtür.
''ya insanlar.. onların yaşamasında her şey ayrıntı. önemli olan yemek değil, yenecek yemeğin çeşididir; giysi değil, giysinin çeşidi; ayakkabının çeşidi. günlerin adı bile.. belli günlerde belli yaşamları vardır. pazar günleri pazarlık yaşamalarını kuşanırlar, çarşambaları çarşambalık! hep ayrıntılar! paranın sayısı gibi. güler'in mavi gözlü oluşu gibi.''
Üç kez okudum. Hala da kafam atınca rastgele bir sayfa açar, beş on sayfa okurum. Bir o günkü yazarlara ve edebiyata bakıyorum, bir de bugünkü popüler kültür yazarlarımıza bakıyorum:
Kalemi bırakıyorum.
yusuf atılgan'ı bu kitapla tanıdım. iyi ki de tanıdım. üslubu, kahramanlara bakış perspektifi, ruhsal analizleri peyami safa kadar güçlü. uzun zamandır bir tutkuyla bağlanamamıştım hiçbir kitaba. iyi oldu, güzel oldu. keşke yky'den çıkmış üç kitabı değil üç yüz kitabı olmuş olsa dedirten güzel yazar. gerçi öyle de kıymeti bilinmezdi ya.
Yusuf atılgan ın kitabı bir çok tambılır kızının favorisi biraz kitap okumuşların sevgilisi aylak adam ayağınıza geldi. Neyse konuya gireyim şimdi sokarım böyle fanteziye efendiler adam aylak adı "c" valla bak adını belirtmemişiz bu kitaptan kitaplar çıkmış tamam ilham kaynağı olur fakat kusura bakmayın ayakları yere basan hayatın gerçekleri hiç öyle değil bu sevgili afili serseri karakterimiz babadan kalan parayla gotik uçarı kendi kendine mutsuz bir hayat sürüyor öyle ki bazı tespitleri bana çok fantastik geldi çalışmadan bu şekilde yaşarım bende sende o da olur böyle içimi bunalttı yedi bitirdi kitap beni bi öneri üzerine okumuştum.
Not: sizin analarınız okumuş sigortası olan erkekler bulmanızı istiyorken karşıma geçip o benim favorim demeniz samimiyetsizliğinizin göstergesidir. Hadi bende bu aylak işsiz adamı seviyorum diyecek cesaretiniz yok artı zaten toplum kendi içindi okumuş okumamış yok zengin fakir evi arabası küreği y.rağı boku pisürü diye ayrışmış sınıflanmışken öyle bir aylağı gördünüzde bana ne dediğinizi biliyorum. Serseri gözüyle bakıyorsunuz kitabı okuyup hayal dünyasına dalmak size herhangi bir zarar vermeyeceği için "aaaauıoooo o benim favori kitabım" demeniz bence de biraz normal olabilir. Unutmayınız ki o aylak benim. Üstelik parasını yiyeceğim bir babam veya annem de yok basarım böyle samimiyetsizliğe.
yusuf atılgan' ın en popüler kitabıdır. içerisinde "ç" karakteri vardır.
"Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine; sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutmağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi , pırıl pırıldı. Herkesin, “- Veli ağanın öküzleri gibi öküz, yoktur, ” demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!"
Türk edebiyatı denince akla ilk gelenlerdendir böyle orjinal bir eser daha görmedim.
Not: biçimsel anlamda sofistike bir kitaptır bana göre ve teknik olarak birkaç ilk yaşamıştır bu sebeple her kültür düzeyine hitap edecek tarzda değildir ilk okunuşta kitabı anlamaz bırakabilirsiniz)
Aylak Adam… Bir işi gücü, evi barkı olmadığı gibi bir adı bile yok. ‘C.’ Diyor Yusuf Atılgan ona.
Monotonluğa, düzlüğe, alışkanlıklara tamamen karşı çıkan bir adam… Hem alışılagelmişin dışında,
farklı olanı arıyor hem de doğru olanı… Sürekli bir arayış hâli içerisinde. Çabalarının nafile olduğunun
da bilincinde üstelik, sonucu olmayacak bir mücadelenin peşinde. Kim bulabilmiş ki zaten? Hatta, kim
zihninin derinliklerinde yatan kişiyi aramaya cesaret dahi edebilmiş? Toplumun her ferdi, en
küçüğünden en büyüğüne bir tekdüzeliğin pençesinde kıvranmıyor mu? Bu soruya evet demek çok da
doğru olmaz. Bu durumdan rahatsız veyahut şikâyetçi değiller çünkü. Farkında dahi değiller. Farklı
olan iki kişi var yeryüzünde: birisi ‘ben aylakım’* diyen ‘C.’, öteki ise hiçbir zaman bulunamayacak
olan aranan kişi… Evet, Aylak Adam çok farklı. Zengin değil, paralı. Tembel değil, aylak. Bazen tiksinti,
bazen hayranlık, bazen acıma bazen de takdir etme şeklinde birbirine taban tabana zıt gelecek hisler
uyandırıyor ‘C.’ üzerimizde. iki kişilik bir dünya istiyor, kesinlikle üçüncü bir kişisi veyahut üç odası
olan bir dünya değil. Bu hâliyle katıksız yalnızlığı, anlamanın ve anlaşılmanın imkânsızlığını temsil
ediyor. Evet, Aylak Adam kendisini ‘eli paketli’lerden farklı görüyor. Zaten, düşünebilen her insan
kendisini farklı görmez mi? Çevresinde kimse onun gibi değildir. Onun haricinde herkes aynı düşünür,
bir amaç uğruna yaşar. Çalışır, kazanır, sabreder, yaşlanır ve ölür. Mutlu yaşar, mutlu ölür.
Matrix adlı
film serisinde Cypher adlı karakterin Ajan Smith’e söylediği, ingilizcesi ‘Ignorance is bliss’ olan
‘Cehalet mutluluktur.’ sözünde özetlendiği gibi, farkında değildir dışarıdaki evrenin. Kendi küçük
dünyasında tantanasız, sakin, huzurlu, köşeleri olmayan bir hayat sürer. “Dünyada hepimiz sallantılı,
korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki
tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına.
Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır.
Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım.
Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, “-Veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur,” demesini isterdi. Daha
gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri,
gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle
birlikte düşünen, duyan, seven bir kadın!” Arıyordu hep gözleri. Tramvayda, sinemalarda, sahillerde, lokantalarda, kalabalıklarda
aradı. Kahvehanelerde, okul köşelerinde bekledi. istedi gelecek olanı. Çağırdı kendince. Hareket eden,
bekleyen kalabalığın içinde O’nu aradı.Çokça bir şey değildi aslında istediği. Anlamak ve anlaşılmak istiyordu. Belki o da farklı
değildi? Herkes gibi güvenebileceği, onu anlayabilecek, onunla birlikte hareket edebilecek birisini
aramıyor muydu? Kendine ait bir dünyası onun da vardı. Evet, başkaları gibi hep aynı lokantada
yemiyordu belki ama hep farklı lokantalarda yiyordu. Onun da hayatında hep bir ‘hep’ kelimesi
oluyordu. Belki de O’nu bulamaması C. için daha iyi oldu. Herkesten farklı olduğunu düşünen, bazı
şeyleri sadece kendisinin görebildiğine kendini inandırmış olan C. kendisi gibi farklı olduğunu düşünen
bir kadınla birlikte olduğunda birbirlerine ne kadar katlanabileceklerdi? Toplumun en küçük birimi
olan kadın erkek birlikteliği de mekanik bir sistem gibi değil midir? Eş zamanlı hareket eden ve birbirini döndüren iki dişli gibi. Bir dişin diğerinden sonra gelmesi, önden gideni desteklemesi ve
arkadan gelenden destek alması ile mevcudiyetini sürdürür bu sistem. Peki, dişleri tam üst üste
gelecek şekilde aynı olan iki dişli düşünelim, bu sistemin hareket etmesi mümkün müdür? Elbette
değildir.
Aylak Adam farkında mıydı bilinmez ancak insanı hayatta tutan tekdüzelikler ya da farklılıklar
değildir. insanı yaşama bağlayan şey arayışlar ve arzulardır. Aylak Adam’ı da her gün yatağından
kaldırıp nefes almasını sağlayan şey aslında aradığı ‘O’ kadın değil o kadını arama durumudur.
Dün satın aldığım ve eve gider gitmez okumaya başladığım kitaptır. UYuyakalamasaydım sabaha kadar bitirmiş olurdum. Bir insanın varoluş mücadelesini çok güzel, ironik ve hüzünlü hepsi bir arada sunabiliyor.
onu ilk defa okuyacak olan insanları kıskanmama sebep olan başucu eseri.
uzun zamandır bir şeyler karalamak istiyordum hakkında, fakat her seferinde kelimeleri geri alıyorum. bir şeyler eksik kalır diye ya da bu şaheseri sıradanlığa, alışılmışın kolaycılığına mahkum etmemek için.
sonra dedim ki ne aksi hergele bir herifsin sen be. ne olur bu hayatta tutunacak bir şey bulsaydın?... (ama yine seni anlamazlardı sen de haklısın.)
onu yeniden okumak için bir kez daha elime aldığımda c'nin silueti beliriyor ve kitabı elimden alıyor. biraz da bana b'yi hatırlattığı için, belki de ona hiç ait olamadığım için.