HAYRET EDiLEN VE anlaşılamayan bir beceridir.
at gözlüklerini takmış, her şeye kendi penceresinden bakan adamların hele ki benim yorumum doğru, seninki yanlış demesi yok mu, çıldırtıyoR insanı.
bir tanesi çıkmış der ki,
türkiye de cemaatçilik vardır ve buna yalnızca sunni kesim dahil değildir. alevi toplumu da bir cemaat, azınlıklarda bir cemaat, kemalist kesim de ayrı bir cemaattir. bu bakımdan türk toplumu muhafazakar bir toplumdur ve mevcut şartlarda en demokratik cemaat, yükselen islami trentle sunni cemaattir. en demokratik topluluktur.
bir diğeri der ki, laik kesimde tüm gücü ve sözü kendinde isteyen taşlaşmış bir çekirdek vardır ve bu çekirdek gitgide ufalmaktadır ama laik kesim, sunni cemaat tarafından gerçekleştirilen intikam alma hareketleri ile mesafeyi korumakta ve bakış açısını değiştirememEktedir.
bir diğeri der ki, türk insanının önceliği dindir ve bu öncelik varken türkiye de milliyetçiliğin temelini dolduramazsınız.
yine bir diğeri, laik kesim kendi topluluğundan hiç çıkmadan, diğer toplum kesimleri neyi yaşar bilmeden yaşayıp ölmektedir. diğer kesimler içinde bu neredeyse böyledir.
ve ortak bir beyan, akp ye ve mevcut iktidarın el değiştirmesi sürecine toplumsal bir taban kayması ve reformist, demokrat bir halk uyanış hareketinin etkisi olmuştur. artık vatandaş iradeyi ele almıştır.
bu adamlar ya kafaları güzel geliyorlar bu proğramlara ya da kafaları iyice karıştırmak için.
tüm veriler dış müdahale ve dış odaklı bir planın kurgusu olduğunu bas bas bağırırken adamların tek açıklaması, toplumdaki ayrılıklar ve bu ayrılıkların ne yapılırsa yapılsın aşılamayacağı.
yani yangına, petrolle gidiyorlar.
asıl eylem sahiplerini dost ve müttefik belledikleri ve sadece türkiye iç unsurlarını analiz etmekte ısrar ettikleri için AYdın olmanın gereğini yerine getiremiyorlar. halkı bilerek ya da bilmeyerek mevcut tehlikeler ve mücadele yöntemleri konusunda bilgilendirmiyorlar. birkaç entellektüel, öğretim görevlisi, emekli asker ya da stk temsilcisinin uyandırma çabalarına da paranoya olarak bakıp, tek dertlerinin korku imparatorluğuna devamı sağlamak olduğunu iddia edebiliyorlar.
türkiye de ciddi bir ayrıştırma çabası vardır ve bu çabaya basında yaygara kopararak, bu sözde ayrışmaları vurgulayan aydınlarda hizmet etmektedir.
adamlar hsyk ve anayasa mahkemesi yargıç ve hakimlerinin etnik kökenlerini tartışıyorlar. sözde alevi hegomonyasına vurgu yaparak, karşı tarafı kışkırtıyorlar.
aynı adamlar polis teşkilatına nur cemaatinin uydusu diyebiliyor.
tüm kurumları aynı mantıkla cemaat ve zümreler arasında pay edebiliyorlar.
ve bu payların paydasını açıklarken izledikleri yolda çatışmayı körüklemeyi amaçlayan bir yol.
ben ısrarla türkiyenin, osmanlının birinci dünya savaşı öncesinde ki yıkım evresinde olduğunu söylüyorum, eldeki veriler bunu işaret etmektedir. o zamanda aydınların maksatlı veya maksatsız siyesete getirdikleri yorumlar ortada ve sonuçta karşı karşıya kalınan ihanet ve sömürgeleştirme gerçeği de ortadadır.
o zamanda aydınlar, dış müdahaleyi okuyamamış, müdahaleci ülkelere hayranlıkları ve o ülkelerde öğrendikleri ile, sorunu iç dinamiklerde aramışlar, sonuç olarak osmanlıcılık, islamcılık ve türkçülük akımlarının hiçbiri sonu durdurmaya yetmemiştir.
allahtan o zamanki aydınların büyük bölümü iyi niyetliymiş de kurtuluş savaşını hazırlayan dinamikler oluşabilmiş.
ben o dönemden tek farkın aydın olarak nitelediğimiz insanların niyetlerinde ve algılarında olduğunu düşünüyorum ve aydın olarak gördüğümüz insanların karanlık yanlarını okuyabiliyorum.
türkiye de, vatandaşın asıl niyeti okuyup, toplumsal bir birliktelik bina edecek görüş alanı kalmamıştır.
basın ve medya aracılığı ile tarifi imkansız bir toz fırtınası çıkarılmakta ve halka önünü görme, mevcut durumu okuyabilme ve birbirine tutunabilme şansı tanınmamaktadır. birbirinden uzaklara savrulan toplum dinamikleri bu toz perdesinin altında, hedefini bekleyen çakallara doğru yol almaktadır.
bu durumda vebali olan her ferdin yaptıklarını tekrar sorgulayıp, ödeyecekleri bedeli iyi analiz etmeleri gerekmektdir.
ben inanıyorum ki globalizm masallarına kanan bu aydınlar, gerçekten devletlerin son bulacağını ve sınırların kalkacağını felan hayal ediyorlar ve bu hayallerinde tasavvur ettikleri türkiye de bizim değer olarak benimsediğimiz hiçbir dinamiğe yaşama şansı vermiyorlar. buna atamız da dinimiz de, tarihimiz de dahildir.
türkiye cumhuriyeti devleti, 1940-2010 arasındaki 70 yıllık dönemde sanayileşme hamlelerini hep batıda ama daima batıda gerçekleştirmiştir.
bunca demografik karmaşaya neden olan, kentlerin kozmopolit yapıya bürünmesini sağlayan da işte bu yanlış politikalardır. kapital sahiplerinin baskısı sonucu, deniz ve kara ulaşımı, dolayısı ile üretilmiş malı pazarlama açısından neresi uygunsa fabrikalar oraya yapılmışlardır. türkiye'nin toplam endüstri tesislerinin %86.7'lik bölümü tekirdağ-sakarya-eskişehir-balıkesir dikdörtgeninin içerisinde bulunmaktadır. işte! bu dikdörtgen, toplanan vergilerin de %88.3'lük bölümünü sağlamaktadır.
- böylesine dengesiz, saçma-sapan bir kalkınma ve sanayileşme planı olur mu? allah aşkına!
aydınlara bok atmaya kimsenin hakkı yok! akademisyenler, sosyologlar, psikologlar, sanatçılar, entelektueller yıllardır bu gerçeği haykırıyorlar! dinleyen kim? parlamenterlerin büyük çoğunluğunda, şahsiyetten eser kalmamış. her biri, kendisinin meclise girmesini maksatlı sağlamış sanayicilerin, iş adamlarının paçalarına yapışmışlar, kürsüden adeta sözcülüklerini yapıyorlar.
sonuç,
doğu-güneydoğu insanı, bavulunu toplayıp bu dörtgene göçüyor. farklı kültürler, farklı inançlar, farklı değer yargıları misafirlerle ev sahiplerinin iç-içe geçişini engelliyor. kimi kentlerde göçenlerin sayısı yerelleri geçiyor. çoğunluğu sağlamış dağdan gelen, bağdakini kovmaya başlıyor. kentler kişilik değiştiriyor. kaynaşmayı başaramayan insanlar, birbirlerine bilenerek iyice ayrışıyor. kültür, sanat, ekonomi ve siyasetteki bu ayrışma gün geçtikçe toplumsal bir patlamaya doğru gidiyor.