osmanlı cami mimarisinin gerçekten temelidir. kubbe kültürü tamamen ayasofyadan esinlenerek yapılmıştır. eğer dikkatlice incelerseniz türkiyedeki bütün camiler kubbelidir. ilk kubbeli yapılar ise italyada yapılmıştır ve imparator konstantiniye zamanında ayasofya yapılırken bu imar tekniği kullanılmıştır. osmanlı istanbulu fethettikten sonra bu imar şekli bütün osmanlı coğrafyasına yayılmıştır.
son dört yorumun acınası zihniyeti karşısında yorumum arada kaynayacak ama orası kilise olarak yapılmışsa kilise olarak kalmalı. Eğer bütün dinler barıştan söz ediyorsa nedir bu kiliseleri cami, camileri kilise yapma saçmalığı? Değerlere biraz saygınız olsun. Emeğe saygı diye bir şey var ayrıca. Tabii önce din denilen şeyin ne olduğunu gerçekten anlamak önemli. Maalesef ki yanlış gelmiş yanlış gidiyor..
Bizans imparatorluğu boyunca hükümdarların taç giydiği ve başkentin en büyük kilisesi olarak işlevi görmüştür. sütun ve mermerler; Aspendos, Efes, Tarsus gibi Anadoludaki antik şehir kalıntılarından getirilmiş.
"Emrin nerede ve kim tarafından verildiğini Bizantolog Prof. Dr. Semavi Eyice, “Atatürk, sofrada yanındakilere Ayasofya’yı müzeleştirsek ne dersiniz? diye sordu. Malum zevat, şak şak alkış, oldu da bitti...” sözleriyle anlatıyor. Ve o günkü gazetelere göre Sultanahmet de kütüphaneye dönüştürülecekti!..
3 Şubat 1932 gecesi Ayasofya Camii tarihî günlerinden birini yaşamıştı. Kadir Gecesi için 40 bin kişinin doldurduğu caminin balkonlarında davetli sefirler oturuyordu. 40 ünlü hafızın okuduğu Türkçe ezan, Türkçe kamet, Türkçe Kur’an o gece görücüye çıkmıştı. Radyo geceyi bütün ülkeye canlı yayınladı. Atatürk’ün talimatıyla gerçekleşen Ayasofya’daki Kadir Gecesi ertesi günkü gazetelerin manşetlerindeydi. 4 yıl sonra başka bir şubat günü Ayasofya’nın müzeye çevrileceği söylense o gün kimse inanmazdı.
Nasıl olduğunu anlamak için hikâyenin en başına gitmemiz gerekiyor…
Beyoğlu istiklal Caddesi’ndeki Tokatlıyan Pasajı bir zamanların ünlü Tokatlıyan Oteli’ydi. 12 Haziran 1929 akşamı, akşam yemeği için 8 zengin ve ünlü Amerikalı bu otelde buluştu. Ayasofya’nın “kaderini değiştirecek” Bizans Enstitüsü o akşam bu otelde kuruldu. O akşam yemekteki Amerikalılardan biri 10 yıl önce de başka bir görev için istanbul’a gelmişti.
Charles R. Crane Amerikalı zengin bir iş adamıydı. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından toplanan Paris Konferansı sonrası ABD başkanı Wilson’un talimatıyla kurulan komisyonun üyesi olarak Osmanlı coğrafyasını dolaşmıştı.
Görevi; Osmanlı devletinde Amerikan mandasının koşullarını araştırmaktı.
istanbul’da siyasi, bürokratik, askerî ve entelektüel çevrelerle görüşmeler yapmış, Sivas Kongresi’ne delege (ya da gözlemci) olarak davet edilmiş, yerine gönderdiği Amerikalı gazeteci Mustafa Kemal Paşa’yla 3 saatlik bir görüşme gerçekleştirmişti.
Ülkesine döndüğünde verdiği raporunda şöyle yazmıştı:
“Türk halkının büyük çoğunluğu mandayı istiyor ve Amerikan mandasını tercih edecektir. istanbul artık Türkiye’nin başkenti olamaz.. Dünya barışı için şehir uluslararası bir güç tarafından yönetilmelidir…”
Thomas Whittemore’un Amerikalı zenginlerden istanbul’daki Bizans eserlerini kurtarmak için para toplayarak Bizans Enstitüsü’nü kurması büyük bir başarıydı. Daha büyük başarı ise enstitünün 2 yıl sonra Ayasofya’daki üzeri sıvayla kapatılmış Bizans mozaiklerini ortaya çıkarmak için Ankara’dan almayı başardığı izin olacaktı.
Thomas Whittemore’a Ayasofya Camisi’nin sıvaları altında kalan mozaikleri ortaya çıkarması için 7 Haziran 1931 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararıyla izin verildi. Kararın altında Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal ve Başvekil ismet inönü’nün imzaları vardı.
1927-32 yılları arasında ABD’nin ilk Türkiye büyükelçisi olan Grew, 1919’da Paris Konferansı’nda ve ardından 1923’de Lozan Barış Konferansında ABD heyetinin başındaki isimdi. 1925 yılında Mustafa Kemal’le kameraların karşısına geçip Amerikan halkına Yeni Türkiye’yi anlatmışlardı.
Thomas Whittemore ve ekibi çalışmalarına aylar sonra başlayabildi. Birinci yıl, caminin dışındaki koridorlarda bulunan mozaikler ortaya çıkarıldı. Cami hâlâ ibadete açıktı. Sıra esas meseleye gelmişti. Peki caminin içindeki resimli mozaikler nasıl ortaya çıkarılacaktı?
24 Kasım 1935 günü altında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve Başbakan ismet inönü’nün imzalarının olduğu Bakanlar Kurulu kararıyla Ayasofya müzeye çevrildi.
Kararname şöyle başlıyordu:
“Eşsiz bir mimarlık sanat abidesi olan istanbul’daki Ayasofya Camisi’nin tarihî vaziyeti itibarıyla müzeye çevrilmesi bütün Şark âlemini sevindireceği, insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle bunun müzeye çevrilmesi...”
10 Aralık 1935 günü Ayasofya’nın dış parmaklıklarına da bir levha asıldı:
Müze tamir ve tasnif sonuna kadar kapalıdır...
Hazırlıklar için kapanan Ayasofya Camii, müze olarak ise iki ay sonra açıldı. 1 Şubat 1935 günü ilk gün Ayasofya Müzesi’ni 463 yerli, 370 yabancı ziyaretçi gezdi. Bir kaç gün sonra müzeye haber vermeden gelen çok önemli bir ziyaretçi ise herkesi telaşlandırmıştı.
Ayasofya’nın müze olarak açılmasından 20 gün önce 12 Ocak 1934 günü Yunanistan Başbakan’ı Venizelos Nobel Komitesine bir mektup yazarak Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermişti.
Ayasofya’nın müze olarak açılmasından 8 gün sonra da Atina’da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, ve Romanya arasında Balkan Paktı imzalandı.
Ayasofya ise 81 yıldır müze. 921 yıl kilise ve son 482 yıldır da istanbul’un en eski ve en görkemli camisi olduktan sonra...
Ayasofya’nın bundan sonra ne olacağı sık sık tartışılıyor. Ayasofya’nın müze olmasını Cumhuriyetin evrenselci, ilerici bir kararı olarak görenler var.
Ama herhalde 482 yıl boyunca istanbul’un dinî hayatının kalbi olmuş bir caminin kimseye sormadan, bir sofrada alınan kararla, hem de tuhaf ve ilginç bağlantıları olan bir Amerikalının eliyle müzeye çevrilmesini 2016 yılı itibarıyla ilerici, evrensel, demokratik bulacak çıkmaz..
Nasıl kapatıldığını bilmeden, neden ısrarla cami olarak açılmak isteniyor sorusuna cevap bulmak da zor..."
Mümkünse hiç bir şey olmamalı. Yılda bir kez ortodoks ayini,bir kez de kadir gecesinde namaz kılınma izni verilerek arta kalan zamanda ziyaretçi dahi alınmamalıdır.
1500 yıllık esere nasrettin hoca türbesine girer gibi girip çıkılmaz.
büyüleyici mekan. cami olsun kilise olsun diyenler, yahu bi durun da yapının, içindeki atmosferin, duvarlarda iki dinin sembollerinin yan yana oluşunun yarattığı ambiyansın güzelliğinin farkına varın.
sürekli Vakıflar Tarihi Eserlereve Çevreye Hizmet Derneği isimli sikimsonik vakfın isteği üzerine cami olmamış müze. yüzyıllarca içindeki kısmen açık ikonalar haçlar ve hatta bazı azlerin lahitlerinden osmanlı rahatsız olmamış. bu çöl maymunları buranın müze kalmasını neden takarlar kafaya anlaşılamamıştır lakin.
Tekrar kilise olacak diyenler de sevilladaki kiliseler için tekrar cami olsun diyecek mi? onlar da Endülüsün Hristiyan işgalinden sonra kiliseye çevrildi ve tesadüfe bakın ayinlere açık, müze falan değil.
Aynı idam gibi. idam demişken, dün idam isteyenler bugün 50.000 torbacıyı serbest bırakmak için uğraşıyor, dikkat edelim cami isteyenler burayı kilise yapmasın.
Kültür varlıklari benim ya da onun değildir. insanlığin ortak mirasıdır. Suçlularin pirinçten yapilmış bir boğa heykelinin içinde kızartılarak öldürüldüğü dönemde adamın biri cami yaptı diye "bizim" olmuyor orası.